Gezi davası nedeniyle yargılandığı davada 18 yıl hapis cezasına çarptırılan avukat Can Atalay, Silivri Cezaevi'nden Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremin ardından yaşanan yıkıma ilişkin olarak, "Bu çarkın önemli dahi olsa bir dişlisi olan müteahhitlerle sınırlı bir yargılama ile zamana oynamalarına izin verilmemelidir. Bütünlüklü bir soruşturma yapılması için ısrarlı bir mücadele olmazsa sınırlı bir yargılamanın sonucu; bu yıkımın, acımızın hakkı olmaktan çok uzak olur" değerlendirmesini yaptı. Atalay, "Yıktıkları kamuculuktur, yıkılan piyasacılıktır! Ayakta kalan, ayakta tutan 'dayanışma'dır" dedi.
Atalay, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, "Müteahhitler gözaltına alınıyor. Peki onları merkezine alan bir soruşturma ve yargılama yeterli mi? Böyle bir yıkımın, bunca cenazenin sorumlusu deprem güvenliğinin sağlanmasını dahi rant kapısı yapan bu düzeni göz göre göre inşa edenler değil mi? Bu çarkın önemli dahi olsa bir dişlisi olan müteahhitlerle sınırlı bir yargılama ile zamana oynamalarına izin verilmemelidir. Bütünlüklü bir soruşturma yapılması için ısrarlı bir mücadele olmazsa sınırlı bir yargılamanın sonucu; bu yıkımın, acımızın hakkı olmaktan çok uzak olur. 1999 Ağustos’unda yaşadığımız Marmara depremi yahut aynı yılın kasım ayında yaşadığımız Düzce depremi sonrası günlerce, aylarca hatta yıllarca kamuoyunun meşgul olduğu, daha doğrusu meşgul edildiği ne oldu anımsıyor musunuz?" denildi.
Atalay şunları kaydetti:
"Müteahhitle sınırlı, esas soruna ve sorumlulara ulaşmayan bir yargılama sonucunda alınabilecek cezanın üst sınırı belliydi. O cezaları alanlar dahi yeniden müteahhitliğe dönebildi. Peki, 99 depreminin sorumluları ile ilgili etkin bir yargılama yapılmamasının nedeni olan mevzuatta bu yönde iyileştirmeler yapıldı mı? Ya da yargı verdiği kararlarla bir yol açtı diyebilir miyiz? Yanıt çok kısa; Hayır!
6 Şubat yıkımının ve insanlarımızın katliam denebilecek şekilde ölümünün nedeni olan suç çok büyüktür. Bu suça iştirak edenler hem çoktur hem de iktisadi, siyasi nüfuzları son derece yüksektir.
Doğrudan halkımızın denetleyicisi kılınmadığı bir yargılamada sadece müteahhitler, teknik elemanlar ve alt-orta düzey bürokratlarla sınırlanmış bir yargılama ne bunca yıkımın, ölümün hakkı olan ne de bundan sonrası için “caydırıcı” denebilecek bir içtihatla sonuçlanmaz.
Deprem ülkesinde yaşadığımızı biliyoruz değil mi? Depremi üreten fayların yerlerini, nasıl hareket ettiklerini ve nasıl yıkımlar yaratabileceğini hem biz hem de başta siyasiler olmak üzere tüm merkezi ve yerinden yönetim kuruluşları biliyor değil mi? Bu bilgiye “risk” diyoruz.
"Önlemlerin rant için alınmadığına şahidiz"
Yani olabilecek olan tehlikelere ilişkin bir bilgimiz ve bu tehlikelerin sonuçlarını azaltmak/gidermek için bilimsel bilgimiz, teknik imkanlarımız var.
Fakat bu “risk” bilinmesine ve alınabilecek önlemler bilimsel olarak açıkça olmasına karşın sistemik olarak önlemlerin, esas olarak da rant için alınmadığına her birimiz şahidiz.
Yıkılan üç beş binadan değil, yiten on binlerce candan, kentlerden söz ediyoruz. “Risk” öngörülmüş, bilimsel ve teknik olarak yapılması gereken biliniyor ve bu riske ilişkin alınması gereken önlemler sistemik biçimde alınmamış.
İnsanların ölüm ihtimalini görmüş ve yapması gerekenleri yapmamış müteahhitlerin TCK’nın 21/2. maddesi uyarınca olası kastla insan öldürmek ve yaralamaktan ya da olası kastla kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi suçundan yargılanmaları talep edilmelidir.
"Bu sistemik ihmalin bütün sorumluları yargı önüne çıkarılmazsa o müteahhitlerin yine çok az cezalarla kurtulma riski vardır"
Diyelim bir ilk oldu ve müteahhitler olası kastla insan öldürme/yaralama iddiası ile yargılanmaya başladılar. Bu sistemik ihmalin bütün sorumluları yargı önüne çıkarılmazsa o müteahhitlerin yine çok az cezalarla kurtulma riski vardır. Müteahhitlerin ilk elden yapacakları kendisinin değil, bu rant çarkının filanca dişlisinin sorumlu olduğu savunmasının boşa çıkacağına ilişkin halkın etkin denetimi ve tüm ama tüm sorumluların yargılanması dışında tutunacağımız hiç bir dal yoktur.
"Bu yıkım, binaların yıkılmasından ibaret değildir"
Sistemik olanı, deprem güvenliğinin önüne rantı koyan tüm sorumluları ihmal edip soruşturmayı/yargılamayı çarkın bir kaç dişlisi ile sınırlayan hiçbir soruşturma ve yargılama yiten canlarımızın hukukunu da gelecek kuşaklarımızın hakkını da teslim edemez.
Hesap sorulurmuş gibi yapılmamalı insanımızın, halkımızın hakları hakkınca tesis edilmelidir. Bu yıkım, binaların yıkılmasından ibaret değildir.
Yıktıkları kamuculuktur; yıkılan piyasacılıktır. Ayakta kalan, ayakta tutan “dayanışma”dır. Kardeşçe yaşayacağımız toplumsal yapıyı yeniden inşa edebilmek için “adaleti” de dayanışmayla, hep birlikte tesis edeceğiz. Kaybettiklerimize sözümüz olsun.