Gündem

Çetin Altan'ın 52 yıl önce Meclis kürsüsündeki Amerika eleştirisi

“Devlet idare ediyorum zanneden insanları da o devleti satın almış bir adam idare eder aslında”

21 Ağustos 2018 17:15
Hülya Karabağlı

İki NATO ülkesi Türkiye-ABD ilişkileri için tarihi kırılma değerlendirmelerinin yapıldığı bugünden düne  doğru yol alındığında Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) hararetli tartışmaların merkezi olarak dikkat çekiyor. Türkiye İşçi Partisi (TİP), az sayıda milletvekili ile 1960’lı yıllarda Meclis kürsüsünden  dönemin sağ hükümetini ABD ile kamuoyundan gizli anlaşmalar yapmakla suçluyor, anlaşmaların açıklanması için bastırıyor. Demirel hükümetine gensoru veriyor, Meclis araştırması için bastırıyor.

O dönemin tutanaklarına bakıldığında,  Şanlıurfa Milletvekili Behice Boran ile Türk edebiyatının önemli kalemi gazeteci, yazar, siyasetçi Çetin Altan’ın ABD ilişkileri konusunda zaman zaman Adalet Partisi (AP) milletvekillerini sinirlendiren konuşmalarının damga vurduğu görülüyor.

“Ne sizin adınız Johnson, ne de benim adım Pol”

Altan, partisinin hükümete verdiği gensoru önergesinin 13 Temmuz 1966 günü yapılan  gündeme alınıp alınmama müzakeresinde, “Tutup da yabancı bir devlet Türkiye'de bizim hayrımıza, bizden daha çok bu memleketi sevmez, düşünmez. 1920 Amerikası Wilson prensipleri içinde Sevr'de bütün Türkiye'yi bölmeye kalkarken düşünmüyordu da birden bire mi gönlünün arzusu ortadaki 46 senede değişti?” diye soruyor. Altan, “ Bu kadar kolay değişmez bu tip memleketlerin başka memleketler üzerindeki görüşleri, arzuları, niyetleri! Müşterek düşünülür arkadaşım, müşterek. Biz de düşüneceğiz, siz de düşüneceksiniz. Ne sizin isminiz Johnson, ne benim ismim Pol” diyor.

 TBMM tutanaklarında Çetin Atan’ın 13. 7. 1966 tarihli konuşmasının bazı bölümleri şöyle:

ÇETİN ALTAN (İstanbul) —Biz Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerin normal ilişkiler ötesinde bâzı üzücü gelişmeler gösterdiğini bu yıl Meclisin açıldığı tarihten bugüne kadar gücümüzün yettiği, dilimizin döndüğü kadar ortaya koymaya çalıştık. Gerek Hükümet programında, gerek bütçe tenkidinde Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerin normal ilişkiler ötesinde bir gelişme, bir görüntü, bir toplumda rahatsızlık yaratacak cinsten, tatsız ve gerçek mahiyeti bilinmeyen, Türkiye Devletinin egemenliği ile ilgili, bâzı tasarruflar olduğunu vesikalarıyla ortaya koymaya çalıştık.

Günlük olaylara bakalım;  27 Mayıs 1966 günü Devrim kutlama töreninde, Adana'da Türkiye Cumhuriyeti Devleti valisinin yanında, oradaki İncirlik hava üssünün Amerikan albayı tebrik kabul ediyor Türkiye'de. E bunun dostlukla, Türkiye'nin Amerika'sız yalnız kalacağı iddiasıyla bir ilgisi olamaz. Ve böyle bir şey yeryüzünde ne görülmüştür, ne de işitilmiştir; bağımsız bir devletin kendisine ait bir bayramında bir yabancı devlete mensup bir askerin vali ' ile birlikte tebrik kabul etmesi... Birtakım broşürler,  ki burada önümdedir - talebelere, işçilere, halka bedava dağıtılmaktadır ve arkasında yazar; «Amerikan Haberler Merkezi». Okuyayım isimlerini : «A. B. D." nin iktisadi kalkınmasında yabancı sermayenin rolü.»

Ama burada bir devletin başındakilerin, bir Parlâmentonun, bütün arkadaşlarımızın, hepimizin bu asgari müşterekte hakikaten heyecanlı, hakikaten titiz, hakikaten dikkatli olmamız gerekir. Tutup da yabancı bir devlet Türkiye'de bizim hayrımıza, bizden daha çok bu memleketi sevmez, düşünmez. Niye düşünsün? 1920 Amerikası Wilson prensipleri içinde Sevr'de bütün Türkiye'yi bölmeye kalkarken düşünmüyordu da birden bire mi gönlünün arzusu ortadaki 46 senede değişti ?

 Bu kadar kolay değişmez bu tip memleketlerin başka memleketler üzerindeki görüşleri, arzuları, niyetleri! (A. P. sıralarından gürültüler) Müşterek düşünülür arkadaşım, müşterek. Biz de düşüneceğiz, siz de düşüneceksiniz. Ne sizin isminiz Johnson, ne benim ismim Pol. Onun için bunu, sözlerimin başında da arz ettim ki, size düşen, geniş parti, iktidar partisi olmanız hasebiyle size düşen bir görevdir ve daha rahat kabul edilir diye gündem dışı bir konuşma talep ettim , verilseydi bunu teklif edecektim sizlere.

ÇETİN ALTAN (Devamla) — Sayın Başkanım, bu işin gerçekten ciddî olduğunu ve günden güne da daha büyük bir ciddiyet kazandığını ortaya koymaktadır. Hepimiz kendi evlerimize gittiğimiz vakit burada ne kadar birbirimize bakarak hoşumuza gitse veya gitmese gibi gösteriler de yapsak vicdanımızla başbaşa kalınca bunun doğru olduğunu kendi kendimize itiraf ederiz. Bu sadece benim vicdanım değil, hepimizin olması gereken vicdanıdır. 1966 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Meclisinin vicdanı olması gereken bir oluştur. Senin vicdanın, benim vicdanım meselesi değildir sayın arkadaşım. Senin vicdanın, benim vicdanım diye bu işi ayırırsak o zaman buraya Amerika'lıların milletvekillerini getirerek onlara karşı konuşmamız gerekir.

ŞADI PEHLİVANLIOĞLU (Ordu) — Türk Milletine hakaret etme, bu şekilde konuşamazsınız. Meclise hakaret etme.

 ÇETİN ALT AN (Devamla) — Bunlar kolay lâflar kardeşim. Türk Milletine hakaret böyle olur, benim konuşmamla olmaz. Öyle kolay: «Türk Milletine hakaret etme.» Peki kim soktu oraya albayı?

 27 Mayısta tebrik kabul ediyor Türkiye Cumhuriyetinin valisiyle?.. Bendeniz mi? Yapmayın efendim, yapmayın, samimî olarak bir şeyler arz etmeye çalışıyorum. Bir çoğunluk imkânına sahip olmak, bir memleketin istikbâlimi, egemenliğini gölge altında bırakmak hakkını vermez kimseye... Hepimiz sadece vatandaşa, seçmene karşı değil, tarih önünde de sorumluyuz, gelecek çocuklara karşı da sorumluyuz. Bunu da biraz vicdan gözünde, akıl gözüyle, iyi niyet gözüyle görmemiz gerekir. Sade bugün yaşayan insanlara karşı sorumlu değiliz, .gelecek çocuklara karşı da sorumluyuz bu memlekette. Her hangi bir muayyen zamanda çoğunlukta olmak, tutup da Devletin egemenlik nitelikleri üstüne gölge düşürmek hakkını kimseye vermez yeryüzünde.

ÇETİN ALTAN (Devamla) — Sayın milletvekilleri, tutup da havada sözlerle meselenin üstünden bir külleme yapmak ölçüsünde bir iş değil bu. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemenliğine gölge düştüğü hususunda bütün Türk aydınlarında bir ittifak belirmeye başlamıştır. Türkiye'nin petrol meselesinden, Türkiye'nin Parlâmentodan geçmemiş ikili anlaşmaları meselesinden, barış gönüllüleri meselesinden, her hangi bir iktidarda bulunan siyasinin bir Amerikalı albaya casusluk yaptığı rivayetinden, gönderilen dağıtılan broşürlerden, okullara sızan birtakım milyonlarca dolara malolmuş broşürlerden, el sıkan albaydan tutup hava meydanından bazookalarla para götüren çavuştan ve her gün üniformasını seyrettiğimiz bir yabancı askerden Türkiye'nin üstüne korkunç bir gölge düştüğü hususunda Türkiye'nin aydınları ittifak halinde olmaya başlamışlardır. Buna karşı Hükümet susamaz. Ben polis hafiyesi değilim, demek yetmez. İkinci bir örnek yok Türkiye'nin bugünkü durumunda bir başka memlekette. O hale gelmiş bulunuyor Türkiye.

Buna karşı alınması gereken tedbirleri biz burada arz ederken, ikili anlaşmalardan bahsederken, Sayın Millî Savunma Bakanı, «yalan» diye bağırmıştır. Sonra Sayın Harciye Balkanı bu ikili anlaşmaların yeniden gözden geçirilmesi gerektiği hususunda demeçler verdi. Amerika'¬ da bunları kökünden değiştirmeye razı olmayız diye ayrıca demeç verdi, Hani yalandı bizim söylediğimiz sözler? Şimdi bugün de (bu sözlerin ne kadar doğru olduğunu çok kısa zamandaki olaylar gene teker teker önümüze serecek. Ne kadar çabuk bu meselenin görüşülmesini ve Hükümetin sorumluluğunun ortaya çıkarılmasını elbirliğiyle desteklersek kendi vicdanımıza karşı da o kadar çeşitli lâfların belini büktüğümüz halde Amerikan meselesindeki Türk dışı siyasetinin ne olduğunu hiçbir şekilde anlatamadığımız Türk halkının, Türk vatandaşının da önünde bir parça daha açık bir alınla, bir parça daha rahat bir göğüsle, kalb ile çıkabiliriz. Yoksa onun anlayamayacağı sözleri söyleyerek, gerçeği kendimizin dahi bilmediği meselelerde Devlet idare ediyorum zannetmek, bir İtalyan mizah yazarı Pappini'nin ‘Gog'da ki hikâyesine benzer. Devlet idare ediyorum zanneden insanlar da o Devleti satın almış bir adam idare eder aslında.

 Çetin Altan’ın 12. Nisan 1967 tarihinde Urfa Milletvekili Behice Boran ve 2 arkadaşının, ‘Amerika Birleşik Devletleriyle memleketimiz arasında akdedilen ikili Anlaşmalar konusunda bir Meclis Araştırması yapılmasına dair önergesi münasebetiyle’ konuşması şöyle:

“ Ölü evinde dans etmek teklif edilemez”

ÇETİN ALTAN (istanbul) — Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bâzı meseleler vardır ki, insan onu söyleyemez, yani ağzından öyle bir teklif çıkamaz. Meselâ, «ölü evinde dans etmek» teklif edilemez. Edilirse ne olur? Edilemez, yürekten gelmez, dudaklar bu teklifi telâffuz edemez.  Bir memleket bir yabancı Devletin boyunduruğu altında mı, değil mi? Mesele bu. 24 tane gizli anlaşmanın kaybolduğu ilân edilmiş Türkiye'de, 24 gizli anlaşma yok ortada. Ve Türkiye'nin millî egemenliğinin temsilcisi olan s bir arkadaşın ağzından teklif getiriyor.

15 dakika konuşulsun. Bâzı yerlerde bâzı teklifler yapılamaz arkadaşlarım. 15 dakika konuşulsun, 5 dakika konuşulsun mesele o değildir, mesele, böyle bir teklifi yapabilecek bir ortamda nasıl olup da boy atabilmiş olmaktır. Nasıl yapılabilir böyle bir teklif? Türkiye bugün, ben iddia ediyorum Meclis kürsüsünden, eğer bu anlaşmalar ortaya çıkmazsa ihanete uğramış durumdadır.

CELÂL NURİ KOÇ (Kars) — İhanet sizden geliyor.

ÇETİN ALTAN (Devamla) — 15 dakikalık teklifler bunun yan yoldan konuşulmasını arzu etmemek eğilimlerinin aynı zamanda bir yankılanmasıdır. Sizler arkadaşlarım, istemiyorsunuz, Türkiye'de Amerikan emperyalizminin tenkit edilmesini. Ya, bundan gizli çıkarlarınız vardır, tenzih etmek isterim hepinizi.. (A. P. sıralarından gürültüler) Yahut da meselenin farkında değilsiniz. (A. P. sıralarından gürültüler)

BAŞKAN — Rica ederim, hatibe müdahale etmeyiniz, rica ederim, müdahale etmeyiniz.

ÇETİN ALTAN (Devamla) — Bütün Batı basınında, bugün Avrupa'nın Amerikan sultasından çıkması istikametinde hareketler olmaktadır.

Sırf bu sebepten Amerikan Başkan Yardımcısı bir Avrupa seyahatine çıkmıştır. Bunları aranızdan, ola ki vakit bulup da izlemeyenler bulunabilir, ama bir havası vardır bir memlekette yaşamanın. 56 tane gizli anlaşmayı biz burada ortaya attığımız vakit, bendim yine konuşan, Sayın Genel Başkandan sonra. Millî Savunma Bakanı «yalan» diye bağırdı, zabıtlarda tespit edilmiştir. Şimdi Hariciye Bakanı bu anlaşmaların olduğunu kabul etmiştir. Hangisi yalanmış sözlerin? Mesele, bir başka yürekle eğilmektir dâvaların üstüne, bir başka yürekle. İnsanın içi sızlamalıdır. Memleketinin 35 000 000 metrekarelik arazisi üstünde, kendisinin giremeyeceği bir yabancı bayrak dalgalanırken; içi sızlamalıdır. 56 anlaşmadan 24 ünün Hariciye Bakanlığı arşivlerinde bulunmadığı en yetkili organlar tarafından söylenirken, içi sızlamalıdır. Kendi kanunlarına aykırı olarak birtakım radyo istasyonları çalışırken içi sızlamalıdır.

Sayın Başbakanın da ifade ettiği gibi, bâzı anketlerin casusluklar için yapıldığı itiraf edilirken Sayın Başbakanın kendisinin tamimi vardır resmî daireleri, «Amerikan uzmanlarının istediği anketlerin hepsine cevap vermeyiniz, cevap verirken dikkatli olunuz» diye. Bu kadar önemli bir meselede, bunun daha önemlisi olamaz. Bir memleketin burada bilinerek veya  bilinmeyerek hiyleli yoldan veya desise ile, Mustafa Kemal'in dediği gibi, satılık olup olmadığının meydana çıkmasıdır bunların (konuşulması. 15 dakika konuşulsun. Nasıl insanın içinden gelir, nasıl dudakları bunu telâffuz edebilir, nasıl verebilir bu önergeyi? O önergeyi yazan kalem, nasıl çalışmış kâğıt üzerinde, bu iki satırı koymak için? Mesele 15 dakika meselesi falan değil.

Burada biz tutup saatlerce, saatlerce birtakım meseleleri konuştuğumuz olmuştur. Parlâmentoda bir memleketteki gizli anlaşmaların kaybolup, olmadığını araştırma meselesinde konuşmaktan başka ne konuşulur? Yani sadece gündem dışı konuşmalarla bir belirli bölgeye selâm göndermek midir milletvekilliği yapmak? Burada saatlerce, zaman zaman çeşitli, çeşitli hikâyelerin ne kadar uzadığını benden çok daha iyi bilirsiniz. Ne zaman ki, Amerikalılarla Türkiye arasında bu anlaşmalara ait bir mesele gelir, ya böyle bir şey yoktur, diyerekten bâzı arkadaşlar feryad ederler, sonra şaşırıp kalırlar. Çünkü anlarlar ki, vardır böyle bir mesele. Yahut da 15 dakika konuşulsun veya hiç konuşulmasın.. Niçin hiç konuşulmasın, yahut 15 dakika konuşulsun? Çıksın, bu araştırmayı yapmalıyız, Tarihte her Parlâmentonun bırakacağı sıfatlar vardır. Bizim de içinde üyesi bulunduğumuz bu dönemi acaba yarınki tarihe hangi sıfatla intikal edecektir? «Mesleklerini en iyi yapan üyelerin bulunduğu bir devre miydi?» diyecekler, yoksa «Pek o kadar işin farkında olmayanların topluluğu» mu diyecekler? Bütün bunların vebali, sadece bizim omuzlarımızda değil, çocuklarımızın da omuzlarında yüklüdür. Ama bu vebal böyle 15 dakikalık önergelerle taşınmaz. Beş dakikaya indirin ne çıkar? Çünkü dünya  kamuoyu dahi bilmektedir ki, Türkiye bugün Amerika'nın yanında eşit dostluk içinde değildir. Eşit dostluk içinde olsa idi, Sayın Cumhurbaşkanı Amerika gezisinde, «Eşit dostluklarla ancak dostluklar devam edebilir» cümlesini kullanmazdı. Hangi eşit dostluk? Bunu söylerken, siz de biliyorsunuz ki, Amerika ile Türkiye eşit dostluk içinde değildir. (A. P. Sıralarından gürültüler, «önerge ile alâkası yok» sesleri) Amerikan bayrağını.. ((Gürültüler)

BAŞKAN — Rica ederim efendim, onu ancak Riyaset takdir eder. Esasen Riyaset bakıyor ve takiibediyor, rica ederim.

ÇETİN ALTAN (Devamla) — Barış gönüllüleri burada 450 tane, dolaşmaktadır. Burada kazara ailenizden bir tanesine bir Amerikan arabası çarpsa, Türk mahkemelerinde dâvasını yürütemezsiniz.

BAŞKAN — Sayın Altan, esasa girmeyin lütfen.

ÇETİN ALTAN (Devamla) — Bu meselelerin araştırılmasını teklif ediyoruz. Bu meseleler ayan beyan ortaya çıksın, şu memleketin bugünkü sahipleri olmanın verdiği sorumluluğu yerine getirelim diyoruz ve 15 dakika konuşulsun. Ben 15 dakika süresinin teknik yönden üzerinde durmuyorum.

MEHMET ALİ AYTAŞ (İzmir) — Çok bile.

ÇETİN ALTAN (Devamla) — Beyefendi, siz satarlarsa memnun olursunuz. Gayet tabiî çok. Parasını zatıâlinize mi verecekler Ayıptır böyle söylemek. «Çok bile!..» Bir yabancı memleket, gelmiş memleketinize bayrağını çekmiş, çok bile...

BAŞKAN — Sayın Aytaş, rica ederim. Müdahale etmeyiniz, sizin hakkınız yok.

ÇETİN ALTAN (Devamla) — Gizli anlaşmalar... Çok bile... Peki beyefendi peki. Sizin 'bu anlayışınız karşısında konuşmak beyhudedir burada.

MEHMET ALİ AYTAŞ (İzmir) — Sayın Başkan, ne söylediğini bilmiyor bu.

ÇETİN ALTAN (Devamla) — Zatıâliniz bu memleketin ne durumda olduğunu...

(BAŞKAN — Karşılıklı (konuşmayın. Sayın Aytaş... Rica ederim Sayın Aytaş, size ihtar veriyorum. Rica ederim efendim.

ÇETİN ALTAN (Devamla) — Sizlerden istirhamım 15 dakika meselesi değildir. Bâzı şeyler vardır teklif edilemez : Ölü evinde dans etmek gibi. Türkiye'nin Meclisine, bir yabancı Devlet ile gizli anlaşmaların, üstelik de kaybolduğu iddiası ortaya çıkarılan bir meselede araştırma önergesi verilirse, orada 15 dakika, hiç konuşulmasın gibi sözler teklif edilemez, bu taleplerde bulunulamaz...

BAŞKAN — Sayın Altan hiç konuşulmasın teklifi yoktur.

ÇETİN ALTAN (Devamla) — Bulunursa tarih hepimize bakarak teessüf eder arkadaşlar, teessüf eder. (Benim sözüm bu kadar, beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim. (T. 1. P. Sıralarından alkışlar)