Zeynep Miraç*
Bülent Arınç kadınlar hakkında konuşmayı seviyor. Bu cümle ilk değil, son olacağa da benzemiyor. İffetli kadının kahkaha atmaması gerektiğinden tutun da, kendi cinsel organının adını zinhar söylememesi gerektiğine kadar bugüne kadar pek çok önerisi oldu.
Durduk yerde yaptığı “Hayat içkiden ve seksten ibaret değil” çıkışındaki gibi, sorulmayan soruların ‘çağrılmayan Yakup’u Bülent Arınç, kadınları düzenlemeye çalışıyor bir süredir.
Herkes “Yine gaf yaptı” diyor söylediklerine. Arınç hariç. “Ben ne konuştuğunu bilen adamım, sonuçlarına katlanırım” demişliği var bir ay önce...
HDP Milletvekili Nursel Aydoğan’a “Bir kadın olarak sus” dediğinde, tam da bunu kast ediyor. Çünkü bir kadını cinsiyetinden ayrı düşünemiyor. Ne zaman bir kadına baksa, insan değil “kadın” görüyor. Kadın düşmanı ya da maço olduğu için değil. İçinde yaşadığı değerler yumağı ona böyle öğrettiği için.
Kadının yerini evle, görevini annelikle, iffetini kahkahayla sınırlı bildiği için. Aslında Aydoğan’a hakaret etmekten çok, onu kadının o kırılgan yerine davet ediyor Arınç. Kadının kan kusup Kızılcık şerbeti içtim dediği, kolun kırılıp yenin içinde kaldığı o sessiz yere... Bülent Arınç, susmak, söylememek üzerine atasözleri yaratmış bir toplumun siyasetçisi.
Kayıplarla acılaşan dil
Freud’un dediği gibi, “Zihin bir buzdağı”... Suyun altında neler olduğunu bilmek meşakkatli.
Erken baba kaybı, evlat kaybı, hep kıyısından dönülen iktidarın kaybı... Ve son yıllarda ne zaman ortamı yumuşatacak olsa Tayyip Erdoğan’ın gelip kovana çomak sokmasıyla artan itibar kaybı.... Kayıplarla geçmiş bir ömürde, dili acılaşıyor Arınç’ın. Yarım doktor candan eder derler, yarım terapist kim bilir neler eder? Yine de deneyelim Bülent Arınç’ın buzdağının altına inmeyi.
En sevdiği türkü “Mihriban”mış. Tıpkı türküdeki gibi, o da “çözülmüyor”. Arınç’ı anlamak kolay değil. Bir kere 25 Mayıs doğumlu, değişkenliğiyle maruf İkizler burcu. Bir gün pamuk gibi yumuşak, gözyaşlarını silecek mendil arıyorsunuz. Ertesi gün bir bakmışsınız, kendisinden beklenen özüre “Cav cav cav konuşan bir kadın, ben de sus dedim” diye cevap veriyor.
Aslına bakarsanız, onun gibi kelimeleri birbirine ilmek ilmek dokumakta mahir birini anlamak için kendisine başvurmak en iyisi. Zaten o da kendini anlatmayı seviyor. Tespitleri de pek yerinde.
Orantısız söz kullanımı
Gelin 2000 yılına gidelim, muhafazakâr siyaseti ortadan ikiye bölen Fazilet Partisi kongresine... Recai Kutan yandaşlarının yuhalamaları arasında yaptığı konuşmada, “Şimdi Galileo gibi konuşacağım” diyordu: “Siz ne derseniz deyin, dünya dönüyor haberiniz yok!”.
Kendisi için yaptığı benzetme doğruydu. Bir gün önce meydan okurken, idam sehpası kurulduğunda “Görmedim, duymadım, bilmiyorum” demekten imtina etmedi hiç.
2003 yılında Zaman gazetesinde Nuriye Akman’a verdiği söyleşide, “Herkes benim samimi, dürüst olduğuma inanıyor. Ama ‘keşke sussaydı, keşke bunu böyle söylemeseydi’ diyorlar” itirafında bulundu. Üstelik kendini değiştirmeye hazırdı: “Bu eleştirilerinde haklılar. Artık daha dikkatli olmayı, gelişigüzel her yerde konuşmamak gerektiğini düşünüyorum”.
Olmadı, kendini tutamadı.
Orantısız söz kullanımı devam etti gitti, haber sitelerinin “Bülent Arınç’ın tartışma yaratan sözleri” galerilerine yeni sayfalar ekledi. Deniz Baykal boşuna ona Polemikten Sorumlu Devlet Bakanlığı makamını layık görmemişti.
Ne inkâr, ne itiraf
Baykal’a bir katkımız olsun: Sitemden Sorumlu Devlet Bakanı da olabilir Bülent Arınç. Onunki “ne inkâr, ne itiraf, sadece sitem” zira.
2006’da, TBMM Başkanı’yken söylediklerine bakalım:
“Başka başkanları bilmem ama benim adım Bülent Arınç olmasaydı, ben başka yerlerde heykeli dikilecek adam olarak görülürdüm. Ne yapayım ki benim adım budur, siyasi görüşüm budur, dünya görüşüm budur. Ağzımızla kuş tutsak, ‘bu adam kuş katliamı yapıyor’ diye gazetelerde başlıklar çıkar”.
Sözleri gibi, mizahı da orantısız. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile aralarında soğukluk olduğu iddialarına verdiği cevap da bu mizahtan nasibini alıyor: “Bizler ciddi insanlarız, her gün birbirimizin sırtına şaplak atacak halimiz yok”. Bu arada söz konusu ciddiyetini “şeyini şey ettiğimin şeyi” sözüyle kanıtladığını söylemeye bilmem gerek var mı? 2005’te Manisa Dericiler Sitesi Başkanı Hüseyin Akdede “Sayın Başkanım, size abi olarak hitap etmek isterim” dediğinde “Bülent Ersoy deme de, ne dersen de” cevabı hangi orantıyla açıklanabilir?
TBMM Başkanı sıfatıyla başlattığı organ bağışı kampanyasına, “Kendimi hazır hissetmiyorum” diyerek katılmamasını ise mizahla açıklayıp açıklamamak konusunda kararsızım.
Gençliğini, hayatını, aşkını her şeyini bu yola verdi
1948’in 25 Mayıs’ında, Bursa’da doğdu. Beş kardeşin dördüncüsü. Diğer kardeşlerinin adları Yıldıray, Kutlay, Ümit Doğay ve Tülay iken, onun adı neden “ay”la bitmiyor, bilinmez.
Çocukluğu jandarma astsubay babasının yanında farklı yerleri dolaşarak geçti. Doğum yeri Bursa’dan Susurluk’a taşındıklarında iki yaşındaydı. Sonra Ayvalık, Elazığ. İlkokulu burada okudu, 1959’da babası emekli olunca Manisa’ya yerleştiler. Şehitler Mahallesi’nde, amcasıyla babasının müşterek evlerine...
Ne var ki babası bir yıl sonra, henüz 52’sindeyken vefat etti. Beş kardeşin dördüncüsü Bülent Arınç 12 yaşındaydı. Bağlanan yetim maaşıyla bitirdi liseyi, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin ilk iki yılını da bu gelirle okudu. Son iki yılda ise artık İçişleri Bakanlığı’nın bursiyeriydi.
CHP’ye yakın baba
Babası siyasete meraklıydı, evde ülke gündemi konuşulurdu. Henüz darbe ile karşılaşmamış, çok partili düzene geçeli on yıl olmamış Türkiye’nin CHP’ye yakın bir astsubayıydı baba İbrahim Arınç. Eve Cumhuriyet alınırdı.
Arınç da üniversiteden önce düşüncelerinin CHP’ye yakın olduğunu söyleyecekti. Üniversitede dünya görüşü tamamen değişti, Milliyetçi Güç Birliği’nin kurucuları arasında yer aldı. O, hukuk diplomasıyla mezun olduğunda ülke ikinci darbeye doğru koşuyordu.
Köy köy dolaştı
Arınç 1969’da genç bir hukukçu sıfatıyla Erbakan’ın Milli Nizam Partisi için Manisa’yı köy köy dolaştı. Siyasetin tozunu yutmuştu artık. 2000’de Fazilet Partisi’nin ilk olağan kongresinde yaptığı konuşmada dediği gibi, “gençliğini, hayatını, aşkını, her şeyini bu yola vermeye” hazırdı. Münevver Hanım’la 1978’de bir arkadaşları vasıtasıyla tanıştı. Anne Sevdiye Arınç’ın oğlu TBMM Başkanı olduktan sonra verdiği bir söyleşiden öğrendiğimize göre, Gazi Üniversitesi Kız Teknik Bölümü’nü bitiren Münevver Hanım, evlendikten sonra kapandı, bundan sonra da başını hiç açmadı.
Üç çocukları oldu: Ayşenur, Mücahit ve Fatih. Mücahit, bir zamanlar Erbakan’ın miting meydanlarını çınlatan bir slogandı. Fatih ise Erbakan’ın oğlunun adı.
İnsan hayatın ne getireceğini bilmediği gibi, ne götüreceğini de tahmin edemiyor.
Hayat Bülent Arınç’tan hem Erbakan sevgisini aldı, hem de evladı Fatih’i...
Acısı hiç dinmedi
Fatih Arınç, 1997’de Manisa’da içinde bulunduğu araca tren çarptığında 16 yaşındaydı. Acısı hiç dinmedi. “Ben ölümü kendi eliyle tutmuş bir insanım” diyordu Arınç yıllar sonra Sedat Ergin’e verdiği bir söyleşide; “Başkaları ne kadar dünyayı seviyorsa, ben o kadar ölümü bekliyorum.’’
Onun ölümü ellerinde tuttuğu günlerde, siyasi hayatı bir dönemecin eşiğindeydi. Erbakan, 28 Şubat fırtınasına fazla dayanamayacağı belli olan Refah Partisi’ne alternatif olarak kurulacak partinin başkanlığı için Arınç’ı düşünüyordu. Fazilet Partisi’nin genel başkanı Recai Kutan oldu ama Bülent Arınç, siyasette Kutan’dan daha fazla iz bırakmayı başardı.
Biyografisine başlık önerisi: Kime niyet kime kısmet
Bülent Arınç’ın siyasi tarihine baktığımızda hep dönüm noktalarıyla karşılaşıyoruz. Ne var ki o dönüm noktalarında virajı alan hep bir başkası oluyor. Söz gelimi 1985’te İzmir’de düzenlenen Refah Gecesi. Konuşmalar yapıldı, şiirler okundu. Burada sarf edilen sözler nedeniyle aralarında Arınç’ın da bulunduğu Refah Partililere Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından dava açıldı. Arınç iki yıl hapis cezasına çarptırıldı, Yargıtay cezayı iptal etti.
Ceza iptal edilmeseydi, okuduğu şiir nedeniyle hapis yatan siyasetçi o olacaktı. Fazilet Partisi’nin ilk olağan kongresinde, Erbakan’ı yetersiz bulmaya başlayan Yenilikçi kanadın dinamolarından biriydi. Genel başkanlık için kuvvetli adaydı. Adaylıktan Abdullah Gül lehine çekildi. Israrcı olsa belki de AK Parti hükümetinin ilk başbakanı ve daha sonra muhafazakâr dünyanın ilk cumhurbaşkanı o olacaktı.
2007’de siyasetteki aktif görevine iki yıllığına ara verdiğinde “Çok öfkeliydim. Münevver Hanım, öfkemi yatıştırmamı, kontrol altına almamı sağladı” demişti. Münevver Hanım engellemeseydi, belki de ülkenin en öfkelisi o olacaktı…
Bir gün Bülent Arınç biyografisi yazılacaksa, başlığı hazır: Kime niyet kime kısmet.
*Bu yazı Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır.