TOBB Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek, Türkiye'de şahsiliğin son dönemde giderek bütün kurumları etkisi altına aldığına ve kurumsallaşmada yaşanan zaaflara işaret ederken, "Erdoğan'ın rayından çıkmasına sebep olan şey aşırı halk desteği evet, ama aynı zamanda aşırı halk nefreti" dedi.
Gazete Duvar'dan İslam Özkan'a konuşan Özpek, "Türkiye'de yeni rejimin adını 'popülist otoriterlik' olarak koyuyoruz" derken, "Erdoğan, kurum inşa etmekten son derece çekiniyor. İnşa edilen kurumların kendi özerkliklerini ilan edeceğini ve liderin manevra alanını daraltacağını düşünüyor. Baskının şiddetin ve ihlallerin keskin ama geçici olduğu kanaatindeyim" ifadelerini kullandı.
Özpek'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Aşırı halk desteği evet, ama aynı zamanda aşırı halk nefreti"
- Erdoğan'ın rayından çıkmasına neden olan şey aşırı halk desteği mi oldu?
Özpek: Aşırı halk desteği evet, ama aynı zamanda aşırı halk nefreti. Erdoğan'ın bir siyasetçi olarak övülmesi ya da eleştirilmesinden uzaklaşıldı ve başka meseleler devreye girdi. Kişisel korkularını Erdoğan'la özdeşleştiren kesimler, siyaset sahnesini domine ettiler. Dolayısıyla ortada rasyonel siyasi tartışmadan ziyade, bir kimlik savaşı yaşanmaya başladı.
"CHP'nin çizgisi bir devamlılık içermiyor"
- Burada muhalefetin, AK Parti'nin AB'ci bir çizgide olduğu dönemde de AB'ye tam cephe aldığı dönemde de meseleyi total bir muhalefetle göğüslemesinin de bu sizin bahsettiğiniz süreçte etkili olduğunu ve AK Parti'nin elini güçlendirdiğini söyleyebilir miyiz?
Şu anda CHP'nin çizgisi bir devamlılık içermiyor. Bir farklılık söz konusu. Mesele sadece AK Parti'nin karşısında konumlanmak değil, AK Parti'nin karşısında nerede konumlanacağını bulma meselesi. Baykal'ın CHP'si evet Erdoğan'ın temsil ettiği değişim talebiyle uzlaşabilir ve bunu daha sağlıklı kurumlar üretmek için bir fırsata çevirebilirdi. Çok kategorik bir karşıtlık içerisinde oldu. Öte taraftan Kılaçdaroğlu CHP'si gerçekten AK Parti ile iletişim kurmak istiyor.
"Tabanıyla da elitlerle de iletişim kurmak istiyor Kılıçdaroğlu"
- En azından tabanıyla….
Tabanıyla da elitlerle de iletişim kurmak istiyor Kılıçdaroğlu. Çözüm sürecine ilk destek veren aktörlerden biri Kılıçdaroğlu'ydu. Meseleyi siyasetin ve parlamentonun konusu haline getirmek istedi ve onu ilk tersleyen R. Tayyip Erdoğan oldu. Baykal dönemiyle Kılıçdaroğlu dönemi arasında siyaset yapma isteği bakımından oldukça önemli bir fark var. Siyaset yapmadan merkeze gelmenin mümkün olmadığının farkında.
"Kemalistlerin amacı otoriter bir rejim inşası değildi, demokratik bir yönetime geçememenin utancını yaşadılar"
- Kemalist ideolojinin ikinci baharını yaşadığını düşünüyor musunuz? Şayet böyleyse otoriter bir yönetime yine otoriter bir ideoloji olan Kemalizm'le karşılık verilmesini nasıl buluyorsunuz?
Kemalizm'in bir ideoloji olduğunu düşünmüyorum. Ama Kemalizm'in temsili otoriter oldu ve otoriter gruplarca temsil edildi. Kemalistlerin ya da Kemalizm'in hedefi otoriter bir rejim inşa etmek miydi ondan emin değilim. Ama Ergun Özbudun Hoca'nın dediği gibi Kemalistler bir türlü demokratik bir yönetime geçememenin utancını her zaman yaşadılar. Demokrasiye geçemediler ama bunun yanlış bir şey olduğunun farkındaydılar ve nihai anlamda istedikleri bu değildi.
"Erdoğan'ın Türkiye'de kurmak istediği sistem çok partili değil"
- Bu çok şey değiştirir mi?
Çok şeyi değiştirir. Birincisi amaçları açısından mesela ben Erdoğan'ın Türkiye'de kurmak istediği sistemin çok partili hayat olduğunu ya da Batı demokrasisine benzeyen bir ülke yaratmak istediğini düşünmüyorum. Ama 1920'lerin kadroları için aynı kanaatte değilim. Bence Kemalistlerin başardığı en önemli şeylerden biri, Türkiye'yi bir komita ittifakıyla yönetilen bir ülke olmaktan çıkartıp kurumsal bir devletin nihai otoritesinin tesis edilmesiydi. Türkiye ve Ortadoğu'ya baktığımızda ise, Lübnan'da teknokratlar tarafından oluşturulmuş bir hükümet talebi var. Yani kurumsal bir devlet talebi var. Çeşitli nüfuzlu kesimlere pay ayıran bir hükümet yerine daha vatanı esas alan bir devlet talebi var. Irak'ta da bu devlet talebi var. Kötü yönetim pratikleri bizi 1920'lerin o Kemalist makinavari mekanizmasına götürüyor, onu arıyoruz. Bununla beraber 1920'lerin pozitivizmi yani hayatı bilimin esaslarına göre tanzim etmek, biraz daha kadını ön plana çıkartma, daha şehirli tarafları ön plana çıkarma şu anda rağbet görüyor diye düşünüyorum.