PKK saldırılarının demokratikleşme ve yeni anayasa sürecini baltaladığını söyleyen TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, 'İspanya'da bir milyon kişi teröre karşı yürüyüş yaptı. Biz de STK'lar olarak böyle bir sessiz yürüyüş yapabiliriz' dedi.
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, terörle mücadele ve Kürt sorununun çözümü için partilerüstü yaklaşım gerektiğini söyledi. Boyner artan terör eylemleri için de; 'Artan terörün hedefi demokratikleşmenin ve yeni bir anayasa sürecinin önünün kesilmesidir. Dış güçler de yükselen Türkiye'nin önünü PKK ile kesmeye çalışıyorlar' dedi.
Yenişafak gazetesinden Murat Aksoy'un "Bir milyon kişi yürüsün" başlığıyla yayımlanan (24 Eylül 2012) söyleşisiş
Bir milyon kişi yürüsün
Gaziantep saldırısından sonra STK'lar bir araya gelip sivil tepki koydunuz. Antep ruhu dendi. Terör eylemleri devam ediyor. Bu girişiminizin devamı neden gelemedi?
Burada söylem birliği çok önemli. Bunun içinde kullanılan dilin şiddetten, intikam hissinden arındırılması bir işbirliğinin temel şartı. İspanya'da 1 milyon insanın teröre karşı sessiz yürüyüş yapması çok önemliydi. Türkiye'de biz de STK'lar olarak böyle bir sessiz yürüyüşle tepkiyi odaklayabiliriz. Sadece varlığınızla şiddete karşı çıkabilmeliniz. Gaziantep'te bu sivil ruhu yakaladık ama bunun geliştirmemiz gerekiyor. Daha yolun başındayız. Yürümek kadar konuşmak da önemli. Bence burada önemli olan konu şiddetin tuzağına düşmeden konuşabilmek. Terör arttıkça, canımız yandıkça konuşamıyoruz. Oysa tam tersini yapmamız ve bugünlerde daha fazla konuşmamız gerekir. Bu konuda biraz daha çaba harcamamız gerekiyor.
Terör ayrı Kürt sorunu ayrı
"Yürümek kadar konuşmak da önemli... Canımız yandıkça konuşamıyoruz. Oysa tam tersini yapmalıyız."
Artan şiddet, çözülemeyen bir Kürt sorunu. Nerde hata yapıyoruz?
Hata şu sanki. Kürt sorunu ile terör sorununun birbirinden ayıramıyoruz. Bugünlerde şehitlerimiz var, içimiz yanıyor ama bu gerçeği değiştirmiyor. Bu ayrımı yapmadığımız sürece daha da çok canımız yanabilir. Türkiye'nin Kürt sorunu ve terör sorununu birbirinden ayırıp her iki alanda da eşzamanlı birden fazla çok şey yapması gerekiyor.
Mesela...
Örneğin terörle mücadele konusunda. Bu alanın sadece askere havale edilmesi önemli bir eksikliktir. Terörle mücadelede 1990'larda başvurulan ve toplumumuza ağır bir maliyet ödeten yöntemlerden kaçınılmasını, hukuk içinde kalınmalı. Bununla birlikte bu mücadelede en ön safta görev alan güvenlik güçlerimizin de en korunaklı, güvenli, teçhizli şartlarda görevlerini yapmalarının sağlanmasını talep ediyoruz. Gerçekten güvenlik güçlerimizi terörle mücadele ederken güvenlik altında mı? Kullandıkları teçhizattan istihbarat konusuna kadar ne kadar güvendeler? En son Bingöl olayında gördük ki, istihbarat açısından güvende değillermiş. Yani o kadar askerin sivil, silahsız sevkiyat yapılacağını, geçtikleri güzergahlar dışarı sızabildiğine göre burada istihbarat zaafı olduğuna dair bir algı ortaya çıkıyor. Bu alanda yani terörle mücadele konusunda daha profesyonel bir süreç izlemekte fayda var. Tabi bir de Kürt sorunu boyutu var.
Partilerüstü bir uzlaşma gerek
Burada ne yapılmalı?
Bu konuda da artık farklı bir yol izlemek gerekiyor. Partilerin siyasi söylemlerinde bu ikisi iç içe geçmiş ve istismar konusu oluyor maalesef. Bence toplum da iki meselenin birbirinde ayrılarak konuşulmasını istiyor. Kısaca hem Kürt sorunu hem de terörle mücadele konusunda artık siyasal çıkarlar, oy maksimizasyonunun ötesinde bir bakışı zorunlu kılıyor. Artık bu meseleye partiler üstü bakma zamanımız geldi. O yüzden Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in çıkışı önemliydi. Ama bugün siyasilerin söylemine baktığımız zaman ne yazık ki, bu noktada olduğumuzu görmüyorum. Kürt sorunu ve terörle mücadele artık partiler üstü bir işbirliği zorunlu kılıyor.
Nasıl olabilir bu?
Kürt sorunun çözülmesinde yeni anayasa süreci önemli bir imkan. Ama yeni anayasa yapılana kadar bazı demokratik adımlar, bazı yasal değişikler söz konusu olabilir. Bunlar terörün propagandasını yapanların ellerini zayıflatan adımlar olacaktır.
Sorunun çözülmesinde BDP'ye de rol düşmüyor mu?
BDP, Türkiye partisi olduğunun unutmamak zorunda. Biz nasıl tüm partilerden şiddeti, şiddet dilini reddetmelerini istiyorsak, BDP'den de aynı şeyi istiyoruz. Buna da hakkımız olduğunu düşünüyorum. Siyaset, sorumluluk istiyor. Üstelik BDP, temsil etme iddiasında bulundukları kitlenin hak ve hukukunu zedeleyecek bir tutumu benimsiyor. Artık tek hedefi öldürmek olan PKK'lılar ile Kürt siyasilerin kucaklaşması doğru olmadı ve bunu kınadık. Bir kez daha kınıyoruz. Kendilerinden vatandaşlarımızın oylarıyla seçilmiş milletvekilleri olarak PKK şiddetini reddetmelerini, ona karşı tavır almalarını talep ediyoruz.
Türkiye bu karanlık sarmaldan nasıl çıkar?
Türkiye'nin içinde bulunulan karanlık iklimi dağıtmasında Anayasa sürecinin hızlanmasının ve yeniden AB reformlarına hız vermenin bir çıkış olabileceğini düşünüyorum. Türkiye 2000'lerden bu yana ne zaman AB sürecine sarılmışsa içerde daha konuşulabilir, daha özgüvenli bir siyasal iklim ve siyasal hayat olmuştur. Ne yazık ki son yıllarda bu hedefin gerçekleşmesi konusunda somut adımlar atılmıyor. Tabi böyle olunca partilerin siyasi dilleri de kapsayıcı değil ayrıştırıcı oluyor.
Dış güçler Türkiye'nin önünü PKK ile kesmek istiyor
Yeni anayasa süreci bir imkan mı?
Hem de büyük bir imkan. İkincisi her partinin topluma sözü var. Hepsi yeni anayasa istediğinin deklare etti. Darbeyi yapanları, onların yaptığı yasalarla yargılıyoruz. Bu ayıptan kurtulmamız gerekiyor. Komisyona partilerin oylarından bağımsız olarak eşit katılım ve iknaya dayanan süreçle çalışması önemli bir şans. Komisyon toplanıyor, çalışıyor. Çıkacak metnin ben önemli olduğunu düşünüyorum. Ama bütün bu iyimserliğime rağmen önemli bir risk görüyorum.
Nedir o?
Artan terör eylemleri. Terör eylemlerine içerde ve dışarıda kim destek veriyorsa amaçlarına ulaşmalarını engellemeliyiz. Artan terörün hedefi demokratikleşmenin ve yeni bir anayasa sürecinin önünün kesilmesi. Bunun farkında olmalıyız. Dış güçler de yükselen Türkiye'nin önünü PKK ile kesmeye çalışıyorlar. Çünkü terör eylemleri ve şiddet arttıkça yeni anayasayı konuşma lüks kaçabilir.
Anadolu sermayesinden rahatsız değiliz
İstanbul sermayesi-Anadolu sermayesi ayrımı size neyi ifade ediyor?
Bana bir şey ifade etmiyor. Ben her türlü ayrımcılığa karşıyım. Ki sermaye için de bu böyle. Bu konuda tek ayrım şudur; kayıtlı sermaye/kayıt dışı sermaye. Bence en büyük risk bu kayıt dışı sermayedir. Özellikle 2000'den sonra Anadolu'nun farklı şehirlerinde sermaye birikimde yatırımlarda büyük bir artış var. Bunun en önemli sonucu bölgesel farklılıkların azalması ki bunu çok olumlu buluyorum. Bu açıdan Anadolu-İstanbul sermayesi ayrımını doğru bulmuyorum. Ki bizim üyelerimiz arasında, yönetim ve denetim kurulumuzda Anadolu sermayesi diye anılan şirketlerin sahipleri yöneticileri var. Bu çok olumlu çünkü. Böylece sermaye tabana ayılıyor ve bölgesel farklılıklar azalıyor.
MÜSİAD ya da TUSKON'a üye olanların TÜSİAD'a üye olmasında bir sakınca var mı?
Yok. Bize üyelik için başvuranların hangi derneğe, hangi federasyona üye olup olmadığına bakmıyoruz. Sadece üyelik için tüzük ne gerektiriyorsa ona bakıyoruz.
TÜRKONFED eski Başkanı ve Başkan Yardımcısı'nın, 'TÜSİAD üzerimizde vesayet kurmak istiyor' şeklindeki iddiaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Biz TURKONFED'i önemsiyoruz. TÜRKONFED bizim de üye olduğumuz ve bir oyla yönetimde olduğumuz, destek verdiğimiz bir federasyon. Spekülasyonu yapılan karar oybirliği ile alınmıştır. Bu açıdan bizim burada vesayet kurmamız söz konusu değil.
Ne 5'li çetenin içinde olduk ne 28 Şubat'ı destekledik
Önceki hafta Yüksek İstişare Kurulu toplantısında yaptığınız 'Uludere ve Afyon'da ne olduğunu bilmek istiyoruz' çağrınıza hükümet kanadından tepkiler geldi. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
TÜSİAD 41 yıldır Türkiye'nin değişimine paralel olarak kendisini dönüştüren evrilen bir sivil toplum örgütü. Özellikle 1990'laran sonra TÜSİAD yapmış olduğu atılımla Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğini de destekleyerek, ülkenin ileri bir demokrasi olması için çalışan ve bu hedefe uyumlu olarak çalışan bir sivil toplum kuruluşu. Ekonomiden anayasaya, demokratikleşmeden bölgesel kalkınmaya her alanda çalışmalar yapan bir kurumuz. Bu açıdan biz hem kendimiz vatandaş olarak hem de dernek olarak bilmemiz gereken her şey hakkında konuşma yapma yetkisini kendimizde görüyoruz. Sonuçta vergi veren vatandaşlar olarak bilmemiz gereken şeyleri iktidarlara sormak bizim vatandaşlık görevimiz. O gün yaptığım konuşmada da toplumun da merak ettiği ve önemli bulduğumuz iki konuyu gündeme getirdik.
Tepkiler...
Demokrasi konuşma rejimidir. Biz kendi ilkelerimiz ve hedeflerimiz doğrultusunda bildiklerimizi söylemeye devam edeceğiz. Başkaları da kendi bildiklerini söyleyecekler. Biz eleştirildik diye susacak değiliz. İnandığımız şeyleri söylemeye devam edeceğiz. Türkiye ne kadar çok konuşursa, ne kadar çok paylaşırsa kutuplaşmalar azalır, karşılıklı diyalog zeminleri çoğalır.
Bizi darbeci göstermek istiyorlar
28 Şubat'ı dava nedeniyle de çok konuşuyoruz. Arınç da TÜSİAD'ı beşli çete üyesi olarak andı. TÜSİAD 28 Şubat'a nasıl bakıyor?
Biz Arınç'ın açıklaması üzerine bir açıklama yayınladık. Beşli çete olarak tabir edilen girişimin içinde olmadık. Ama burada sorun şu; demek ki TÜSİAD konusunda toplumda böyle bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Bu algıyı kırmak için gerçekleri topluma anlatmaya devam edeceğiz.
TÜSİAD'ın o dönemin hükümetine bakışı nasıldı?
TÜSİAD'ın o dönemli açıklamalarına baktığımızda hükümeti eleştirmesi gereken konularda eleştiriler yapmış olduğunu görüyoruz. Ama bu eleştiriler 28 Şubat sürecinde uygulanan anti-demokratik eylemleri desteklediği anlamına gelmez. TÜSİAD'ı bağlayan, başkanının, yönetim kurulu üyelerinin yapmış olduğu açıklamalardır. Bunlara bakıldığı zamanda TUSİAD 28 Şubat anti-demokratik sürecinin, darbe girişimini, darbe söylemini destekleyen hiçbir şeye rastlamıyoruz. TÜSİAD 28 Şubat sürecinin parçası olmamıştır. Tam tersine TÜSİAD 28 Şubat'tan bir ay önce demokratikleşme konusunda rapor hazırlatmış ve 28 Şubat'tan bir ay önce de bu raporu genel kurulunda tartışmıştır.
Sert bir fırtınaya yol açtı bu rapor...
Evet. Ama unutmayalım TÜSİAD doğal olarak heterojen bir yapı. Yönetim kurulunun aldığı her karar herkesin katılması, hazırlattığı her rapora herkesin katılması söz konusu değil. O rapor konusunda da öyle oldu. Bazıları rahatsızlıklarını dile getirdiler. Ama TÜSİAD olarak sonraki yıllardaki çalışmalarımızı da göz önüne aldığımızda TÜSİAD demokratikleşmenin AB üyeliğimizin yanında olmuştur. Bu açıdan bakıldığında TÜSİAD'a 28 Şubat'çı demek haksızlık olur. Ama bu konuda sorumluluk bizim. Bunu daha çok vurgulamamız lazım.