Şalom gazetesi yazarı, Mois Gabay, Musevi cemaatinin Türkiye'de her gün saldırı, taciz ve tehdit altında olduğunu belirterek, "İktidarın, muhalefetin, sivil toplumun, komşularımızın, hukukçuların bunu görmesi için illa bizden de bir Hrant mı vurulmalı?" ifadesini kullandı.
Açıldığından beri 1986, 1992 ve 2003'te üç kez bombalanan Neve Şalom Sinagogu'na yönelik önce "Yıkılacak mekan" yazılı bir pankart asıldı, ardından Alperen Ocakları üyeleri yürümek istedi. Bunlar sadece 15 günde gerçekleşen iki fiili saldırı.
Son bir yılda yapılanlar eklendiğinde upuzun bir liste çıkıyor.
Ne var ki, bu saldırılar gündemin tozu dumanı içinde 'küçük haberler ' arasında kaybolup gidiyor. Oysa o unutulup giden haberler beraberinde yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşayan bir cemaatin üyelerini de parça parça götürüyor.
'Artık bu sorunu görün'
Bir çoğumuzun orada burada duyduğu "Museviler gidiyor" malumatı, geçen hafta Şalom gazetesinde Mois Gabay'ın yazdığı, "Türk Yahudileri gidiyor mu?" başlıklı yazıyla teyit edildi bir bakıma.
Zaten Gabay da "Artık bu sorunu görün" diyerek son çare olarak cemaat dışındakilere seslenmek zorunda kalmış: "Sevgili kardeşim, şimdi sana anlatacaklarımı dikkatle dinle. Bundan 20 yıl sonrasının İstanbul ’unda 'Bir zamanlar yüzde 64’ümüz pek istemese de Yahudi komşularımız vardı' dememek için şimdinin cemaat gençlerinin sessiz çığlığına kulak ver."
radikal.com.tr'den Bahadır Özgür'ün haberine göre; Gabay, Twitter, Facebook ve mail üzerinden tehdit mesajları alıyor. "Bu iş hemen hergün böyle. Ne zaman birileri İsrail'e kızsa ya da Türkiye 'de açıklayamadığı bir durum olsa sosyal medyada gördüğü ilk Yahudi ismine saydırıyor."
'Lise mezunlarının yüzde 37'si yurtdışına gidiyor'
Mois Gabay, Türkiye'de yaşayan Musevilerin ülkeyi terk ettiğini şu sözlerle anlatıyor:
"Bu yıl cemaat genelinde lise mezunlarının yüzde 37’si bu yıl eğitimine yurtdışındaki üniversitelerde devam etmeyi seçti. Yüzde 37’lik oranın yüzde 24’ü Kanada ve Amerika’da eğitimi seçti. Daha önceki yıllara göre bu sayı neredeyse iki misli arttı. Bu gençlerin kaçı geri gelecek, bunu da zaman gösterir. Gelelim benim yaştakilere... Hani şu genç profesyoneller dedikleri ister holdingde, ister patron şirketinde çalışan geleceğin ebeveynlerine… Geçtiğimiz hafta iki ayrı ortamda yakın dostumla muhabbet ederken konu dönüp dolaştı ileride yaşamaya yönelik farklı ülke arayışlarına geldi. Yani bizim kuşağın da aklına artık terk etme fikri düştü."
Mescitten vaaz: Yahudiler mikser gibi tüm dünyayı karıştırırlar
Gabay'ın dikkat çekmeye çalıştığı şey gündelik yaşamlarındaki çemberin hızlıca daralması. Bir çırpıda kendi çevresinden son dönemde yaşanan birkaç örneği sıralıyor: "Böyle bir ortamda hele ticaret yapıyorsanız, adınızı değiştiriyorsunuz. Mois’ler çoktan Musa, Cefi’ler Cem, Meri’ler ise Peri oluverirdi. Geçen gün bir arkadaşım, kimliğimizi saklamak zorundayken, dayatılan bu yeni hayat tarzında çocuğunu büyütmek istemediğini ve Kanada, Panama, Avustralya gibi alternatifleri araştırmaya başladığını anlattı. Bir sonraki gün, bu kez tekstil ile uğraşan başka bir dostumun yanına uğradım. Unkapanı’nda iki Yahudi esnaf kalmışlardı. Duyduklarım daha da içimi ürpertti. Dükkânlarının hemen yanındaki mescitten her cuma namazı sonrası imam efendi tarafından verilen vaazı anlattı. 'Yahudiler mikser gibi tüm dünyayı karıştırırlar' tarzı antisemitist açıklamaları ile tanıdığımız Cübbeli Ahmet Hoca’nın müritlerinden olan imam cuma namazı sonrası alenen halka 'Yahudi-Hristiyan ile dostluk yapmayın' çağrısını boğazı düğümlenerek dinletiyormuş."
Bir ara boykot listesine alınan Mario Levi'nin söylediği, "Günün birinde bu ülkeyi terk edebilirim” sözünün hiçbiri için artık uzak bir ihtimal olmadığını belirtiyor, Gabay. Belki de bu ülkeyi en son terkedecek kişilerden birinin kendisi olduğunu ısrarla vurgulamasına rağmen, çoğu kez sokakta, takside “Siyonist” kılıfı altında Yahudi’ye hakareti reva gören pek çok muhabbete şimdilik kulaklarını tıkasa da umudunun hızla tükendiğini de sözlerine ekliyor.
'İktidarın siyasi söylemi söylemi bu yolu açıyor'
Gabay'a bu ortamı siyasi iktidarın söylemlerinin mi yarattığını soruyorum. Yanıtı tam ifadesiyle "Havet." Yani iktidarın siyasi söylemi bu yolu açıyor, kışkırtıyor ve daha geniş kitlelere yayıyor. Fakat mesele çok daha derinlerde. Önyargıların eskiden de olduğunu ve bunların kendilerinin de bildiğini ifade ediyor. Ancak özellikle sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla saldırıların ve nefret söyleminin çok hızlı yayıldığını ve arttığına dikkat çekiyor. Çünkü eskiden 'görünmeyen' Musevi, şimdi ulaşılabilir oldu. Gabay'a göre iş bu noktaya gelince sorunu yetkililerin duyarlılık açıklamaları çözmüyor.
'Bizden de bir Hrant'ın vurulması mı bekleniyor?'
Devreye nefret söylemini tavizsiz şekilde suç sayacak bir hukuk aklının girmesi şart: "Yasalar değişti. Nefret söylemi suç ama bize yönelik hangi hakarete, tehdite dava açıldı şimdiye kadar. Burada iktidarı da tek başına suçlamıyorum. Muhalefeti, sivil toplumu, sendikası, demokrat kamuoyu da bize kalkan olmalı. Bu işin takipçiliğini yapmalı. Bizden de bir Hrant'ın vurulması mı bekleniyor? Biz kendimizi savunduğumuz zaman tehditler katlanarak büyüyor. Ama bizimle ortak bir kamuoyu oluşursa en azından güvenimiz ve umudumuz artar. Yazımda da dediğim gibi, siz sahip çıktığınız ölçüde, bu topraklar farklı renkleriyle yeşerecektir!"
Gabay'ın son sözleri gerçekten önemli. Bu ülkedeki Museviler ile empati yapmak, sorunlarını görmek için illa onlardan da bir Hrant Dink'in yitirilmesi mi lazım?