TÜRKİYE'NİN 'ÇALINTI SORU' TARİHİ
BİRİNCİ BÖLÜM
Müebbet hapis cezası almış, davasının Yargıtay'daki temyiz sonucunu bekleyen Gülen cemaatinin önde gelen bir ismi, yanındaki diğer mahkûmlarla dertleşiyor.
15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin FETÖ tarafından gerçekleştirildiğini reddediyor. Diğer bütün operasyonların 'memleketin selameti' için yapıldığı görüşünde.
Israrlı ve cemaatin 2007'den bu yana yaptıklarını somut biçimde ortaya koyan sorulara bile Fethullah Gülen'e (80) ve cemaate toz kondurmadan yanıt veriyor. Her şey bir yanılsama ona göre.
Reddetmediği tek bir başlık var. Sınav sorularının çalınması!
Gülen'in sohbetlerindeki tavrına benzer bir halet-i ruhiyeye bürünerek yanıtlıyor, "Soruları çalmak haram değil mi?" sorusunu:
"Değil. Kâfirle savaştır bu. Bizim çocuklarımız değil de onlar mı girsinler devlete? Elbette bir şeyler yapmak zorundaydık."
Cezaevinde Gülen cemaati mensuplarıyla bulunmuş, hele ki üst düzey cemaat mensuplarıyla sohbet olanağı bulmuş farklı isimlerin anlatımlarında da benzerlikleri görüyorsunuz.
Devletin düzenlediği sınavlarda soruların çalınması, Gülen cemaati mensuplarına göre, 'devletin menfaatleri' ile ilgili bir konu.
Varlığını devlet kadrolarına sızmak için kuran bir yapılanmanın, mensuplarını bir biçimde ikna etmesi, bundan yararlanarak kimselerin sahip olamadığı hayatları yaşayanların da kolayca ikna olması sürpriz değil.
Üstelik, hem Gülen cemaati mensuplarının cezaevlerinde fısıldadığı bilgilere, hem de uzun zamandır konuşulan iddialara göre, soruların çalınması konusunda FETÖ öncü ve hâkim olabilir ama yalnız değil. Başka cemaatler, tarikatlar, yapılanmalar da devlette yer edinmek istiyor ve benzer yolları izliyor.
Sınav sorularının çalınması mümkün olmadığında, yine de kolaylıklar var.
Bir türlü kaldırılmayan mülakat sistemi, mülakatların yargı kararlarına rağmen kamerasız biçimde yapılması, devlet kadrolarını yeniden ve 'güvenilir' addedilen yapılardan dizayn etme isteği türlü olanaklar sunuyor.
* * *
"Hizmet Hareketi içerisinde hizmet hareketinin ahlaki ilkeleri ile değil de 'amaca götüren her yol mübahtır' ahlaksızlığıyla hareket eden bazılarının var olduğuna iyice kanaat getirdim. Lafı hiç eğip bükmeden ifade edeyim: Lafa gelince 'kem alatla kemalat olmaz' deyip, icraata gelince peşinde olduklarını iddia ettikleri Fethullah Gülen yerine Niccolo Machiavelli'yi kendilerine mürşid edinenlerin iki cihanda da yatacak yeri yok!...
Burada bahsini ettiğim, kamu sınavlarında soru çalma iddiaları… Daha önce de bazı şüphelerim olmakla birlikte, maalesef 'Hizmet Hareketi' içinde bulundukları halde Hizmet'in H'sini anlayamamış bazı andavallıların bireysel olarak bu melaneti yaptıklarına artık iyice kanaat getirdim… Bir dost sohbeti sırasında, bu tür bir kepazeliğe imza atmış biriyle konuştuğunu söyleyen çok güvendiğim bir meslektaşım, o kepazeliğe imza atan adamın hâlâ doğru bir şey yaptığını savunduğunu 'Hizmet için gerekirse aynısını tekrar yapmakta gözünü bir lahza olsun kırpmayacağını' söylediğini aktarınca, doğrusu şok oldum. 'Hizmet'i ve 'Hizmet'e gönül vermiş milyonlarca tertemiz masum insanı lekeleyen, kim olduğunu ve konumunu bilemediğim bu yüzsüz adamın yapıp söylediklerine dair ilk tepkim 'Kimmiş o adam? Söyle de gidip yüzüne tüküreyim!' oldu. Üç beş genci kendi kabiliyetleri ve başarılarıyla gelmeleri mümkün olmayacak kamudaki üç beş kıytırık yere sokmak adına işledikleri bu kepazelik… Bu işe karışanlar her kimse, öncelikle ilkelerine ve değerlerine ihanet ettikleri Fethullah Gülen Hocaefendi'den ve adlarını lekeleyip alın terlerine, helal emeklerine halel getirdikleri 'Hizmet Hareketi'nin tek tek her ferdinden zinhar özür dilemeliler, aflarını istemeliler."
Bu ifadeler, bir dönem Fethullahçı yapılanmanın medya ayağında yer alan Bülent Keneş'e ait. Darbe girişiminden bir süre sonra Twitter hesabından yaptığı açıklamayla "Hizmet hareketi" diye nitelendirdiği cemaatle yollarını ayırdığı duyuran Keneş, -Fethullah Gülen'i ayırt etmekle birlikte- 'herkesin bildiği sırlardan' olan 'soru çalma' konusunu, firari olarak bulunduğu yurt dışına gittikten sonra eleştirdi. Keneş'e göre, soru çalma 'sistematik bir eylem değildi' ama sorular çalınmıştı. Bütün bunlar cemaatin tepe kadrosuna yönelik bir başka grubun eleştirel bir dil tutturmasından kaynaklı olabilir. Ancak kullanılan terminoloji ve kabul edilen 'sınav sorularını çalma' gerçekleri, cezaevindeki FETÖ mensuplarının anlatımlarıyla örtüşüyor.
Kesin olan bir gerçek var. Fethullah Gülen yapılanması, uzun yıllardır başkalarının hakkını gasp ederek sınav sorularını çaldı ve kendisine yakın isimlerin, hakkı olmayan okullara, kadrolara girmesini sağladı. Fethullah Gülen cemaatinin; başta yargı, mülki idare ve emniyet olmak üzere devletteki kadrolaşmasının temeline döşenen yollardan birinin 'soru çalma düzeni' olduğu anlaşıldı.
17/25 Aralık sürecinden önce cemaate, kendi arzu ettiği şekilde 'hizmet' demeyen, Gülen'in hasletlerini dile getirmeyen kim varsa üzeri işaretleniyordu.
'Hangi sıfatla kime hizmet' sorusu, o gün de bugünkü kadar geçerli.
Devleti yönetenlerin, iktidar partisi AKP'nin nasıl olup bir dini yapılanmayı açık açık bu şekilde nitelendirebildiği sorusu da hâlâ etraflı bir yanıt bulmuş değil.
Birkaç muhalif bir araya gelip öğrencilerle 'dayanışma komitesi' kursa tankıyla tüfeğiyle orada biten devletin ve istihbaratının da bir dini yapılanma için 'hizmet' ifadesini kullanarak, "Biz onları dini bütün, alnı secde gören insanlar sandık" diyebilmesi başlı başına ayrı bir tartışma.
Ve 'göz yummak', 'yol vermek', 'yardım etmek', 'destek sağlamak' 'ilişmemek' gibi eylemleri yapanlar, bu tartışmanın bir parçası.
Dâru'l harb ve sınav soruları
Dâru'l harb, İslami terminolojide önemli bir kavram.
Kimi mezhepler, 'İslam'ın egemen olmadığı yerlerde verilen bu savaş sırasında işlenen günahların, günah sayılmayacağını' varsayıyor.
Görüşler muhtelif.
Hangi eylemin günah olacağından, hangi ülkenin dâru'l harb alanı olduğuna kadar uzanan geniş bir tartışma var.
Ancak kesin olan bir şey var ki, başta Gülen cemaati olmak üzere, bazı tarikat ve cemaatler, toplumsal sözleşmeyle kendilerini bağlı saymıyor. Bu yapılara göre, İslamcı bir siyasal düzeni egemen kılmaya yönelik hareketler TCK'ya göre suç olsa da aslında ne suç ne de günah!
Sınav sorularının çalınması da cemaatin bu kapsamda organize ettiği, organize suçlardan. Günah sayılmayan, seküler hukuka göre suç olsa da suç sayılamayacak, ülkeyi ve siyasal İslamcı amacı önceleyen bir eylem.
Fethullah Gülen hakkında dava açan ve gizlice yapılmış kaset kayıtlarının ardından tasfiye edilen dönemin Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel
1999 tarihli rapor ve Gülen'in kaçışı
28 Şubat döneminin kudretli Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) savcılarından Nuh Mete Yüksel, 1999'da Fethullah Gülen hakkında soruşturma başlattığında, cemaat yeni bir faza geçti.
70'lerden bu yana hareketini ilmek ilmek ören Gülen'in cemaati, 1990'ların başından itibaren devasa bir büyüme içine girmişti. Devletin tepe kadrolarıyla içli dışlı olmuş, yurtdışında açtığı okullar sayesinde, devletin de desteğiyle, çok sayıda ülke lideriyle istediğinde görüşebilen bir yapılanma söz konusuydu. 'Hoşgörü', 'diyalog' ve 'hizmet' o dönemde de temel terminolojiydi.
Ankara DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, kasetlerindeki konuşmalar ana akım televizyonlarda yayınlanan, açık açık orduya, mülkiyeye, emniyete ve yargıya sızarak hedefe ulaşabileceklerini anlatan Fethullah Gülen ile ilgili soruşturma başlattığında, cemaat için yeni bir örgütlenmeye gitme vakti gelmişti. Gülen, Mart 1999'da yurtdışına gitti ve bir daha dönmedi.
1999'daki bu soruşturma, Ankara Emniyet Müdürlüğü'nce "Emniyetteki Fethullahçı Örgütlenme" başlığıyla hazırlanan rapor nedeniyle açılmıştı ve dosyaya Gülen'in kasetleri de eklenmişti.
Dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral (solda) ve yardımcısı Osman Ak
Bu rapor önemli. Dönemin Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak tarafından hazırlanan ve yine dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral tarafından 1999'da üst mercilere gönderilen Gülen cemaati raporu, tehlikenin boyutunu gözler önüne seriyordu aslında. Ancak raporun ardından Osman Ak görevden uzaklaştırıldı. Bir süre sonra Cevdet Saral ve ekibi hakkında "Telekulak çetesi" davası açıldı.
Raporda ne vardı?
Aslında raporun kaynağını Emniyet Genel Müdürlüğü'nün ihbar üzerine, 8 Şubat 1999 tarihinde müfettiş görevlendirmesi oluşturuyordu. 1. Sınıf Emniyet Müdürü ve Polis Başmüfettişleri Ahmet Saraç, Mustafa Maktav ile Özgül Eser, bunun üzerine İstihbarat Daire Başkanlığı'ndan çalışma yapılmasını istedi. İstihbarat Daire Başkanlığı da istihbarattan sorumlu Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak'a konuyu araştırma talimatı verdi. Ak'ın hazırladığı raporda, Gülen cemaatinin MİT ve polis teşkilatına sızma girişimleri açıkça belirtiliyordu.
18 Mart 1999 tarihinde 'çok gizli' kaşesiyle hazırlanan ilk raporda, Gülen, uzun uzun anlatılıyordu:
"Fethullah Gülen, alışılmış din adamı profilinden uzak, din adına farklı söylemleri bulunan, kimi zaman sfenks kadar sessiz, kimi zaman Atatürk'ü övmeye gerek duyan, kimi zaman 8 yıl kesintisiz eğitime destek verecek kadar reformcu, rejim yandaşı ve aydın bir düşünür, kimi zaman da farklı dinlerin temsilcilerine dünya barışı adına çağrılar yapacak, hatta papa ile fikir teatisinde bulunabilecek kadar da enternasyonal yanı güçlü biri olarak görüntüler vermektedir. Tarikat mensupları da baş imam Fethullah Gülen'den aldıkları fetvalar doğrultusundaki davranışları ile kendi düşüncelerinin zıttı olanlara karşı 'hile mübahtır' yöntemini geliştirmektedirler. Fethullah Gülen'in yeterli bir din eğitimine ve bilgisine sahip olduğu kuşkuludur. Dini bütünüyle bilmeyen, fakat itikatlı olduklarına inanan insanları iyi keşfetmiş, üstün bir zekâ sahibi olduğu söylemleri de gündemdedir. Âlim olmayı gerektirmeyen dini hikâyeleri ızdırap yüklü ses tonu eşliğinde sohbetlerinde gözyaşı suyu ile kişilerin manevi alanlarına nüfuz edecek şekilde anlatan ve kişileri istediği yöne sevk etmeyi başarması, birçok entelektüel kesimin kendisinden etkilenmesini sağlamıştır."
Gülen'in şifreleri
Bu rapora ek olarak hazırlanan raporda ise Gülen'in konuşmalarındaki şifreler özetleniyor, emniyete, TSK ve MİT'e sokulacak gençlerin hangi aşamalardan geçtikleri anlatılıyordu:
"Gülen, konuşmalarında, 'kışla, süvari, er, cephe, ordu, mevzi, nefer, asker' sık sık kullanıyor. Bir yandan hasım cepheyi, mükemmel işleyen haber alma teşkilatıyla içinden tanırken, öte yandan da 'hasım cephenin aynı faaliyetleri kendi içimizde sürdürmesine müsaade edilmemeli' tarzındaki mantalitesi ile de emniyet istihbarat birimlerini ele geçirme teşebbüsündeki niyeti açıkça ortaya çıkmaktadır… Işık evlerinden sorumlu imamlar cemaat içinde çok etkin. Bu imamlar 6 ayda veya bir yılda değişir. Evin maddi girdisi ve çıktısıyla ilgilenir, yukarıdaki imamlara rapor verir. Bu evde genel 4-5 kişi yaşar. Umumiyetle kiralanır. Evlerde insanlara yaklaşım tarzları özellikle öğretilir. Fethullah Gülen'in sesli ve görüntülü kasetleri izlenir, lise ve üniversite öğrencileri kalır. Cemaat, üç sac ayak üzerine kurulmuştur. Işık evler, ağabeyler ve talebeler. Bu evlerde belirli bir süre kalan öğrencilerden, beklenen düzeye geldiği anlaşılınca cemaate adam kazandırması istenir. Yeni ilişki kurulan öğrenciler, ders çalışmak bahanesi ile evlere davet edilir. Öğrencilere dersleri konusunda yardımcı olunur. Zamanla bu öğrencilere sesli ve görüntülü kasetler izletilir ve Fethullah Gülen'in kitapları okutturulur. Cemaat mensuplarına kendilerinin beklenen nesil, beklenen cemaat, Türkiye'yi kurtaracak cemaat, peygamberin hadisi ile övülmüş cemaat olduğu vurgulanmaktadır. Cemaatin en güçlü olduğu eğitim kurumları, ışık evleri, yurtlar, kolejler, finans kurumları, esnaflar, holdingler, talebeler. Mesleki örgütlenme şeklinde de doktorlar, öğretmenler, avukatlar, polisler yer almaktadır."
Rapor DGM'ye gitti, Gülen Türkiye'den kaçtı, Ankara Emniyeti dağıtıldı
Raporda, Gülen'e "mehdi" gözüyle bakıldığı da vurgulanıyordu. Rapor, ayrıca, cemaat ile bağlantısı bulunan, doğrudan cemaat içinde yetişen polisleri de işaret ediyordu. Kıyamet de tam bu nedenle koptu. Rapor, DGM'ye teslim edilip soruşturma başlatılınca Gülen ABD'ye kaçtı. Ankara Emniyeti'nin tepe kadroları ise bu rapordan sonra açılan 'Telekulak' davaları nedeniyle darmadağın oldu.
Gülen hakkında gıyabında dava açan Nuh Mete Yüksel ise, bir süre sonra 'özel hayatına ilişkin video kasetin ortaya çıkmasıyla' DGM'ye veda etmek zorunda kaldı. Başta 'işkencecileri korumak ve işkencelere katılmak' olmak üzere hakkında yıllar içinde öne sürülen çok sayıda iddiadan soruşturulmayan Yüksel, cemaat davasının ardından kasetle tasfiye edilmişti.
Ancak Yüksel'in Gülen'le ilgili açtığı davanın iddianamesi ilginç. 2000 tarihli iddianamede, Gülen'le ilgili suç tarihi, '1989'dan itibaren' olarak ifade ediliyor.
İddianamede, 'silahsız terör örgütü lideri' olarak anılan Gülen'in 10 yıla kadar hapsi isteniyor. Yüksel'e göre Gülen'in temel amacı 'İslam diktatörlüğü kurmak.'
15 Temmuz'dan sonra ortaya atılan iddialar zaten biliniyordu
İddianame ilginç çünkü 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden sonra açılan davaların iddianamelerinden bir farkı yok. Daha 2000 yılında, Gülen cemaati ile ilgili tüm iddialar açıkça Nuh Mete Yüksel'in iddianamesine yazılmış.
İddianamede, Gülen'in emniyette ve yargıda örgütlü olduğu, orduya sızma çabaları bulunduğu belirtilirken, cemaatin Maltepe Askeri Lisesi'ne sızmak için özel bir çaba harcadığı aktarılıyor. Burada okuyan bir öğrencinin sözleri de yer alıyor iddianamede:
"Maltepe Askeri Lisesi'ne girdikten sonra bize 'Sahabi mertebesine ulaştığımızı, kurallara uymadığımız taktirde Allah tarafından cezalandırılacağımızı' söylediler. Maltepe Askeri Lisesi imtihanlarına girmeden evvel, imtihanlar için Sultanbeyli'de yeni açılmış bulunan isimsiz bir dershaneye gittik, ayrıca devam etmekte olduğumuz evde de bizlere ders verildi, bu arada Fethullah Gülen ile ilgili video kasetler izlettirildi ve teyp kasetleri dinlettirildi. Maltepe Askeri Lisesi imtihanları için bizlere form doldurttular. Ömer isimli şahıs bizleri Sultanbeyli'de bulunan belediye arazisinde koşturuyordu, ayrıca daha önceki yıllarda Maltepe Askeri Lisesi imtihanlarında sorulan soruları ezberlettiler, mülakatta neler yapacağımızı anlattılar. Bilahare Murat Yanık ile birlikte Maltepe Askeri Lisesi'nin imtihanlarını kazanıp İzmir'e geldik."
Nur talebesinin anlatımları
Fethullah Gülen hakkındaki bu davada önce suçun kapsamı değiştirildi. Daha sonra bir grup emniyet mensubunun tanıklığıyla Gülen'in Şartla Salıverme Yasası kapsamına sokulan davası yeniden açıldı ve beraatine hükmedildi. 'Laikliğin kalesi' olarak görülen dairelerden, binlerce insanı terör suçundan mahkûm eden Yargıtay 9. Ceza Dairesi de Ergenekon soruşturmaları henüz başlamadan önce bu beraat kararını onadı. Sonunda, Nuh Mete Yüksel'in açtığı davadan Gülen aklanarak çıktı.
Oysa iddianamede, 1980'lerin sonundan itibaren Maltepe Askeri Lisesi'ne sızmak için soruların öğrenci adaylarına ezberletildiği açıkça yazıyordu. Gülen'in amacı ve hedefleri de. Örgütün yapılanma şekli de.
15 Temmuz'dan sonra savcılar, iddianameleri yazarken, Yüksel'in iddianamesinden epey yararlanmış olmalılar…
Örneğin şu satırlar, 15 Temmuz 2016 sonrası açılan davaların iddianamelerinden değil, Yüksel'in iddianamesinden. Nurcu bir talebinin anlatımları:
* Gülen romantik bir insandır. Cemiyet bireylerinin gözünde mehdi, yani son kurtarıcıdır. Duyumlarını öte taraftan almaktadır. İnsan ötesi bir yaratık olarak tanıtılır. Biz öyle inanmıştık.
* Gülen'in nihai hedefi ve rüyası Türkiye liderliğinde İslam birliği ve tanrının sözünün içtimai hayata egemen olmasıdır.
* Şifre kendisinin deyimiyle üç kelimedir. İman - hayat - iktidar. Said - i Nursi buna göre imanî dirilişi sağlamıştır. Bu safha imanı hayata geçirme ve yaşama safhasıdır. Altın nesil de iktidarı sağlayacaktır.
* Cemaat tek tip insan yetiştirme gayreti içerisindedir. Hedef kitle ortaokulun son sınıfındaki ve liselerdeki gençlerdir. Çünkü gençlerin en cahil olmakla birlikte en idealist oldukları devir odur.
* Büyümenin iki kolu vardır. Okuyan gençler ve esnaf.
* Harp okullarına ve askeri liselere sokulacak gençler bir gizlilik derecesinde eğitilir.
* Çocukların lise çağında hafta sonlarında gördükleri ilgi ve belki sıcak ev yemekleri bu çocukları cemaat elemanı yapmak için çok bile.
* Cemaatin iyi elemanları dershane veya ışık evlerinde yetişir.
* YÖK ve MEB'in 5-6 sene evvel başlattığı proje ile yeni üniversitelerin kadro ihtiyacını karşılamak üzere yurtdışına binlerce öğrenci gönderildi. Bunların devlete maliyeti senede (kişi başı / T24) 40 bin ABD Doları. Cemaat bu fırsatı da iyi yakaladı. Çünkü gönderilen öğrencilerin büyük bölümü dinci bir örgüt mensubu. Amerika, İngiltere, Fransa başta olmak üzere okuyan yüzlerce örgüt elemanı var.
Herkesin bildiği sırlar
Aslında Nuh Mete Yüksel'e kaset komplosunun Gülen cemaatince kurulduğu herkes tarafından biliniyordu. Hatta yargının ve emniyetin içerisinde kimin cemaatçi olup olmadığı da biliniyordu. Sadece meslektaşları ya da siyasiler değil, gazeteciler, avukatlar, hemen herkes cemaat mensuplarını tanıyordu. Zaten kimse 1996 yılında başlayan 28 Şubat sürecinden sonra kendini gizleme gereği de duymuyordu. Bunun istisnası TSK'ydı. TSK'da farklı bir yapılanma ve gizlilik esastı.
YARIN: AKP'ye kapatma davası ve sonrasında cemaat atamaları ve patlayan sınav skandalı