T24 Ankara
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, bakanlığının bütçe görüşmeleri sırasındaki sunumu ve milletvekillerine verdiği yanıtlar büyük tartışma yarattı. Soylu, vekillerin gündeme getirdiği hemen her konuda gündem olabilecek bilgiler verdi, açıklamalar yaptı.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda dün İçişleri Bakanlığı bütçesi görüşüldü. Bütçe görüşmeleri, el sıkmama polemiği ile başladı. HDP milletvekili Garo Paylan, görüşmelere geçilmeden söz alarak, “Sayın Başkan, ben dört buçuk yıldır Plan ve Bütçe Komisyonu üyesiyim. Burada çıkardığımız 5’inci bütçe bu ve dört buçuk yıldır Plan ve Bütçe Komisyonunda bütçe görüşmelerinde hep medeni görüşmeler yaptık ancak bir istisnası var: Sayın Süleyman Soylu buraya geldiğinde hep bir ayrıcalıkla buraya geldi ve hep burada çeşitli rüzgârlar estirdi. Bugün de gördüğüm kadarıyla biz Sayın Süleyman Soylu’nun elini sıkma meraklısı değiliz ancak farklı bir teamül uyguladınız Sayın Başkan ve bu teamüle maalesef siz de önayak oldunuz. Burada 10 tane bakanlık görüştük, her gün bakanlarımız buradan girerdi, Komisyon üyelerimizin ellerini sıkardı muhalefet partilerinden başlayarak sonra iktidar partisi, 1’inci parti vekillerinin ellerini sıkıp yerine geçerdi gayet medeni bir şekilde. Ancak bugün bir baktık ki ters taraftan geldi ve bu tarafın da elini sıkmadan geçip yerine oturdu” dedi.
“Selam verilir, verilmez, o saygısızlık değildir”
AKP’liler, Paylan’a, “Siz de ayağa kalkmadınız” diyerek itiraz etti. Tartışmalardan sonra, Soylu, şunları söyledi:
“Bakın bize saygısız diyor yani hem zatıalinize hem bana saygısız diyor. Bu çok yanlış bir şeydir. Tekrar söylüyorum: Ben nezaketen geldim, bu grubun elini sıktım, orayı bitirdim, orada da sayın milletvekili, Sayın Başkan var, kafamla referans verdim, en ufak bir hareket olmadığı için CHP’de, yanlarına gidip ellerini sıkmadım. Hepsine “Hayırlı sabahlar.” dedim. Hatta, orada bir adım ileri de attım, oradan hiçbir refleks görmedim. Görmediğim için, herhâlde bir istemsizlik söz konusu. Ondan sonra, oranın elini sıkmadıktan sonra gelip buraların da aynı şekilde elini sıkmanın doğru olmayacağını düşündüm. Bakın, ben burada ilk bütçemi yapmıyorum, bu benim ya 4’üncü ya 5’inci bütçem. Ben usulü bilirim ama anladım ki herhâlde bir istemsizlik söz konusu, o istemsizlikle sabah sabah bir tatsızlık olmasın; elini uzatırsın, elini vermez onun için ben elimden gelen iyi niyeti gösterdim ama bunun birisi tarafından organize saygısızlık olarak nitelendirilmesini en azından insani olarak ayıp addederim ve sözünü geri almasını istirham ederim. Netice itibarıyla selam verilir, verilmez, o saygısızlık değildir yani.”
“Avukatları aldık DHKP-C bitti”
Soylu, sunumu sırasında da tartışma yaratan ifadeler kullandı. Terör örgütleriyle mücadeleyi anlatan Soylu, “DHKP-C ve MLKP kırsaldan tamamen silinmiştir, hâlâ kırsala çıkma konusunda birtakım iddialar ve ifadeler ortaya koymaktadırlar ama nafiledir. Burada bir şeyi daha paylaşacağım, burada söylemiştim, tekrar söylüyorum: DHKP-C’nin varlık sebebi avukatlarıdır. Ne zaman avukatlarla ilgili operasyon yapıldı ve avukatlar içeri alındı, DHKP-C etkinliğini ortadan kaldırdı; bu kadar basit, bu kadar da net. Ve bu konuda kararlığımız, evet, başka terör örgütlerine yardım ve yataklık yapan avukatlarla ilgili de devam edecektir” dedi. Soylu’nun sözlerine çok sayıda muhalefet milletvekili itiraz etti.
Cezaların Maliye ile ilgisi yok
Soylu, trafik cezalarının çok kesilmesinin bütçe ile ilgili eleştirilerine karşılık, uygulamanın devam edeceğini belirterek, “Efendim, trafik cezalarını çok kesiyorlar, bunu özellikle bütçeye katkı için kesiyorlar.” Değerli milletvekillerimiz, trafik cezalarının uzun yıllardan beri trendi bellidir, 3 milyar, 4 milyar arasındadır, kesilen miktar da 3 aşağı 5 yukarı bellidir ama burada size göstermedim, hepinize tek tek gönderirim, denetim ile kaza arasındaki ilişki ters ilişkidir; denetimi artırdığınız sürece kazalar azalmaktadır ve dünya bunu başka türlü çözememiştir, çözemez de. Biz denetim yapıyoruz ve bu denetimleri de yapmaya devam edeceğiz ama bunların maliye politikasıyla alakası yoktur” dedi.
“Oranlar azalıyordu, bu yıl arttı, cinayet sayısı 299”
Soylu, kadına yönelik şiddet konusunda da Avrupa ile karşılaştırma yaparak şu bilgileri aktardı:
“Hepimizin içini acıtan aile içi ve kadına karşı şiddet olaylarında ilk on aylar itibarıyla, geçen yıla kıyasla yüzde 14 azalış sağlanmıştır. Olaylarda azalış sağlandı ancak kadın cinayetlerinde ise 2017 -2018 arasında 353’ten 279’a önemli bir azalış elde edilmiş, bu yıl ise geçen yıla oranla biraz artış yaşanmıştır. Bu yılki sayı hâlen 299’dur. Küresi bir ölçü olan, milyon başına düşen kadın cinayeti sayısında Birleşmiş Milletler raporuna göre dünya ortalaması 13 –bunu da not almanızı isterim, kadın cinayeti sayısında- Avrupa ortalaması 7, Türkiye'de ise 3,8’dir. Kadınlarımızın acil durum çağrısı yapabilmeleri ve hızlıca yetişebilmek için Bakanlık bünyesinde KADES adlı bir yazılım geliştirdik. Bakanlıklarımızla bir araya geldik, inşallah önümüzdeki ayın başından itibaren özellikle aile içi şiddete yönelik uygulamada yepyeni bir eylem planı ortaya koyuyoruz Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımızın liderliğinde ve koordinasyonunda. Bu KADES de başarılı bir uygulamadır. Hâlen 342.926 kişi tarafından indirilmiştir, 15.489 çağrı alınmış ve ekip sevk edilmiştir. Bunların ortalama olarak yarısı gerçek çağrılardır ve burada çağrıya gitme süresi de beş dakika, altı dakikadır.”
“Bir tane Menzilci varsa istifa ederim”
Soylu, bakanlıkta Menzil tarikatının etkinliği olduğu iddialarını gündeme getiren CHP’li Ali Öztunç sunumunu yaparken araya girerek, “Bir tane göstersinler, bakanlığı bırakacağım. Bakın, kurumlarımızı yıpratmayalım. Beni yıpratın… Beni yıpratın, istediğiniz eleştiriyi yapın. Kurumlarımızı yıpratmayalım, yanlış iş yapıyoruz. Ama birilerinin çanağına su taşıyorsunuz. Kimin çanağına su taşıdığınızı ben biliyorum ama siz bilmiyorsunuz. İyi niyetli olabilirsiniz. Bakın, iyi niyetli olabilirsiniz. Ne olur kendinizi kullandırmayın” dedi.
“Kimseyi yakmadık”
Soylu, HDP’li Paylan’ın, “Bakın, Almanya’da Nazi döneminde bir de gestapo vardı, gestaponun bir de başı vardı. Arkadaşlar, onun adı Himmler’di. Kimse Himmler’i hayırla yâd etmiyor. Süleyman Soylu da zannediyor ki “Ben baskı rejimini kuracağım, herkesi susturacağım ve ondan sonra herkes beni hayırla yâd edecek” sözlerine karşılık, şunları kaydetti:
“Geçenlerde eski bir milletvekili arkadaşımla gecenin bir yarısında bakanlıktaki yoğun çalışmadan sonra hava almak için çıktığımda bana biraz serzenişte bulundu başka meselelerle ilgili, ona bir tek şey söyledim: Torunların diyecekler ki “Bizim dedemiz zamanında milletvekiliydi ve bu ülkenin bu sorunlarının aşılmasında en büyük katkıyı sağladı. Biz bunun, bugün sıcak yaşadığımız için belki çok farkında falan değiliz ama bugünler tarihî olarak nitelendirilebilecek günlerdir ve inşallah da… Ben biraz önce yapılan yorumlar… Yani bizi elli yıl sonra, yüz yıl sonra Hitler’in Himmler’ine benzetmezler herhâlde çünkü biz kimseyi gaz odalarında falan yakmadık.”
“Karayılan lime lime olacak”
Soylu, HDP’lilerle yaşanılan polemik sonrasında da “’Kandil’den hesabını sorun’ diyorsunuz, “Gidin, Murat Karayılan’dan siz hesabını sorun’ diyorsunuz. Allah’ınızı severseniz, biz hesabını soruyoruz, Allah’a da millete de yeminimizdir ya; o Murat Karayılan lime lime olacak. Bakın, bunu burada söylüyorum, İçişleri Bakanı olarak söylüyorum. Burada üç yıl önce söylediklerime burada ağız bükenler, şu koltuklarda oturup da ağız bükenler bugün Türkiye’de terörle mücadelenin nereye geldiğini ve Türkiye’nin hangi adımları attığını ve buralarda nasıl ve ne şekilde bir başarı ortaya koyduğunu düşünüyor…” yanıtını verdi.
Kayyım tartışması: Kandil talimat verdi, idari tedbir aldık
Soylu, HDP ve CHP’den gelen kayyım eleştirilerine karşılık, şu açıklamayı yaptı:
“Şimdi, size bir şey söyleyeyim: Kandil bir ay önce… Bana diyorsunuz ki: Siz bu kayyumu niye atadınız, niye atıyorsunuz? Bu adamlar seçime girdi, kazandı. Türkiye’de…Buradan özellikle CHP’li arkadaşlarıma söylüyorum, ne olursunuz Sayın Kılıçdaroğlu’nu bilgilendirin bu konuda. Birisi bir şey söylemiş ve eksik olarak söylemiş ve aynı şeyin üzerinden gidiyor. 2298 sayılı 2972 sayılı ve 2839 sayılı Siyasi Partiler Kanunu, seçim kanunlarının ve seçimin temel hükümleri kanunlarında söylendiği gibidir. Eğer hüküm onaylanmışsa herkes aday olabilir. Bu seçimin kanunudur ama Anayasa’nın verdiği, yine, kanun olarak verdiği, başka bir şey olarak değil, kendimizden icat ettiğimiz bir iş de değil. Hem Anayasa’nın 127’nci maddesi hem 5393 sayılı belediye kanununun 45, 46 ve 47’nci maddesi… Evet, evet; yaptığı görevden dolayı. Açık açık bir idari tedbir alabilme hakkını İçişleri Bakanlığına veriyor. Peki, başka bir şey daha söyleyeyim… …İdari tedbiri aldık, eğer haksızlık yapmışsak -terörden dolayı idari tedbir aldık- bu ortaya çıkardı. Şu konuşmaların hiçbirinde hiçbiriniz şunu söyleyemediniz. Peki, aldığımız 93 küsur belediye başkanının -27’si hariç, birisi firar, birisi de rahmetli oldu, onun da dosyası vardı, o hariç- hepsinin sorgulamaları, yargılamaları ve kovuşturmaları söz konusu. Başka bir şey söyleyeyim: İki yüz seksen altı yıl aldılar. Eğer biz bir haksızlık yapmışsak bu insanların hiçbirisinin bunu almamaları lazımdı. Peki, ne oluyor? Ne olduğunu da ifade edeyim. Bakın, bu daha yeni, yepyeni bir belge: Kandil talimat verdi yaklaşık bir ay önce. Verdiği talimat… Ne olursunuz, bana öyle, bir yerden uyduruyormuşum gibi bakmayın. Bu söylediklerimin hepsi sonra çıkıyor. Bakın, Kandil…”
Paylan’a: “Siz HDP’li olduğunuzu sanıyorsunuz”
Soylu, araya giren Paylan’a, “Bakın, benim bildiklerimi bilseniz ilk önce HDP’yle, daha sonra da PKK’yla hesaplaşırsınız. Size nasıl baktıklarını…” yanıtını verdi. Paylan’ın, “Ben HDP’liyim, neyi HDP’yle hesaplaşacağım?” sözleri üzerine, “Yani siz kendiniz HDP’li olduğunuzu zannediyorsunuz” dedi. Paylan ise “HDP’liyim ya, ben kurucusuyum HDP’nin” dedi. Soylu, şöyle devam etti:
“Bakın, burası Van’ın Saray Belediyesi. Verdiği talimat şu, diyor ki… Talimatı veren kişiyi söyleyeyim, Cemil Bayık. “Acilen, paraları hemen aktarıyorsunuz.” Faturalarla birlikte ve teker teker… Ufak bir belediye zaten. 281.845 liralık harcama, fatura var, iş yok; hepsi tespit edildi. İki: 314.989 lira, fatura var, iş yok. Şimdi, yeni. 293.124 lira, fatura var, iş yok. Bunların hepsi… Bir şey daha söyleyeyim: Bunların hepsi tüm belediyelerde de söz konusu. Şu anda, mülkiye müfettişlerimizin şimdi yaptığı tespit, yeni bir tespit. Bütün bunlarla birlikte başka bir şey daha, o da şu…Para istememişler, parayı tek başkanın imzasıyla hiçbir mal almadan, hiçbir ihale yapmadan… Hiçbir şey ortaya koymadan teker teker alıyormuş gibi gösterip hemen başka taraflara göndermişler.”
“İsteğiniz zaman basın açıklaması yapıyorsunuz”
Soylu, HDP’lilerin, basın açıklaması yapmak istediklerinde kuşatma altına alındıklarını söylemeleri üzerine de “Ben üç yıldır, üç yılı aşkın süredir İçişleri Bakanıyım, istediğiniz zaman basın açıklaması yapıyorsunuz. İstediğiniz zaman istediğiniz etkinliği yerine getirebiliyorsunuz. Ancak ne zaman Kandil size, Kandil HDP’ye vermiş olduğu talimatları biz anladığımız o HDP’nin HDP’ye vermiş olduğu talimatları sizin yerine getirmeniz… Çok açık, benim hiçbir şeyim saklı gizli değil. Kandil’in talimatlarını bir anlayışa, yerine getirme şansına sahip olmayız. Bu kadar açık ve net.”
Soylu, muhalefetten gelen, “Amerikan filmi gibisiniz’ sözlerine de “Ben Amerika’nın bir şeyi olmadım, hiç. Amerika’nın bir şeyi olsam, bizi tecavüzcülerin içerisine koymazdı” yanıtını verdi.
“Zemininizi kaybedince kaybediyorsunuz”
Soylu, HDP’lilerin eleştirilerinin sürmesi üzerine, şunları kaydetti:
“Kırk yıldır PKK’nın uyguladığı ve aşırı milliyetçi olan, güya bahsettiğiniz, beni eleştirdiğiniz, bizi eleştirdiğiniz, hepimizi eleştirdiğiniz politikalarla ayrıştırıcı tavırlarınızla getirdiğiniz t ablodan ancak yavaş yavaş kurtuluyoruz. Bundan sonrası görüyorsunuz, 100 belediye almışsınız, nasıl 50 belediye aldınız şimdi? Nasıl kaybettiniz?”
Paylan’ın, “69 aldık. 25’ine kayyum atadınız” yanıtını vermesi üzerine, “69 aldınız, 103 almışsınız, nasıl aldınız? Demek ki doğru politikalarla zemininizi kaybediyorsunuz. Hiçbir noktada şu insanların aldığı iki yüz seksen altı yıl iki yüz seksen ay cezayı anlatamazsınız. Bu insanlar terörle iş birliği yaptılar ve bizim görevimiz milletimize hizmet etmeye çalışan bir anlayışı taşımaktır, kanunun bana verdiği, bize verdiği, İçişleri Bakanlığına verdiği yetkiden de sarfınazar edecek değilim. Kim terörle ilgili olursa olsun, hangi siyasi partiden olursa olsun buradaki iradeyi ortaya koyabilme şansına sahibim” dedi.
“Hain” tartışması
Bütçede, “Hain” tartışması da yaşandı. Saadet Partili Cihangir İslam’la polemik yaşayan Soylu, İslam’a, “Hainsin” diye bağırdı.
İslam, bunun üzerine, “Susturamadığınız insanları içeri tıkıyorsunuz. Her türlü şeyi söyleyeceksin bizlere…Sen bana “hain” demedin mi? Hain ben olacağım ha! Sen FETÖ’yle iş tutacaksın hain ben olacağım ha!” karşılığını verdi. Soylu ise “FETÖ’yle iş tutanın da Allah belasını versin. Hadi oradan” dedi.
“Rabia Naz’ın babası işkence yaptı”
Soylu, Rabia Naz’ın ölümü konusunda ise komisyona şu açıklamaları yaptı:
“Rabia Naz meselesi… Şimdi, Rabia Naz meselesine belki de içinizde en çabuk muttali olan insanlardan bir tanesi benim biraz da İçişleri Bakanı olmam hasebiyle ama olay bana kendi birimlerimden değil, olay bana İstanbul’daki bir arkadaşımdan geldi. Mesaj attı ve “Sanki bu olayda başka bir şey varmış gibi konuşuluyor.” dedi.
O zaman Türkiye Rabia Naz meselesini bilmiyor, ben de böyle bir şey konusu değil… Sanki bu olay kapatılacakmış gibi bir değerlendirme ortaya koydu. “Hepimizin çoluğu çocuğu var, Allah bunun bizden hesabını sorar, adalete karşı da büyük bir sorumluluğumuz olur.” deyip hemen dedi ki:
“Rabia Naz’ın babası seninle görüşmek istiyor.” Rabia Naz’ın babasıyla belki de ilk görüşen kişi benim; çağırdım, dinledim. Mülkiye Başmüfettişimiz burada, Alpaslan Işık Bey, hemen ona gönderdim. Hemen teftiş heyeti kuruldu hem de diğer meselelerin de tek tek nasıl olabileceğini hem valimizle hem de oradaki ilgili arkadaşlarla görüştüm. Sonra, olay, tabii, bir taraftan da savcılık yani mahkeme safahatında yürüyor. O safahatta da bir gizlilik hâli geldi ama o gün mülkiye müfettişlerimizin verdiği kararla, daha sonra, bakın, bu dosyayı arkadaşlarımız defalarca –bu tamamen dosyadır- gözden geçirdiler. Bizim görevimiz işi bulmak. Yani ben İçişleri Bakanıyım. Bir şeyi örtmek belki de bu anlattıklarınızın hepsinin dışında. Yarın yevmikıyamette hesabını veremeyeceğim bir şeyle beni karşı karşıya, oğlum dahi olsa yani hani şekilde olursa olsun… Ve burada Rabia Naz’ın babasıyla defalarca konuştum, bazen hiç olmayan zamanlarda kırk beş dakika, bazen hiç olmayan zamanlarda bir saat on beş dakika. Hiçbiriniz o kadar büyük bir sabır gösteremezsiniz. Gösterdiğim sabır da şu: “Başına acılı bir olay geldi yani belki hakikaten bu acılı olayın kendine getirdiği başka bir durum var, bu durumda da Cenab-ı Allah eğer ben buna sabreder konuşursam, bununla karşılıklı bir şey içerisinde olursam belki onun da acısını hafifletebilme fırsatına sahip olabilirim.” diye bir düşünceyle beraber konuştum defalarca ama bana hakaret etti, be ni işi kapatmakla suçladı, beni siyasi olarak böyle bir hâlin içerisine… Hatta benden çıktı, bir kere daha çağırdım Ankara’ya, İstanbul’da CHP İl Başkanıyla basın toplantısı yaptı. O zaman bile hiç ona içim soğumadı yani. Bunu bir siyasi mesele hâline herkes de yapabilir de “Siyasi mesele hâline getirmenin gereği yok.” diye içimden geçirdim ama “Bir babadır.” dedim yani, olabilir bu ama şimdi adli tıp karar vermiş, diyor ki: “Düşmedir bu.” Artı, mülkiye başmüfettişinin genel kanaati, genel yorumu düşmedir. Mahkeme sonuçlanacak, babanın bugüne kadar iddia ettiği hiçbir bulguyla biz karşı karşıya kalmadık. Bir şeyler iddia ediyor çok doğal olarak, bizim görevimiz o iddialarının sabit olup olmadığını değerlendirmektir. Benim görevim de değil aslında.”
HDP’li Filiz Kerestecioğlu’nun, “O zaman açıklama yapmayın” uyarısı üzerine Soylu, şöyle devam etti:
“Başka bir şey daha söyleyeyim… Bu Komisyonun kurulması da başka bir tartışma alanıdır. Bakınız, yürüyen bir mahkemede bir Meclis komisyonunun kurulması konusu her zaman buranın tartışma alanıdır. Anayasa’yla ne kadar bağdaşır, bağdaşmaz. Bakın, ben ne diyorum? “Mahkeme karar verecek.” diyorum. Ben, benim üzerime düşen hikâyeyi anlatmaya çalışıyorum ve olayı, mahkemeyi, savcıyı, hâkimi hiçbir şekilde izam etmeden, yönlendirmeden bir meseleyi buradan ifade etmeye çalışıyorum. Başka bir şey daha söyleyeyim: Ben bunu bir kere çıktım, lisanımünasiple ifade etmeye çalıştım. İki, ama şunu ifade edeyim: Geçen akşamki olay bardağı taşıran damladır. Geçen akşam… Ki ben onu sonra gördüm, bana da atmış o videoyu. Adama işkence yapıyor, işkence, bildiğimiz işkence yapıyor adama. Bakın, adama işkence yapıyor. Adama diyor ki: “Sen benim çocuğumun nasıl süründüğünü göster.” Adamın burasından kanlar akıyor ve ondan sonra, bakın, yanındaki 2 kişi, birinin evine gidiyorlar, diyorlar ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin Komisyonu sizi tanıklığını yaptığınız mesele için orada dinlemek için çağırıyor, olayı göstermeniz için. Efendim, kendileri de öyle söylüyorlar zaten, mahkeme tutanakları da öyle söylüyor, herkes öyle söylüyor ve oraya gidiyor, karı koca. Kocayı yere yatırıyor “Sürün bakalım, benim kızım burada nasıl sürünmüş.” diye. Şuradan aşağı tamamen kan ve karşısında sürekli sözler söylüyor. Videoları var, videoya çekmiş ve bana atmış ve ben o videoyu o kendi ifadesinden sonra bana attığına bir baktım ki hakikaten bana da o olayı yaptıktan sonra bunu atmış. Bu normal bir iş değildir. Başka bir şey söyleyeyim, bugün de annesine aynı meseleleri yapıyor. Şimdi, ne olursunuz, yani bunu sosyal medya üzerinden annesine ve abisine… Ve annesi bir uzaklaştırma kararı aldı bugün hâkimden. Şimdi, burada başka bir durum var ve bu durumu mahkeme belli bir safahata kadar getirmiş ve tamamlayacak. Mahkemenin tamamlayacağı işi hep beraber görelim ama burada diyorlar ki –bir arkadaş dedi mesela- “Rabia Naz cinayeti” hükmü vermiş. Böyle bir hüküm verilemez ki. “Tanık dinlenmedi, şu dinlenmedi, bu dinlenmedi.” Hayır, onlarca tanık dinlendi ama ne kadar süreç yakın olursa olsun, eğer bu kadar medyanın meselesi hâline gelir, bu kadar siyasetin meselesi hâline gelir, bu kadar kurumları yıpratmak, bu kadar kurumları yıpratma, bu kadar adaleti yıpratma, bu kadar sistemi yıpratma, bu kadar Hükûmeti yıpratma, bu kadar istediğinizi yıpratma meselesi hâline gelirse olay buna dönüverir. Yani çocuğun ruhunu muazzep ediyoruz hep beraber ve bunu yaparken de acaba ben buradan Hükûmete, ben buradan kurumlara herhangi bir zarar verebilir miyim… Affedersiniz ya, o gazetecilerin, gazeteci olduklarını iddia edenlerin ne işi var Türkiye Büyük Millet Meclisi adına tanığın evinden onu alıp götürmeye, ne işleri var?
“9-10 yaşındaki çocuklar işaretlemiş”
Soylu, Bursa’da Aleviler’in evlerinin işaretlenmesi konusunda da şunları kaydetti:
“Yine, diğer mesele, Alevilerin evlerinin işaretlenme meselesi. Sevgili dostlar, kıymetli hanımefendiler, beyefendiler; yani ısıtıp ısıtıp bu meseleleri getirmek, aynı yerden yine bizim birliğimizi beraberliğimizi deşelemek isteyen insanlara fırsat vermekten başka hiçbir şey değildir, bu kadar basit. Düne kadar bunu başaramadılar. Ve şunu çok net söyleyeyim: Bugün uğraştırmak istedikleri, farklı noktaya taşımak istedikleri meselenin ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Aleviler özellikle son yıllarda bu meselelerle kendilerinin kaşınmalarına müsaade etmemektedirler benim gördüğüm. Sağ duyulu duruyorlar ve bu konuda meselelerin nereden kaynaklandığını çok iyi bir şekilde biliyorlar ve hakikaten bu ülkenin genel gidişatında aldıkları rollerin, pozisyonların, ortaya koydukları süreçlerin nasıl olduğundan eminler ve kendi yollarına bu milletle birlikte aynı şekilde devam ediyorlar. Biz kim varsa yakalıyoruz. Yani gitsin birisinin evini çizsin, arkasından ya bir terör örgütü çıkıyor -tek tek sayabilirim- ya da bizi birbirimize sokmaya çalışan bir anlayış çıkıyor. Eskidendi o; çizdi, kayboldu. Sosyal medya da dâhil. Diyorsunuz ki: “Sosyal medyadaki bu adamları niye alıyorsunuz?” Ya, adam Cumhurbaşkanına “terörist” diyor, devletime hakaret ediyor, milletin birliğine hakaret ediyor, her türlü hadis eyi yapıyor; ne yapayım yani? Bunun yaygınlaşmasını mı sağlayayım, bu mu özgürlük? “Özgürlük-güvenlik dengesi” dediğimiz şey bu mudur acaba yani? Veya sizin dediğiniz, bizim dediğimiz şey bu mudur? Buna müsaade mi etmemiz gerekir? Adam anneme, avradıma, her şeyime küfrediyor ya, her şeyime, hem de ulu orta. Ne yapacağız yani? Şikâyet etmeyecek miyiz? Ediyoruz, hâkim de serbest bırakıyor. Yani burada eğer işin ucunu kaçırırsak… Bakın, etrafımızdaki ülkelerden İran’da, etrafımızdaki ülkelerden Irak’ta, Suriye ’de… Yani Balkanlar’ı hafif bir karıştırsalar ne hâle geleceğini biliyor muyuz? Hepimiz biliyor muyuz? Bursa’daki meselenin çocuklar tarafından yapıldığını… Kamera kayıtları da var bizde burada yani çocuklar gelmişler, ondan sonra, oradaki müziğin fazla çalması sebebiyle evi o zannetmişler, işaretleyip geçmişler. 10 yaşında, 9 yaşında ufacık çocuklar.”
FETÖ için büyük operasyon
Soylu, FETÖ konusunda yeni bir operasyon yapılacağını belirterek, şunları kaydetti:
“Şimdi, FETÖ meselesini söyleyeyim: FETÖ meselesiyle de en çok Adalet Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı olarak bizler ilgileniyoruz işin içeriği bakımından. Türkiye’de mesela şu anda büyük bir operasyon hazırlıyoruz, ben onların bu noktada olabileceklerini, tekrar böyle bir noktaya gelebileceklerini düşünüyor değildim ama ortaya çıkardığımız operasyonu kamuoyu gördüğü zaman kamuoyu da benimle aynı kanaate sahip olacaktır. Ama bu, bizim işin ucunu bıraktığımız veya mücadelede bir zafiyetimiz olduğunu göstermez; tam tersi, mücadelenin üzerine ciddi bir şekilde gittiğimizi gösterir. Ama buradaki hazıruna bir şey söylemek isterim özellikle FETÖ konusunda: Amerika’daki teröristbaşı, FETÖ başı orada durduğu sürece, Amerika tarafından muhafaza edildiği sürece, Avrupa ve diğer civar ülkeler etkisinde bulundurduğu; Amerika’nın etkisinde bulundurduğu ülkeler, Avrupa’nın etkisinde bulundurduğu ülkeler bu hâli devam ettirdiği, onları koruyup kolladığı sürece “FETÖ tehlikesi bitti.” demek zavallılıktır.”
“Çubuk, bu konuyla anılmasın”
Soylu, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Çubuk’ta uğradığı saldırıyla ilgili olarak da şunları söyledi:
“Burada Cumhuriyet Halk Partisinin iddia ettiği olayların tamamına ait bir kitapçık hazırladık ve bunu da basın mensuplarıyla paylaştık, çok da büyütmedik. Neden? Bu olayı büyütmekten de gene imtina edi yorum. Sebebi şu: Oradaki şehidimizin ruhunun muazzep olmasından endişe ediyorum, oradaki insanların artık bu olayla sürekli ve Çubuk’un bu olayla anılmasından da doğrusu endişe ediyorum. Burada söylenenlerin çoğunun, yani sabit olaylar hariç, çoğunun gerçekle ilgisi yok. Hepsi de burada belli. Burada hepimiz siyaset yapıyoruz. Dönem dönem gideceğimiz yerleri, gitmeyeceğimiz yerleri kendi zihnimizden hepimiz tezekkür ediyoruz. “Buraya gitmeli miyim, gitmemeli miyim? Konjonktür buna uyar mı, uymaz mı?” Sadece insanların kendi içerisindeki yaşadığı o acılarla değil, bazen kötü niyetlerinin de provokasyonuyla karşı karşıya geliriz. “Niye böyle bir fotoğrafla karşı karşıya gelelim?” diye hepimiz düşünürüz. Bir siyasi partinin genel başkanı oraya gidecek ve biz buna tedbir almayacağız ha? Bugüne kadar nasıl almışsak, hangi şekilde almışsak bugünden sonra da aynı tedbiri alırız ve bu konuda elimizden gelen bütün tedbiri ortaya koymaya çalışırız.
“Kaftancıoğlu’nun koruması alındı, tehdit yoktu”
Şunu da ifade edeyim: İstanbul İl Başkanının koruması alındı, Canan Hanım’ın. Peki, ben size bir şey söyleyeyim, soralım: İstanbul İl Başkanının niye koruması var ya? Tehdidi mi var? Ben İçişleri Bakanıyım, var mı tehdidi? Ben tehdit olsa alır mıyım? Kendi başıma risk alır mıyım? Ona verilen bir tedbirdir. Yani şöyle: Bir de bir gelenek olmuş yani eğer il başkanlarının tehdidi varsa ona koruma verilebilir. Kimin olursa olsun, bir milletvekili arkadaşımızın tehdidi varsa, ben ararım, bizatihi kendim söylerim zaten, hangi siyasi partiye mensup olursa olsun: “Sizin bir tehdidiniz var.” Buradaki arkadaşlar bilirler. O partilerin genel başkanlarına da “Sizin tehdidiniz var, ne olursunuz size şu tedbiri alalım.” diye. Ben bunu söylerim, söylemeyi de bir görev addederim. Benim sorumluluklarım dan bir tanesi de budur ama burada tedbir var. Bu bir imtiyaz hadisesidir, bunu çok net söyleyeyim. Herkes “Korumam olsun, imtiyazım olsun…” E biz neyi yetiştireceğiz arkadaş? Burada, bakınız, tedbir diyorum. Bakınız, kararı veren kim? Kararı veren benim. Benim dediğim yer neresidir? Merkez Koruma Kuruludur. Hiçbir vilayetin bir özel koruma kararı verme hakkı söz konusu değildir, teklif eder, gelir, ben de değerlendiririm. O arada ona özel koruma vermişler. Geldim, değerlendirdim.
Merkez Koruma Kurulunda biz varız, jandarma var, Genelkurmay var, MİT var, Adalet Bakanlığı var, var oğlu var, herkes var. Herkes değerlendirir, istihbarat orta ya koyar ve oradan özel koruma çıkar. Özel koruma demek çok üst düzey bir koruma kararının ortaya çıkmasıdır. Tehdidi olanların vardır, tekraren söylüyorum. Şu anda, bakın, tehdidi olanların vardır, sadece il başkanları değil, sizin Grup Başkan Vekillerinizin olmadığı gibi. Yok Grup Başkan Vekillerinizin, geçen gün beraberdim. Ni ye yok? Onun makamı ona koruma getirmesini sağlamaz ki ama Orhan Miroğlu’nun koruması var veya burada sayabileceğim birçok insanın korumaları var, hem de özel korumaları var yani. Çünkü sabah akşam PKK’nın tehdidi altındalar. Kimisi DEAŞ’ın tehdidi altında kimisi başka bir şeyin tehdidi altında. Biz bunu sağlamak zorundayız, biz bunu gerçekleştirmek zorundayız. Ama yani bunu sadece siyasi saikle “Bu değerlendirildi, böyle bir şey oldu, böyle gerçekleşti.” diye değerlendirmeyi ve bunu da kamuoyunda bir siyaset konusu yapmayı esas itibarıyla doğru bulmuyorum. Yarın öbür gün bir iş olursa, başımıza gelirse herkes tekrar bize soracak. Yani diyecek ki: “Ya sen buna niye koruma verdin?” veya “Niye koruma vermedin?” Bütün bunlarla karşı karşıya kalacağımızı biliriz ama…
Sosyal medyadan yüz binlerce insana tehdit yağıyor, yüz binlerce, on binlerce. Her siyasetçiye tehdit yağıyor. Hepinize tehdit yağıyor. Bir söz söylediğiniz zaman sosyal medyada bilen bilmeyen herkes, tehdit olan tehdit olmayan onlarca, yüzlerce… Biz onların tehdit değerlendirmesini yapar, olması gerekene korumayı verebilme fırsatına sahip oluruz’