Gündem

Can Dündar, Silivri’den yazdı: Sur’da, Cizre’de, Silopi’de yaşananların yanında bizimkisi tatil sayılır

"Ama yine de hapislik işte; tecrit"

01 Ocak 2016 09:56

"Terör örgütüne yardım, casusluk ve devlet sırlarını ifşa etmek" Cumhuriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar , Adana'da durdurulan MİT TIR'larının içinde silah ve mühimmat bulunduğunu ortaya koyan belgeleri yayınladıkları nedeniyle tutuklu bulunduğu Silivri Açık Ceza İnfaz Kurumu’ndan yazdığı yazısında “Sur’da, Cizre’de, Silopi’de, Ege Denizi’nde yaşananların yanında bizimki tatil sayılırdı; ama yine de hapislikti işte; tecritti” dedi.

Can Dündar'ın Cumhuriyet'te "Silivri’de yeni yıl mönüsü" başlığıyla yayımlanan (1 Ocak 2016) yazısı şöyle:

Silivri’deki ilk günümün sabahında avluda bir ses duydum. Bir şey düşmüştü sanki...

Üstünde kuş bile uçmayan bir avluya, gökyüzünden ne düşebilirdi ki?

Hemen çıkıp baktım. Evet; tıpkı masaldaki gibi gökten üç elma düşmüştü.

Bir gazeteye yan yana sarılıp sımsıkı paketlenmiş üç kızıl elma...

Gazeteye küçük bir not iliştirilmişti:

“Hoş geldiniz.”

Bunun yandaki hücreden yollanan bir hediye paketi olduğunu o zaman anladım.

İki hücrenin arasında yedi metrelik bir kalın duvar vardı. Korku duvarını aşanları birbirinden ayıran duvar... Semaya uzanan duvarı bir çelik tel taçlandırıyordu.

Belli ki elmalar, güçlü bir kolun mancınığıyla büyük bariyeri aşmayı başarmıştı.

Bitmedi.

Arkasından sıcacık, demli çay geldi.

Plastik bir soda şişesinin içinde... Yine bir gazeteyle sarmalanmış halde... Yanında kesme şekerleriyle...

Bu da komşuya komşu hücrenin “hoş geldiniz” paketiydi. Bir çekirge çevikliğiyle iki duvarı aşıp bana ulaşmıştı.

Bütün mobilyası, bir plastik masa, bir plastik sandalye ve bir demir karyoladan ibaret olan bir tutuklu için, ilk sabahına sıcak çayla uyanmak ne nimet...

Artık gökten mucize bekleyen bir mümin gibi gözümü semaya dikmiş, meçhul komşumun ne yağdıracağını bekler olmuştum.

Biraz sonra o günün gazetesi geldi. Duvarın ardından... Peşinden de “hoş geldiniz” sesi...

Bu kalın ses, hediyelerin geldiği yönden, aynı tel örgüyü aşarak çarpıyordu avlunun soğuk sarı duvarına...

Göğe doğru bağırarak cevap vermeye çalıştım.

“Mazgaldan konuşun” diye akıl verdi ses...

Avlunun ortasındaki mazgala eğilip teşekkür ettim.

O zaman anladım ki bu, kıdemli tutukluların, çaylaklar için düzenlediği bir “hoş geldin partisi” idi.

Gökten gelen çayla, yerden gelen ses, ilk gün şaşkınlığını dağıttı.

Komşum, Nokta Dergisi’nin Yazıişleri Müdürü Murat Çapan’dı.

Onun yanındaki ise, derginin Genel Yayın Yönetmeni Cevheri Güven...

İkisiyle de tanışmıyorduk. Silivri’de de hiç yüz yüze gelemedik. Sadece hücrelerimizin açıldığı uzun koridordan geçerken küçük gözetleme penceresinden gözlerini görüyordum. Ama o izolasyondaki armağanlarıyla yalnızlığımı paylaştılar.

Küçük şeylerden mutlu olma sanatıysa hayat, cezaevi bir konservatuvar...

Kara çikolata

Önceki sabah, sayımdan sonra yine Murat’ın gür sesini işittim. Bu kez hediye paketinde sıcak kaşarlı tost vardı.

Nasıl olur?

Tost makinesine izin verilmiyordu ki?

Üzümü yedim, bağını sormadım.

Ertesi gün duruşmaya çıkacaklardı. Yaptıkları kapakla halkı isyana teşvikten yargılanacaklardı.

Mazgaldan teşekkür ederken tahliye dileğimi ilettim.

Nihayet 29’u sabahı koridorda, mahkemeye giden komşularımın ayak sesleri işitildi. Öğleden sonra da tahliye haberleri geldi.

Akşama doğru son paket düştü avluya...

Yine sıcak kaşarlı tost.

Ve içinde bir not:

“Dualarınız için teşekkürler... Buruk bir sevinç var içimde... İyi komşuluk ettik. İyi olmayan şey, size tostun tarifini veremeden gidiyorum. İmza: Murat”

Komşudaki dostun tostunu yerken ikinci paket düştü avluya...

Bu kez Cevheri’den “bitter” çikolata...

“Bitter”, gerçek anlamına kavuştu o anda...

Aynı zulmün esirleriydik. “En iyi gazeteci tutuklu gazetecidir” diye düşünen bir zihniyetin, ilk duruşmada boşa çıkarılacak abuk sabuk iddialarla, muhaliflerini içeri atıp gözdağı verme hırsının tutsağıydık.

Sur’da, Cizre’de, Silopi’de, Ege Denizi’nde yaşananların yanında bizimki tatil sayılırdı; ama yine de hapislikti işte; tecritti.

Bazen sıcak bir bakış, bazen sıkı bir el sıkış, bazen meçhulden gelen bir haykırış, seni kafesten çıkarıyor, özgürleştiriyordu.

Akşam, avlu kapısı kilitlendikten sonra, gidişlerini işittik koridorda...

“Allah kurtarsın” diye seslendiklerini duyduk, geride kalanlara...

“Allah, Türkiye’yi başına gelen dertten kurtarsın” dedik cevaben... O dert bitince, herkes kurtulacaktı zaten...

***

Dilek feneri

Sol yanımdaki iki hücre boş şimdi...

Neyse ki Silivri’nin emlakçısı boş durmuyor, her gün yeni kiracı adayları buluyor.

Artık hapishaneler yetmiyor.

Ama burada gördüğümüz gibi, zamanında buralara esir sevk edenler gün geliyor buraya sevk ediliyor. Biz Silivri’yi müze yapana dek, böyle gider bu...

O da yakındır; sanıldığından da yakın...

Yeter ki umudu, inancı, savaşımı elden bırakmayalım.

Bu ümitle Silivri’nin taş avlusundan bir dilek feneri uçuruyor, herkese aydınlık bir yeni yıl diliyorum.

Hürriyetin kıymetini bilin.

(Not: Sevgili Murat. Galiba tostun sırrını çözdüm. Yeni yılın ilk mönüsü, sıcak bir kaşarlı olacak. Gözünüz aydın. Dostlukla.)