Özel Dosya

‘Kurban eti dağıtılır gibi verildi cenazelerimiz'

Objective desteğiyle hazırlanan "Soma'nın En Sıcak Yazı" dizisinde 2. bölüm: İnek ahırı yapar gibi bize sormadan evleri yapmasınlar, bizi bari şimdi insan yerine koysunlar

17 Temmuz 2014 03:06
Duygu Durgun

‘Soma’nın En Sıcak Yazı’nı geçen aydan başlayarak T24’te takibe almıştık. Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı desteğiyle hazırladığımız dosyanın ikinci bölümünde Soma’daki hayatı iki farklı kadının gözünden anlamaya çalışacağız bu kez.

Misafir olacağımız ilk ev Soma faciasında eşini kaybeden Selda’nın evi. Kendi halinde bir ev kadını iken facia sonrasında bambaşka birine dönüşen bu genç kadının sesi madencilerden bile yüksek çıkıyor. Hemen her eylemde ön saflarda yer alıyor. Öfkesini, en dolaysız, en vurucu ifadelerle çok net ve yüreklice seslendiriyor. 

Ardından Soma’nın yarım asır öncesine uzanacağız. Madenci olmak, madende yaşamak nasıl bir şeydi, şartlar her zaman bu kadar zor muydu? O zaman da madencilik kölelik anlamına mı geliyordu? Bu dönemi bize madende çocukluğunu geçirmiş bir emekçi olan Hayriye Ülker anlatacak.

Ama önce geçen ay Soma sokaklarında dolaşırken tanık olduğumuz acı sessizliğin yerini iki aydır biriken çaresizliğin beslediği öfkeye bırakmış olduğunu söylemekle başlayalım.  

13 Mayıs’ta yaşanan maden katliamının 60. günündeyiz.  Çok sıcak bir temmuz günü. Sokaklardaki Ramazan sessizliği Hükümet Meydanı’nda toplanmaya başlayan işçilerden yükselen sloganlarla kesiliyor zaman zaman. Kültür Park’ta yaklaşık 50 maden işçisi ise 12 gündür madencilere verilen sözlerin tutulması için oturma eylemi yapıyor. Birazdan iki grup birleşecek ve Soma’da yeni bir işçi mitingi daha yapılacak. Zira burada hemen her gün bir hareketlilik yaşanıyor. Parktaki işçiler ise artık oturma eylemlerini sonlandırmaya karar veriyorlar. Çünkü önlerinde yeni bir hedef var, Ankara… 

Birkaç gün önce Somalı esnaf madenciler için bir destek yürüyüşü yapmıştı. Ardından şu anda süresiz olarak kapalı olan Soma Holding’e ait Işıklar ve Atabacası ocaklarının açılmasını isteyen bazı işçiler yürümüştü. Yürüyüşe katılmayan çok sayıda işçi de mevcuttu. Ocakların açılması için yürüyen arkadaşlarını “Hükümet destekli yürüyüşe katıldınız” diye eleştiren maden işçileri Kültür Park’taki direnişlerinin ardından seslerini artık daha kitlesel bir çıkışla, bu kez DİSK’in öncülüğünde Ankara’da arıyorlar. Önceki akşam Soma’dan alkışlarla uğurlanan madenciler taleplerini bir kez daha Meclis önünde haykırmak istiyor. Bugün itibariyle Soma’da Ankara’dan gelecek iyi haberler beklenirken madencilerin iş kıyafetleri ve baret taktıkları için Meclis’e alınmadıkları haberi geliyor…

 

‘Bunlar Soma’nın iyi günleri, daha kötüsüne hazırlanın’

Soma’da facia sonrası farklı sendikalar arasında ciddi bir rekabet yaşanıyor bu süreçte. İşçiler hangi sendikaya dâhil olacaklarının kararını vermeye çalışırken iyi sendika-kötü sendika algısı konusunda sürekli bir gel-git yaşanıyor. Bu ayrım elbette iktidar yanlısı ve karşıtı olarak durulan yere göre değişiyor. Tabii bir de "mahalle baskısı” faktörü var. Örneğin A sendikası etrafında toplanan işçilerden biri, yaptıkları köy ziyaretlerinde farklı sendikaya mensup arkadaşlarının “Ama A sendikası işçileri eylemlere götürüyor. Polis saldırısına ve gözaltılara maruz bırakıyor” görüşünü dile getirdiğini anlatıyor. Bir başka sohbette ise B sendikasının, işçiler ayrılıp A sendikasına geçmesinler diye işçilerin ifadesini alıp onları korkutmaya çalıştıkları anlatılıyor.

“Bunlar daha Soma’nın iyi günleri” diyor bir işçi. “Yakında çok daha kötü günler göreceğiz. Burada herkes birbirinin kuyusunu kazmaya çalışıyor.” Soma esnafı ise ekonomik krizden yakınıyor. Facia sonrası ilçede ekonomik hayatın ciddi ölçüde etkilendiğini belirten esnaf kendi kredi borçlarının derdine düşmüş. 

Soma’da faciadan sonra yaşamı her geçen gün biraz daha ağırlaştıran faktörlerden en önemlisi, bundan sonra ne olacağı sorusunun facianın üzerinden iki ay geçmiş olmasına rağmen tatminkâr şekilde cevaplanmamış olması. Bu soruyu dul madenci eşlerinden tutun, farklı ocaklarda çalışan işçilere, çocuklara, esnafa kadar herkes soruyor. Şimdilerde daha yüksek sesle, meydanlarda…

Sesini yükseltenlerden biri de eşi Gazi Osman’ı 38 yaşında madene kurban veren iki çocuk annesi Selda.

‘Kahve köşelerinde oturmaya devam edenler,
benim eşim boşuna mı öldü?’

“Verilen sözler tutulana kadar direneceğiz”, “Üreten biziz yöneten de biz olacağız”, “Dilenci değil emekçiyiz, sadaka değil hakkımızı istiyoruz”… İşçiler facianın 60. gününde oturma eylemini alkışlarla sonlandırıp Hükümet Konağı’nın önünde düzenlenen foruma doğru yürüyor. Selda da aralarında. “Korkuyor musunuz Somalı madenciler? Korkmayın” diye sesleniyor kalabalığa. “Bizim eşlerimiz sustukları için öldüler. Benim eşim sustuğu için öldü. İşten çıkartılırım diye korktuğu, evime ekmek getiremem diye kaygılanıp sustuğu için. Ama şimdi siz de susarsanız sizin de karılarınız eşsiz, çocuklarınız yetim kalacak. Korkmayın madenciler! Siz kimseden hiçbir şey dilenmiyorsunuz. Siz hakkınızı arıyorsunuz. Eğer kahve köşelerinde oturup susmaya devam ederseniz ben de sorarım size, bizim eşlerimiz boşuna mı öldü?”

Meydanı dolduran herkesin tüylerini diken diken eden konuşmasında “Bizim eşlerimiz madenci kölesiydi” diye sesleniyor topluluğa. “Küçücük kürekleri ile kendi mezarlarını kazdı onlar. Kamyonlara doldurulup miting alanlarına götürülürken hiçbir zaman fikirleri sorulmadı bizim eşlerimizin. Korktukları için bir şey diyemediler. Miting alanlarında eşlerimizi köle yaptılar. Bizim eşlerimiz köle miydi?” 

 

’13 yaşında, birbirimize
mektuplar yazarak âşık olduk’ 

37 yaşındaki Selda ilkokul mezunu ve iki çocuk annesi. Soma’da kaybettiği eşinden sonra çocukları dışında artık kimsesi kalmamış. Isparta’dan gelmişler eşiyle Soma’ya. Gazi Osman bir süre madende çalıştıktan sonra çalışma koşulları kötü olduğu için işe devam edememiş, Isparta’ya göçmüşler tekrar. Ama kendi memleketleri de cömert davranıp kollarını açmamış onlara. İş bulamayınca çareyi geriye, Soma’ya dönmekte bulmuşlar. Gazi Osman, çalışma şartları kötü diyerek bıraktığı madenciliğe yeniden başlamak zorunda kalmış. Eynez ocağında birinci yılını doldurduğunda bu facia gelmiş başlarına. 38 yaşındaki kocasını madene kurban vermiş…

Miting alanlarında medeniyetten bahsedenlere sesleniyor Selda, incecik ama müthiş kararlı sesiyle “Gelin medeniyeti Soma’da görün, biz Soma’dayız. Sizi bekliyoruz” derken kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış insanlara mahsus bir gözüpeklilikle konuşuyor. Eşini 13 Mayıs’ta yitirmeden iki buçuk ay önce babasını, ondan önce de çok sevdiği dedesini kaybetmiş. Ailesinde ona sahip çıkan, onu seven üç erkek aynı yıl içinde teker teker kayıp gitmiş hayatından. Isparta’da Soma’ya gelişlerinde eşi Gazi Osman’a otobüs yolculuğunda söylediklerini hatırlıyor Selda, “Artık kimsem kalmadı hayatta. Soma’ya tek başıma geliyorum” diye sarılmış kocasına o zaman. Eşi, Selda’ya dönüp demiş ki “Bundan sonra senin baban da, annen de, eşin de benim. Sen hiç merak etme. Seni hiç bırakmayacağım.”

“Sözünü tuttu” diyor Selda. “Beni hiç üzmedi, benim sadece kocam olmakla kalmadı. Babam oldu, arkadaşım oldu, sevgilim oldu. Ben çocuklarımın birine sen benim dünyamsın, diğerine de sen benim nefesimsin derim. Eşim ise benim güneşimdi, benim hayatımdı. 13 yaşında âşık olduk birbirimize. Çocukluk aşkımdı. Aramızdaki bağ o kadar kuvvetliydi ki. Birbirimize mektuplar yazarak âşık olduk biz. Şimdi en çok işte bu yokluk acı veriyor.”

 

‘Seni banka borcun değil,
yarın ne olacak korkusu öldürür’

Selda, tarif edilemez acının 60. gününde bir yandan eşinin yasını tutarken bir yandan da yaşadıklarıyla bir hesaplaşma yaşıyor. Üstelik bu hesaplaşmayı Soma’da dul kalan tüm madenci eşleri adına yaşarcasına, yürekten hissediyor. İlkokul mezunu, ev hanımlığı dışında başka bir uğraşı olmayan kendi halinde bir kadın iken Soma’da yapılan her mitingde, her eylemde en ön safta onu görmek mümkün. Bu dönüşümü yaşadığının o da farkında. Adeta başka bir insan çıktı benim içimden, diye anlatıyor. 

Aslında Soma’daki binlerce maden işçisi aynı hesaplaşmayı kendi kendine yapıyor kuşkusuz. Ancak bunu yüksek sesle dile getirmek konusunda Selda’ya kıyasla daha çekingen ve ürkekler. Ah şu korkular olmasa! İşsizlik korkusu, gelecek korkusu, borçlarını ödeyememe korkusu, insan içine çıkamama korkusu…

Selda, oradaki yüzlerce madencinin içinden çıkıp onları korkularıyla yüzleşmeye davet ediyor. Taşeron sistemini sorgulamaya, haklarını aramaya çağırıyor. “Geride kalanlar artık korkmasınlar. Bir ay ev kiranı, bakkala borcunu ödememek insanı öldürmez. Banka borcunu ödememek seni öldürmez ama yarın ne olacak korkusu var ya işte o öldürür. Bizim eşlerimiz bu yüzden öldü. Eşlerimiz maden işçisi değil, maden kölesi olarak kullanıldılar.”

 

'Kurban eti dağıtılır gibi verildi cenazelerimiz'

“Bu kadar paranın döndüğü, bu kadar kömürün çıktığı bu kadar insanın çalıştığı bir yerde insan hayatı hiçe sayıldı.  Madenden cesetlerinin köle gibi çıkartıldığını gördük. Eşimin cenazesini Kırkağaç’ta aldım. Bana bilgisayar monitöründen 236 cenazenin yüzünü gösterdiler. O yüzleri tek tek görmek zorunda kaldım. Yüzleri karıştıranlar, birbirleriyle kavga edenler oldu. Hani kurbanı kesersin de pay edilir ya, bu şekilde teslim edildi bize eşlerimiz. Ben kıyameti yaşadım orada. İnsanın en büyük korkusu ölüm. Ben ölümle iç içe yaşadım. Bütün bunlardan sonra artık korkabileceğim bir şey kalmadı.”

 

‘Koyun ahırı gibi bize sorulmadan ev yapılmasın’

Selda bundan böyle Soma’da yaşamak istemiyor. AFAD’da biriken yardım parasıyla madencilere yapılacak evlerde oturmayı ise aklından bile geçirmiyor. O evlerde yaşamak toplumdan tecrit edilmek, uzaklaştırılmak, hayat boyu o acıyı ve travmayı hatırlayarak yaşamak anlamına geliyor çünkü. 

“Önce bir sorsunlar bize, burada yaşamak istiyor muyuz istemiyor muyuz diye. İnek ahırı, koyun ahırı yapar gibi bize sorulmadan bu evleri yapmasınlar. Bari bizi şimdi insan yerine koysunlar. Verin bana AFAD’daki hakkımı ben dilediğim gibi kullanayım. Benim evimi buradan değil memleketimden, Isparta’dan alsınlar. Beni oraya yerleştirsinler. Bunu bile yapamıyor mu bu devlet?”

 

‘Ölmek kaderse, taşeronlar niye ölmedi?’

Selda, memleketi Isparta’ya dönüp başlayabilirse yeni bir hayata başlamak istiyor. “Ben ölüm madencinin kaderidir diyen kişileri anlamıyorum” diye devam ediyor. “Biz çalışmak zorunda olduğumuz için ölmek, öldürülmek zorunda değiliz. Bu insanların işe ihtiyacı varsa senin bunların koruman kollaman lazım. Taşeronların çoğu maden mühendisi. Bunlar okumuş insanlar üstelik. Bu insanların madencilere güvenli bir çalışma ortamı sağlaması gerek. Araştırın bakalım orada kaç taşeron hayatını kaybetmiş? Siz hiç duydunuz mu taşeronların öldüğünü? Peki, onlar niye ölmedi?”

 

‘Çocuklarımızı özel okullarda,
psikologlar eşliğinde okutsunlar’

“Ben istiyorum ki çocuklarımı nakış gibi işleyeyim. Çocuklarımın babası eğer hayatını bizler için kaybettiyse, o zaman benim çocuklarımın da Soma Kömürleri müdürleri ve taşeronlarının çocuklarının yaşadığı standartlarda yaşamaları, onların gittiği özel okullara gitmeleri lazım. Bu müdürlerin, bu taşeronların bizim çocuklarımızı kendi paralarıyla okutmaları lazım.  Benim eşimin hayatını bizler için feda etmesi eğer şimdiye kadar hiçbir şeyi değiştirmediyse o zaman bana eşimi geri getirsinler. Dünyayı önüme koysalar benim eşim geri gelmeyecek ama eğer bizim hayatımızı değiştirmek istiyorlarsa çocuklarımızı özel okullarda okutsunlar. Çocuklarım özel psikologlar eşliğinde eğitimlerine devam etsin. Çocuklarıma yeni bir hayat versinler. Ben şimdi çıkıp meydanlara haykırıyorsam çocuklarım için haykırıyorum.”

Selda, bundan sonraki süreçte hukukun işleyeceğine, sorumluların cezalarının verileceğine inanmıyor. Dava açmış olmak için dava açtığını anlatıyor. “Ayağı kopan bir madenci eşine demişler ki, keşke eşin ölseydi de sana tazminat verip kurtulsaydık. Benim bir arkadaşımın eşine de kocasını kaybettikten sonra 70 milyara ev aldılar. Bu bugüne dek bu düzen böyle gitti. Bu insanlar sustukça bu kölelik düzeni de böyle devam eder.”

 

‘Çocuklarıma babanız size ekmek
getirmek için mi öldü diyeyim?’

“Ben bu mahkemelerin doğru dürüst işleyeceğini hiç sanmıyorum. Soma Kömür İşletmeleri’ndeki tutuklamalarının tedbir amaçlı olduğunu düşünüyorum. Burada asıl sorumlular taşeronlardır. Taşeronlar madene işçi ile beraber girer; işçi ile beraber çıkarlar. Bu insanlar suçsuz olsalardı bize gelip bir baş sağlığı dilerlerdi. Alınları ak olsaydı kapımızı rahatlıkla çalabilirlerdi. Üç dört sene sonra bu tutuklanan insanlar da salıverilir. Nasıl Zonguldak unutulduysa Soma da birkaç sene içinde unutulur. Çocuklarıma hesap vermesi gerekenlere hiçbir şey olmaz. O hesabı çocuklarıma yine ben vermek zorunda kalırım. Benim çocuklarım bana soruyor; benim babamı kim öldürdü? Ben ne cevap vereyim şimdi? Korku mu diyeyim, sana ekmek getirmek için mi öldü diyeyim?”

 

‘Gaz maskeleri cenazeler çıkartılırken kullanıldı’

Soma’da konuştuğumuz pek çok madenci eşi gibi Selda da kaybettiği eşiyle rüyalarda konuşuyor artık. Birkaç gece önce kocasını, tertemiz iş kıyafetleri içinde görmüş. Gazi Osman,  madenden çıkmak için çok uğraştığını ve başardığını söylemiş eşine rüyasında. Eynez ocağının S panosunda çalışan ve hiçbiri kurtarılamayan kocaları hep şunu söylüyor onlara:

“Buradan çıkmak için çok uğraştık ama sesimizi duyuramadık. Ama bilin ki kurtulmak için çok çabaladık.”

S panosunda çalışan madenciler arasında madeni çok iyi tanıyan, herhangi bir kaza halinde ne yapacağını bilen, pek çok deneyimli madencinin öldüğünü söylüyor Selda. “O insanlar gaz maskeleri olmadığı için öldüler. O maskelerle 40 dakika dayanabiliyorsunuz, 40 dakika içinde mutlaka bir çözüm bulur ve oradan çıkardı madenciler. O gaz maskeleri, oksijen tüpleri ancak cenazeler çıkartılırken, o cenazeleri süslemek için kullanıldı.”

Selda’nın “nakış gibi işlemek” istediği çocuklarının geleceği için talepleri yerine gelip gelmeyecek mi göreceğiz. İstediği gibi memleketi Isparta’ya dönüp orada yeni bir hayata başlayabilecek mi, bunu zaman ve sunulan şartlar gösterecek.



50 yıl önce devlet
denetimindeki madende yaşam…

Gelecekle ilgili sorular bu kadar belirsizken gelin şimdi Soma’da 50 yıl öncesine gidelim. Madende yaşamanın nasıl bir şey olduğunu o dönemi yaşamış canlı bir tanıktan dinleyelim. Bugün Soma’da 301 canı kaybetmiş olmanın yanı sıra hangi değerleri de yitirdiğimizi Hayriye Ülker anlatsın.

Hayriye Ülker, madenciliğin 1950’lerden bugüne insani şartlar açısından geldiği noktayı anlamak bakımından canlı bir tarih. 70’ini deviren Ersoy, işçi ve memur çocuklarının birlikte aynı okula gittiği, futbol karşılaşmalarının yapıldığı, dönemin ünlü sanatçılarının gelip konserler verdiği, işçiler yeraltında çalışıyor diye onlar için fırınlarda daha büyük ekmeklerin çıkartıldığı bambaşka bir madenden söz ediyor




Ersoy’un ailesinde babasından amcalarına, erkek kardeşlerinden annesine madende çalışmayan neredeyse kimse yok. Kaldı ki o da bir maden emekçisi. Hayriye Ülker, hayatı boyunca Soma’da, madende yaşamış. Bir zamanlar Garp Linyitleri olarak da bilinen Ege Linyitleri’nde kantin işletmiş. 1988 yılında emekli olmuş. Emekli ikramiyesiyle yaptırdığı mütevazı evinde yaşamını sürdüren Hayriye Ülker’in madenle ilişkisi babasının Türkiye Kömür İşletmeleri’ne bağlı Ege Linyitleri’nde 1950’lerde işçi olarak girmesiyle başlıyor. Babasından adeta bir mitoloji kahramanı gibi bahsediyor. “Babam Üstem Ülker, madende ustabaşı olarak çalışırdı. Kendine kendine İngilizce öğrenmiş bir işçiydi. İngilizce öğrendikten sonra yurtdışından getirilen makinelerin montajını yapmaya başlamıştı. Herkesin sevip saydığı bir ustabaşıydı.”

 

‘Madende ünlü sanatçılar konser verirdi’

Hayriye Ülker madende çok mutlu bir çocukluk geçirdiğini anlatıyor. Bir dönem işçiler ve memurlar arasında keskin bir ayrım ve hiyerarşik bir düzen getirilmeye çalışılsa da yapılmak istenenin tutmadığını, bir işçi çocuğu olarak memur çocuklarıyla aynı okula gidip aynı sosyal imkânlardan eşit olarak yararlandıklarını söylüyor. Anlattığına göre madende büro işi yapan memurlar belki biraz daha iyi konutlarda oturuyorlarmış. Ancak işçiler için özel konutlar yapılmış o dönemde. Yani bugünkü gibi başını sokacak bir ev bulmak sıkıntısı yokmuş bir işçi ailesinin.

“Biz çok medeni şartlarda yaşadık. Her şeyden önce devletin güvencesi vardı. 1947-48’de ben madendeki ilkokula gidiyordum. Evet, bir ilkokulumuz vardı, maden işçilerinin ve memurlarının çocukları oraya giderdi. Her ay dönemin ünlü sanatçıları gelir konser verirdi madende. Memurlar, işçiler arasında ayrım, küçük görme, hele bugünkü gibi hakarete varan davranışlar yoktu. Herkes birlikte konser izlerdi, kaynaşırdık. Bir de sinemamız vardı. Yabancı filmler gelirdi. Sonra büyük futbol kulüplerinin maçları olurdu. Ben çocukken Galatasaray’ın maçını seyrettim. Maden işçilerine değer verilirdi. Hatta ocakta çalışanlar için çıkan ekmekler bile daha büyüktü. Çünkü onların işleri ağırdı, daha iyi beslenmeleri lazımdı.”

Peki ya bugün, diye soracak oluyoruz. “Bugün madenciler insan değil” diyor. “Ha maden işçisi olmuşsun ha köle. Ama sadece işçiler değil, aslında hepimiz öyleyiz. Yani, aslında biz de dâhiliz bu köleliğe…”

‘Soma’nın En Sıcak Yazı’nı gelecek ay da takip etmeyi sürdüreceğiz.