Redhack tarafından Berak Albayrak’a ait olduğu öne sürülen mailleri haberleştirdiği gerekçesiyle 25 Aralık 2016 sabahı gözaltına alınıp 24 gün sonra ‘terör örgütü üyeliği’ suçlamasıyla tutuklanan Diken’in eski editörü Tunca Öğreten, aynı dosya nedeniyle tutuklanan gazeteciler Ömer Çelik ve Birgün Gazetesi çalışanı Mahir Kanaat 24 Ekim’de hâkim karşısına çıkacak. Cezaevinde evlenen Tunca Öğreten,“Tahliye edilmemem için hiçbir sebep yok. 10 aydır tutuklu oluşum, isnat edilen suçlamalar... Her şey o kadar mantıksız ki... 24 Ekim'de hâkimin ‘Gelini öpebilirsin’ demesi lazım” ifadelerini kullandı.
Temmuz ayında açıklanan iddianamede, yapılan haberler için "gerektiğinde devlet sırrı niteliğinde de olabilecek bilgiler” tanımı kullanılıyor, Öğreten ise savunmasında "devlet sırrının hangi durumda değişkenlik gösterebileceği" iddiasının tartışmalı boyutuna değinmeye hazırlanıyor.
Tunca Öğreten’in, 24 Ekim’de çıkacağı ilk duruşma öncesinde P24'ten Gülten Sarı’nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
10 aydır Silivri Cezaevi’nde tutuluyorsun? Hiç aklına gelir miydi sosyal medyada dolaşımda olan belgeleri paylaştığın için bunca süre tutuklu kalacağın?
Türkiye'de "gazetecilik" hiç olmadığı kadar tehlikeli bir mesleğe dönüştü. Elbette gazeteciliği, konforlarından vazgeçmemek adına arzuhalciliğe dönüştürenlerden bahsetmiyorum. Gerçeği merak eden, yazan ve konuşan her gazeteci için tutuklanmak öyle pek de uzak bir ihtimal değil artık. Benim için de tutuklanmak umulmadık bir şey değildi. Ancak Wikileaks aracılığıyla yedi milyar insanla paylaşılmış belgeler nedeniyle bunu yaşamak biraz komik oldu. Aslında durumu şöyle özetleyebiliriz: Redhack, Bakan Albayrak'ın cüzdanını çalmış ve içinden çıkan kartları, meblağı duyurmuş. Hattâ hangi tırnakçılık yöntemiyle bu cüzdanı ele geçirdiğini de itiraf etmiş. Bense bir gazeteci olarak bunları haberleştirmişim. Yargı ise kolaya kaçıp, benim peşime düşmüş ve tutuklamış.
Cezaevi şartlarını anlatır mısın? Tutuklulara tanınan her türlü yasal haktan faydalanabiliyor musun?
Dört hücresi, ortak alanı, mutfağı ve gün içerisinde sürekli kapısı açık bir avlusu olan beş kişilik bir koğuşta kalıyorum. Hücremde Birgün'den Mahir Kanaat ile birlikteyim. Koğuşta ise 24 saati paylaştığımız üç kişi daha bulunuyor. Bunlardan biri MLKP üyeliği şüphesiyle tutuklu, diğer ikisi de DHKP-C hükümlüsü. Bugüne dek herhangi bir tecrit uygulamasıyla karşılaşmadım. Tek sıkıntımız spor salonuna çıkamıyor oluşumuz. Bunun da nedeni cezaevindeki personel yetersizliği. Ancak 5 litrelik şişelerle yaptığım ağırlıklarla bunun üstesinden geldiğimi söylemeliyim. Her gün iki saatimi spor yaparak geçiriyorum. Kitap konusunda da bir sorun yaşamadım. Minez (Tunca Öğreten’in eşi) her hafta tuğla kalınlığında yeni kitaplar getiriyor. Dışarıda zaman bulup okuyamadığım 100 civarında kitap okumuşum bu süreçte. Gazetelerde de herhangi bir kısıtlama yok. Her gün Cumhuriyet, Evrensel, Birgün, Sözcü, Karar, Habertürk, Hürriyet, Yeni Şafak, Star ve Sabah alıyorum.
Silivri’yi biraz anlatabilir misin? İçindekilerle, yaşananlarla, sende çağrıştırdığı anlamla bir bütün olarak?
Silivri'yi anlatmak öyle pek kolay değil. İnsan gibi onun da her saat hâleti ruhiyesi değişiyor. Esaret altında kendini nasıl hissediyorsan, Silivri de ona bürünüveriyor ve öyle davranıyor sana. Örneğin gecenin bir yarısı sigara yakıp, pencereden gökyüzüne bakıyorsun. Aklına birden uğradığın haksızlıklar geliyor... Öyle çok öfkeleniyorsun ki, Silivri de öfkeleniyor ve duvarların üzerindeki jiletli teller tenini delip geçiyor, canını yakıyor. Bir başka gece de bu defa tahliye olduğunu ve kapıda ona sarıldığını düşünüyorsun. O zaman da Silivri sana şefkatli kollarını açıyor. Bir anda ay ışığının yansımasının vurduğu teller, Minez'in gözleri gibi parlıyor. Sen nasılsan, Silivri de öyle işte... Bazen zindan, bazen dert ortağı.
İçerideki arkadaşlarınla Türkiye gündeminin sıcak konularını değerlendiriyor musunuz? Karşıt görüşler çıkıyor mu ortaya?
Hep merak eden, soru soran biri oldum. Gazeteciliği seçmemin temel nedenleridir bunlar. Burada da sorular soruyor, notlar alıyor; insanları ve kendimi tanıyorum.
Silivri’de olup mevsim değişikliklerine şahit olmak nasıl bir duygu ve düşünce oluşturuyor?
Tutuklandığımda kar vardı İstanbul'da. Silivri de soğuğuyla meşhur olduğundan epey zorlandım. Ancak "en fazla bir aya çıkarım" dediğimden pek dert etmedim. Sonra bahar geldi... Baharla birlikte avlu duvarına yuva yapan kuşlar da... Günler geçti, yumurtalardan yavrular çıktı ama ben çıkamadım. Kanat çırpmaya çalışan yavrular, yüksekten avluya düştüler. "İddianame hazırlanmak üzeredir, tensip kararıyla bırakırlar herhalde" diye diye aceleyle uçuş talimi bile yaptırdık kuşlara. Derken yaz geldi... Hastaneye gittiğim bir gün, hastane hücresinin penceresinden açan çiçekleri gördüm. Kokuları burnuma kadar geldi... Fakat tahliye yoktu yine. Şimdiyse sonbaharı sürüyoruz. Duruşma 24 Ekim'de ve dördüncü mevsimi de tamamlayıp çıkmak istiyoruz. Allah’tan beşinci mevsim yok.
İki ayda bir yapılan açık görüşlerde daha önce engel olmadan sevdiklerinle temas edebiliyordun. Şimdi yeni bir uygulama ile etrafınız masalar ile çevriliyor ve ziyaretçi teması en aza indiriliyor. Bunun gerekçesi nedir?
İlk açık görüşümüzde böyle bir uygulama yoktu. Minez'e arada masa olmadan sarılabilmiştim. Sonra nedense bu hakkımızı da elimizden aldılar. Şimdiyse göğgüm göğsüne değsin, kalp atışını hissedebileyim diye masanın üzerinde şaha kalkıyorum. Görüş salonuna kokteyl masaları koymadıkları sürece bu yöntem işe yarıyor.
Tutuklanmana gerekçe olan konu aynı zamanda dünyada Chelsea Manning, Edward Snowden ve Julian Assange gibi isimlerin de parçası olduğu kapsamlı bir konu. Orada onlara destek veren bir kamuoyu var ve yaptıklarının devlet karşıtlığı değil aksine devletin şeffaflığı açısından önemli olduğunun altı çiziliyor. Bu konuda neler söylersin?
Manning, Snowden, Assange gibi isimlere dünyanın her yerinden destek verildi. Türkiye'de bizim için de kamuoyu oluştu elbette de. Ancak olması gereken, isimlerden çok olaylar nezdinde bir farkındalık oluşması... Türkiye'de vatandaş, hakkı olan haberin/ bilginin peşine düşmüyor. Okumuyoruz... Şeytanın detaylarda saklı olması bizi zerre kadar ilgilendirmiyor. Gerçek yerine, gerçeği hamasetle manipüle edenlerin sözleri bize yetiyor. Oysa oy vermek, kefil olmaktır. Kefil olduğumuz insanların yaptıklarını takip etmekse sorumluluk gerektirir. Dolayısıyla dün Ahmet Şık'ın İmamın Ordusu kitabı için "Bazı kitaplar vardır, bombadan daha tehlikelidir" sözünü sorgulamayanlar, bugün imamın ordusunun mağdurları konumunda. Halıyı kaldırıp, altındaki tozu gösterdiğimiz için 10 aydır tutukluyuz, 20 yıl da hapsimizi istiyorlar.
Dijital bir çağda devletler giderek şeffaflaşırken Türkiye’yi nerede konumlandırırsın?
İki yıl önce Türkiye'nin, Procera adlı bir yazılım şirketinden, çocuk pornosunu kontrol etmek bahanesiyle tüm interneti izlemek amacıyla bir sistem satın aldığını belgeleyen bir haber yapmıştım. Bu sistemle Whatsapp yazışmaları dahil, her tür izleme ve kısıtlama mümkün hâle gelecekti. Türkiye'de bu haber sonrası şeffaflık adına ne oldu bilmiyorum ama İsveç merkezli şirketin önünde aktivistler protesto gösterisi yaptı. Hatta Forbes dergisi, bu haberden yola çıkarak, şirketin mühendislerinden birinin itiraflarını yayınladı. Türkiye'deki internet kullanıcılarının haklarını İsveçliler aradı. Evet, dijital bir çağda yaşıyoruz ama biz bu dijitalleşmeden ne anlıyoruz? Teknolojiyi bilgiye erişmek için değil, fotoğraflarımızla başkalarını kıskandırmak ya da bizim gibi düşünmeyenlere saldırmak için bir troll havuzu olarak kullanıyoruz. Ülkenin çoğunluğu devletin şeffaf olması adına bilgi talep etmeyince, sorgulayan azınlığı yaşam tarzına göre envai çeşit terör örgütüyle yaftalamak da kolay oluyor. Dolayısıyla bu korelasyonda Türkiye'yi herhangi bir yerde konumlandıramıyorum. Konumlandırmak için pusulaya ihtiyacımız var. İnsanın pusulası vicdanıysa, biz onu kaybedeli çok oluyor.
İddianamede bir başka tutuklu gazeteci Deniz Yücel ile aranda bir bağ kuruluyor. Bunu biraz açar mısın?
Yargıcın başka bir yargıcı, simitçinin başka bir simitçiyi, bankacının başka bir bankacıyı tanıması kadar normaldir gazetecinin de gazeteciyi tanıması. Deniz Yücel ile iletişim kurmuş olmam kadar doğal bir şey olamaz. Kaldı ki Deniz, o güne kadar hakkında soruşturma açılmamış bir gazeteciydi. Hattâ çalıştığı kurum adına başbakanın basın toplantısına akreditasyon alabilen bir gazetecidir.
İlk duruşmaya dair beklentin nedir?
Mahkeme heyeti karar verirken hukuk fakültelerinde kendilerine öğretilenlerle birlikte vicdanlarının da sesini dikkate alırsa tahliye edilmemem için hiçbir sebep yok. 10 aydır tutuklu oluşum, isnat edilen suçlamalar... Her şey o kadar mantıksız ki... 24 Ekim'de hâkimin "Gelini öpebilirsin" demesi lazım.
Savunmanda altını çizeceğin hususları biraz paylaşabilir misin?
Sabaha karşı 15- 20 özel harekât polisi, otomatik silahlarla evimizi bastı. Öğrendik ki "terör örgütü üyeliği" şüphesiyle gözaltı kararı varmış. Âmirle aramızda şöyle bir diyalog geçti...
- Hangi örgüte üyeymişim?
- MLKP olabilir mi?
- Bence olamaz.
- Peki, ya FETÖ?
- Oradan hiç ekmek çıkmaz.
- Senin aklında bir örgüt var mı?
- Yok artık! Hangi örgüte yakınsam, onun potasında mı eriteceksin beni?
24 gün gözaltında tuttular. Savcılıkta bu defa Redhack'e bağlamaya çalıştılar. Gece mahkemeye çıkarıldım, "DHKP-C üyesi olma" şüphesiyle tutuklandım. Anlayacağın örgütten örgüt beğendirdiler. Uzun lafın kısası sonunda iddianame geldi. Örgüt üyesi olmadığımı onlar da anlamış ki, "üye olmamakla birlikte DHKP-C ve FETÖ'ye yardım" suçlamasına çevirmişler. İkisine birden yardım edebilecek çılgın meziyetlerim varmış. Ha bir de "duruma göre" paylaştıklarım devlet sırrı olabilirmiş. Şaka değil, böyle söylüyor savcı. Bir şey ya devlet sırrıdır ya da değildir. Hangi durumda bu gerçeklik değişkenlik gösterebilir ki? Bu suçlamalara karşı kendimi savunacağım. Klişe bir söz vardır ya, "İki kişinin bildiği sır değildir" diye... Yargıca soracağım, "yedi milyar insanın bildiği sır mıdır?"
İçerideyken Türkiye gündemine dair seni etkileyen, heyecanlandıran, karamsarlığa iten ya da mutlu eden birkaç olayı paylaşır mısın?
[CHP lideri] Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Adalet" yürüyüşü ve halkın desteği beni çok heyecanlandırdı. Adaletsizlik nedeniyle aylardır tutsak olan biri olarak, toplumun farklı kesimlerinden on binlerce insanın ortak paydada buluşması geleceğe dair umutlandırdı beni.
Minez ile cezaevinde evlendiniz. Minezle uzak olmanın getirdiği sıkıntıları mektuplar aracılığıyla bir parça aşabiliyor musunuz?
Evimiz anti-terör TİM'lerince basıldığında tek düşündüğüm Minez'di. Onu incitmelerinden, yaşanacak bir kargaşada onu koruyacak kadar güçlü olamamaktan çok korktum. Neyse ki öyle bir şey yaşanmadı. 24 gün gözaltında hücrede tutuldum. Minez'e sarılıp, ondan çalındıktan tam 64 gün sonra görüşebildik. Onca günden sonra karşımdaydı, yanında da nikâh memuru vardı. Tarifsiz bir heyecan... Onun eşi olmak hayatımın en büyük gayesiydi. Belki de bu yüzden beni tutuklayanlara teşekkür etmeliyim. Nikâh, aynı zamanda her hafta görüşebilmemiz için de bir vizeydi. Ve o, yorgunluk nedir bilmeden 200 km yol yaparak, gözlerindeki aşk ve umutla görüş kabininde belirdi her Perşembe. Öylesine güçlü bir kadın ki, ben hep ondan güç aldım. Tutukluğumun ilk gününden beri mektuplaşıyoruz. Toplamda birbirimize 120'ye yakın mektup yazmışız.
Son olarak meslektaşlarına iletmek istediğin bir mesaj var mı?
Hakikatin peşinde koşan her gazeteci için bu topraklarda çalışmak çok tehlikeli oldu. Öyle ki, bomba imha uzmanı olmak kadar riskli, tehlikeli. İçerde olmak, bir anlamda bu tehlikeden de uzak olmak anlamına geliyor. Bu nedenle dışardaki meslektaşlarımıza kolaylıklar diliyorum. Hepsine desteklerinden dolayı teşekkürler. Kalabalık bir rakı masasına buluşmak üzere...