Gündem

Çandar: İktidarın ülkeyi savaşa götürmesi çok zor ama bu şuursuzlukla her şey mümkün

"Ankara’nın 'Fırat’a düşen senaryoları'ndan sonra her şey mümkün"

17 Şubat 2016 17:00

Radikal yazarı Cengiz Çandar, Türkiye’nin PYD’ye karşı başlatmış olduğu top atışları ve Suriye’ye olası kara harekâtı için, “İktidarın ülkeyi savaşa götürmesi çok zor ama bu şuursuzlukla her şey mümkün” dedi. YPG'nin Azez'e doğru ilerlemesi ve Türkiye'nin bu konudaki açıklamalarını da değerlendiren Çandar, “Ankara’nın 'Azez Senaryoları' dün sabah saatleri itibarıyla berhava oldu” diye konuştu. Çandar, “İktidar, Suriye politikasında, arka arkaya aldığı siyasi, diplomatik ve askeri yenilgi karşısında “özü Kürt düşmanlığı olan bir ortak zeminde milliyetçi birlik-beraberlik” üretme gayretiyle ve “milli bekamız uğruna, yedi düvele kafa tutuyormuş” havası vererek, kendisini sağlama almaya kalkıyor” ifadesini kullandı.

Çandar’ın Radikal’de “Ankara'nın ‘Fırat'a düşen senaryoları’...” başlığıyla bugün (17.02.2016) yayımlanan yazısı şöyle:

Önceki gün “Stratejik Derinlik” isimli kitabın yazarı Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu Ukrayna’da (15 Şubat)  Suriye konusunda “kükrerken” dinledim. Ateşli sözlerini filtreden geçirince, ortaya çıkan, aslında, Türkiye’nin “stratejik derinliği”nin 15 kilometreye indirilmiş olduğu hazin gerçeğinden başka bir şey değildi.

Türkiye’nin başbakanı bir “özgüven maskesi”nin arkasında PYD-YPG’ye ilişkin şu sözleri sarfetti:

“Türkiye’nin müdahalesi olmamış olsaydı şu anda Tel Rifat ile Azaz’ı ele geçirmiş olacaklardı. Azaz’a bir buçuk kilometre kadar yaklaştıkları için uyardık… YPG’yi uyardık. Fırat’ın batısına geçmeyeceksiniz, Azaz’a da yaklaşmayacaksınız. Şimdi de uyarıyoruz yaklaşmayacaklar.”

Bilmeyenler için belirtelim: Türkiye sınırı ile Azaz (ya da Azez) arası 15 kilometre kadar. Tel Rifat 25 kilometre. Geçtiğimiz cuma-cumartesi (12-13 Şubat) Afrin’den doğuya ilerleyen YPG’nin eline geçen Menag hava üssünden güneydoğusundaki Tel Rifat’ın arası 6 kilometre. Dolayısıyla Azaz da yaklaşık aynı uzaklıkta.

Bu arada, içinde başta Davutoğlu’nun yer aldığı “karar verici”den edindiği bilgilere dayanarak yazdığı izlenimi veren Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin dünkü yazısında şu satırlara yer vermişti:

“Başbakan'ın “Azez'in düşmesine izin vermeyeceğiz” sözünü biraz açmak istiyorum.

Azez-Tel Rıfat arası ele geçirilirse Türkiye'nin ılımlı muhalefetle bağı tamamen koparılmış olacak.

Azez ve Tel Rıfat'ın YPG'nin eline geçmesi hayat damarımızın kopması anlamında görülüyor.

Peki böyle bir tehlike var mı?

Var. Hem de tehlike kapımıza dayanmış durumda.”

Birkaç gün öncesinden ise şu satırlar:

“… Yaşadığımız tüm mağduriyete rağmen Suriye konusunda BM kararları çerçevesinde ve koalisyon ortaklarıyla birlikte hareket ediyoruz. O nedenle TSK’nın Azez’e girmesi gibi bir planlama söz konusu değil…

Muhalefetin nefes alması için Mare hattının açık tutulması gerekiyor. Mare hattı kesilirse muhalefetin tüm ikmal kanalları kapanmış olacak. Bunun için fiili bir güvenlik hattının çekilmesi gerekiyor.

Artık tampon bölge ya da güvenli bölge seçeneklerini geçtik, güvenli hat dahi stratejik öneme haiz hale geldi. O nedenle Tel Rifat-Mare arasındaki 20 km’lik güvenli hat oluşturulmaya çalışılıyor.”

Ve, önceki akşam saatlerine, 15 Şubat Pazartesi akşamüstüne geri dönelim; Ahmet Davutoğlu, Ukrayna’da kükremesinden birkaç saat sonrasına:

YPG, Tel Rifat’ı ele geçirdi! (YPG’yi Ceyş el-Thuwwar-Devrimciler Ordusu adı altındaki Arap ve Türkmen müttefikleriyle birlikte oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri adlı koalisyonun belkemiği gibi görmek daha doğru. Halep’in kuzeyinde faaliyet halinde olan sadece YPG değil, söz konusu koalisyon)

Dahası, Tel Rifat’ı ele geçirdiği gibi, gelip Mare’ye dayandı. Mare’nin kan dökülmeden teslim edilmesi için an-Nusra ve Ahrar eş-Şam gibi Selefi (Ankara’nın sözünü ettiği “ılımlı muhalefet”) örgütlerle görüşmeler yapıldığı haberleri dün sabahın erken saatlerinde gelmekteydi.

Yani, Ankara’nın “Azez Senaryoları” dün sabah saatleri itibarıyla berhava olmuştu; Başbakan Davutoğlu’nun “kükreyen” görüntüsü havaya gitmişti.

(Tabii, böylelikle, Angela Merkel’in “uçuşa yasak bölge”ye desteğinin de pratik bir anlamı kalmadı.)

Peki, Davutoğlu’nun söylediği gibi YPG’nin Azez’e girmemiş, uzaklaştırılmış olmasına ne demeli?

Azez’e birkaç kilometre ötede olmak “uzaklaştırılmak” ise tamam. Ama asıl soru şu olmalı:

YPG’nin Azez’e gireceğini kim söyledi?

Gelin, PYD çevreleriyle uzun süredir güvenilir bir haber trafiğine sahip Amberin Zaman’ın Washington’dan yazdığı ve Diken’de 13 Şubat Cumartesi günü yayımlanan yazısındaki satırları dikkatle izleyelim:

“… Karşılıklı pompalanan dezenformasyonu bir kenara koyduğumuzda durum kabaca şöyle: YPG güçleri Fırat’ın batısına doğru ve eş zamanlı olarak Afrin’den de doğuya doğru ilerleyerek Azaz’ın güneyinde bir koridor oluşturuyorlar.

YPG’nin birincil hedefi bu alanı güneyden kuzeye doğru ilerlemekte olan rejim güçlerinden önce kapmak. YPG’nin evvelki gün yine Azaz’ın güneyinde bulunan Menag hava üssünü ele geçirmesi bu stratejinin parçası…

YPG’nin sonraki hedefi arada sıkışacak IŞİD güçlerini ABD’nin hava desteğiyle kuşatıp temizlemek. Zaman içerisinde de kantonları birleştirmek.

YPG Azaz’a şimdilik girmek niyetinde değil.”

Bu yazıyı okumuş olanlar, Başbakan Davutoğlu’nun “YPG’yi Azez’den uzaklaştırdık” şişinmesinin hiçbir gerçekliğe tekabül etmediğini duydukları anda anlamışlardır ya da biliyorlardı.

Azez’e şimdilik girme niyeti olmayan ve kendisine Tel Rifat’a girme yasağı konmuş olan YPG, Davutoğlu bu açıklamaları yapmasından birkaç saat sonra Tel Rifat’a geliyor ve Mare’ye dayanıyor.

Birkaç ay önce, Türkiye’nin ABD ile birlikte Carablus-Mare hattını IŞİD’den temizleyerek “PYD’ye yasak” bir “güvenli bölge” oluşturacağı Ankara tarafından güvenle ilan ediliyordu.

Bu hesap da Mare ile birlikte Fırat’ın akıntıları arasında kayboldu gitti.

Türkiye’nin bu art arda gelen “diplomatik” ve dolaylı biçimdeki –Rusya faktörü ve ABD ile NATO’nun arkalamaması nedeniyle alınan-  “askeri yenilgiler”in başlıca sebebi, Ankara’daki “karar verici”nin gerçeklerden kopmuş bulunması ve kendisine inşa ettiği bir hayal dünyasında yaşıyor olması.

Basit bir örnek: Başbakan Davutoğlu’nun sözleri:

“… Eğer Rusya’nın Suriye’deki rejimi destekleme konusunda en güçlü enstrümanı nedir diye sorarsanız bu YPG’dir. Suriye krizinin başından itibaren de Suriye rejiminin en önemli enstrümanlarından biri yine YPG’dir…”

Bu sözleri, Amberin Zaman’ın “karşılıklı pompalanan dezenformasyon” tespitinin bir örneği olarak görülebilir. Ama, bence daha vahimi, “dezenformasyon” olması ihtimali ve söylediklerinin doğru olmaması bir yana, Davutoğlu’nun bu söylediklerine gerçekten inanıyor olması ihtimalidir. “Gerçeklerden kopma” ve “kendi inşa ettiği hayal dünyası”nda yaşama hali tam da budur.

 Rusya, Suriye’ye 30 Eylül 2015’te “askeri müdahale”ye başladı ve birincil amacının rejimi ayakta tutmak olduğunu açıkça bildirdi.

Yani, Rusya’nın Suriye’deki rejimi destekleme konusundaki en güçlü enstrümanı, YPG filan değil, bizzat kendisidir; Rus silahlı kuvvetleri ve özellikle Rus hava kuvvetleridir.

Lazkiye’de, Akdeniz kıyı şeridinde, Şam’da ve çevresinde Rusya rejimi ayakta tutmak için YPG’ye mi dayanıyor? Orada YPG var mı?

Peki, Suriye savaşının tüm dengelerini değiştiren Halep çevresindeki son askeri harekâtta YPG’yi mi dayanıyor?

Hayır. Oradaki “enstrümanı”, Suriye ordusu.

YPG’nin Menag’ı ele geçirmesi, Tel Rifat’ı alması ve Mare’ye yüklenmesi, Davutoğlu’nun değerlendirmesinin tam tersine, PYD-YPG’yi “Suriye rejiminin en önemli enstrümanlarından biri” olduğunu değil, tersine, onun “rakiplerinden biri” olduğunu ortaya koyuyor

İktidar, Suriye politikasında, arka arkaya aldığı siyasi, diplomatik ve askeri yenilgi karşısında “özü Kürt düşmanlığı olan bir ortak zeminde milliyetçi birlik-beraberlik” üretme gayretiyle ve “milli bekamız uğruna, yedi düvele kafa tutuyormuş” havası vererek, kendisini sağlama almaya kalkıyor.

Kendisini iyice sağlama almak için ülkeyi bir savaş macerasına sürükleyebilir mi?

Çok zor. Bu konuda önünde çok engel var. Ama, “şuursuzluk” sonucu herşey mümkün.

Özellikle, Ankara’nın “Fırat’a düşen senaryoları”ndan sonra…