Akademide “Hocaların hocası” diye de anılan Marksist iktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav SYRIZA’nın Yunanistan’daki seçim zaferini değerlendirdi. "SYRIZA’nın Yunanistan’daki sosyal çöküntüden ötürü bir tepki olarak geldiğini" söyleyen Boratav, SYRİZA'nın resmi seçim programında "Avro bölgesinde kalacağız" dediğine dikkat çekerek, "Bugün ise müzakereye bu araç olmadan girdikleri için Troyka’nın şantajına büyük ihtimalle teslim olmak zorunda kalacağını" vurguladı.
"Türkiye sosyalizminin kendi mazisine dönmesi lazım" diyen Boratav, "Türkiye’de, sosyal demokrasinin 1980 sonrası emperyalizme destek veren bir harekete dönüştüğünü" dile getirdi.
"HDP’nin parti olarak seçime girmesi anayasal çoğunluğu AKP’ye ikram" olduğunu ve CHP’yle muhalefet cephesi oluşturmaları gerektiğini kaydeden Boratav, AKP'nin işçilerin örgütlenmesinden korktuğunu söyledi.
CHP’nin geçmişini de eleştiren Boratav, “1946-50 CHP’si ile 12 Eylül Kemalizmin karanlık kanadının dik alasıdır” dedi.
Hürriyet'ten Cansu Çamlibel’in sorularını yanıtlayan (2 Şubat 2015) Prof. Boratav'ın açıklamalarından satır başları şöyle:
‘SYRİZA büyük ihtimalle şantaja boyun eğmek durumunda kalacak’
Ocak başında kaleme aldığınız yazıda Yunanistan’daki seçim için ‘Son Yunan tragedyası perde açacak’ demiştiniz. SYRİZA kazansa bile eldeki verilerin sonuçta Troyka kazanacağını gösterdiğini savundunuz. SYRİZA kazandı, hala öyle mi düşünüyorsunuz?
Bir kere şunu söyleyelim; SYRİZA Yunan halkının 2007’den bu yana yaşadığı büyük sosyal çöküntünün bir tepkisi olarak geldi. AB’nin, Avro bölgesinin Yunanistan’da yol açtığı ağır maliyet onu iktidara getirdi. Bana göre, SYRİZA kısa vadeli doğru bir teşhis yaptı ve iktidar bu sayede kuruldu. AB’ye, yani Troyka’ya karşı sert bir söylem, mücadele, iktidarın anahtarını sağladı. Bir kere SYRİZA umulandan daha güçlü geldi. Oy oranı tahminlerin üzerinde yüzde 36 çıktı. Koalisyon ortağı sağcı ANEL de AB’nin ağır politikalarına karşı bir parti. Dolayısıyla hükümetin doğrudan doğruya AB ile cepheden tartışmaya girmesi mümkün.
Mücadeleyi kim nasıl kazanacak?
Bana göre AB’nin yani Troyka’nın kazanma ihtimali daha fazla. SYRİZA, müzakereye girerken elinde tutabileceği silahı peşinen bertaraf etti: Avro’dan çıkıp Drahmi’ye dönmek… Evet bu bir silahtır çünkü kullanılırsa Avro bölgesinin çözülmesi Yunanistan’ın inisiyatifiyle başlayacaktır. Bu silah şu anda SYRİZA’nın elinde yok çünkü resmi seçim programında ‘Avro bölgesinde kalacağız’ dedi. Zira ‘Avro’dan çıkacağız’ diyerek seçim kazanmaları mümkün değildi. Yunanistan’ın çıkarlarının Avro’dan çıkmak olduğunu kanıtlasalar bile bu panik ortamı yaratırdı, ortada olan belirsizliğe bir de bu eklenir; sonuçta seçim kazanılamazdı. Bugün ise müzakereye bu araç olmadan girdikleri için Troyka’nın şantajına büyük ihtimalle teslim olmak zorunda kalacaklar.
‘SYRIZA gerçekten solculukta ilkeliyse Drahmi’ye geçiş için B planı hazırdır’
O zaman SYRIZA, Avro bölgesine gerçek manada bir tehdit değil mi?
Eğer pazarlık sürecinde seçmene vaat ettiği ilkelerini savunmaya devam ederse olabilir. Nedir bu ilkeler? Birincisi; borç toplamında, 320 milyar avroya yaklaşan borçta bir indirim istiyorum. Karşı taraf Almanya başta olmak üzere bu ödünü vermeyi istemiyor. İkinci husus da, reform denen paketi uygulamayacağım. Mesela özelleştirmeyi peşinen durdurdu. İstihdam kısıntılarını uygulamayıp, asgari ücreti yeniden düzenlemek de bunun parçası. Bu programdan da ödün vermek istemiyorlar. Bu ısrar karşısında Troyka’nın şantajı öylesine uygulanır ki Yunanistan fiilen avrodan çıkmak zorunda kalır. Ağustos’a kadar toplamı 8-10 milyar avroya denk gelen 3 taksit borç ödemesi var. Bunların ödenememesi, Avrupa Merkez Bankası’nın likidite desteğinin frenlenmesine yol açabilir. Yunan merkez bankasının kendi bankalarına likit akışı da önlenir, avro ile yapılan gelir, ödeme akımları kesilir. Yunanistan Avro bölgesinden fiilen ihraç edilmiş olur.
SYRIZA eğer akıllıysa ve solculukta ilkeli davranıyorsa bu olasılığa karşı teknik çalışmalarını şu anda sürdürmektedir. Drahmi’ye geçiş modeli ‘Plan B’ olarak hazırdır. Dolayısıyla ödünlerin seçmene yaptığı vaatlerle uzlaşmadığını keşfettiği anda ‘Çıkıyorum, Drahmi’ye geçiyorum’ diyebilir. Drahmi’ye geçiş çok zor, teknik bakımdan bir hayli hazırlık isteyen bir şey. Eğer zaten bu sürece hazırlıksız girmişse o zaman zaten teslimiyete mecbur.
Tahminleriniz hangi yönde?
Muhtemelen yeni bir uzlaşmaya gidecek. Yani borçlarda indirim yapılmayacak; ödemeler daha fazla taksite bölünecek. Önceki memorandumun bitim tarihinde altı-sekiz aylık bir uzatma verilebilir geçiş dönemini rahatlatmak için. Milli gelirin yüzde 5’i civarında bir faiz dışı fazla hedefi var, belki onu bir parça indirirler. Bu ödünler SYRIZA’nın seçmene verdiği vaatle tutarlı değil. Kabulü, mücadelenin kaybedilmesi ve teslimiyet anlamına geliyor.
‘Emperyalizmin AB bünyesindeki ana mekanizması Euro’
Teslimiyet bu kadar kısa sürede yaşanacaksa bu günümüzde AB içinde radikal sol iktidarların kendi ideolojisine ve felsefesine sahip çıkarak yaşama ihtimali yok mu demek?
Hayır, mümkündür. Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya ve İrlanda’da kriz potansiyeli yaratan AB’nin kendisi değil, Avro bölgesidir. AB’ye üyelik, esas olarak dünya sisteminin kurallarına uyan bir alt düzenleme. AB’ye dâhil olup göreli olarak radikal olmak mümkündür. Avro bölgesi içinde radikal olmak ise mümkün değildir. Emperyalizmin, AB’nin bünyesinde işlettiği ana mekanizma avro’dur, Almanya’nın hegemonyasındaki alt sistemdir. Bu alt sistemin dışında kalan AB üyeleri aykırı davranabiliyorlar. Mesela Macaristan. Viktor Orban, Avro bölgesinde mümkün olmayacak pek çok hareket esnekliğine sahip. Hatta bizim Tayyip Erdoğan’ı ve Putin’i örnek aldığını açıkça söylüyor. Tabii Orban örneği radikal sağa sapmadır. Syriza’nın önerdiği radikallik Avro bölgesinden çıkmayı gerektiriyor; AB’den çıkmayı değil. Avro bölgesinden çıkmanın getireceği en önemli risk ise hiper enflasyon. Önlemek için ayrıntılı hazırlık gerekiyor, boş lafla olmaz. Rakipler teknik bilginin üst düzeyinde bir donanımla senin karşına geliyorlar. Hazırlıksız karşılarına çıkarsan, sadece seni ikna etmekle kalmazlar çökertirler de.
‘Gümrük Birliği’ne girip tam üyeliği pazarlığa bırakmaya engel olmak isterdim’
Marksist bir iktisatçı gözüyle Türkiye’nin AB ile ilişkisi nasıl olmalı anlatın bize. Sizin yıllardır savunduğunuz hiç girmemesi gerektiği. Avro bölgesine girmese kurtarmaz mı?
Benim kişisel görüşüme göre girmemeli. Ama eğer sermayenin akıllılarına fikir verecek bir konumda olsaydım, öncelikle girme programının takviminin son derece yanlış olduğunu söylerdim. Gümrük Birliği’ne girip tam üyelik tarihini bitmez bir pazarlığa bırakmak gibi bir saçmalığa engel olmak isterdim. İkincisi, avroya giriş gibi bir hedefi kesinlikle akıllarına getirmemelerini tavsiye ederdim. Emperyalist sistemin çevresinde yer alan ve özerk iradesiyle ulusal ekonomilerinin içindeki problemleri çözmeye çalışan saygıdeğer ülkeler var. Latin Amerika’dakiler; Hindistan, Çin, Kore, Malezya, Filipinler... Ben Türkiye’nin kendi ayakları üzerinde duran, toplumsal sorunlarını iç siyasi dinamikleriyle çözmeye çalışan bir ülke olmasını isterdim. Sınıf mücadelesini dışarıdan gelen bir üst akla, bir üst denetime havale etmeden sürdürecek bir özerklik alanının bulunması lazım. Türkiye’nin emperyalist sistemin alt ögelerinden herhangi birine girmesini yanlış buluyorum. Biz buna hep karşı çıktık ve Türkiye’nin demokratik güçlerinin kendi sorunlarını çözeceğine hep inandık.
Buna hala inanıyor musunuz?
Giderek kötümserim.
'Türkiye kendi içinde bir faşizme gidiyor, ben buna İslamcı faşizm diyorum'
Tam bu noktada şunu hatırlatalım; kendisini liberal sol olarak konumlandıran pek çok kimse bugün Türkiye’nin insan hakları ve özgürlükler problemini kendi içinde çözemediği için AB çıpasına mutlaka ihtiyaç olduğunu düşünüyor.
Şu anda AB’nin esamesi okunmuyor. Türkiye kendi içinde bir faşizme doğru gidiyor. Ben buna İslamcı faşizm diyorum. Buraya ülkeyi sürükleyen kadronun AB umurunda değil. En üstte kötü polis rolündeki, ‘almazlarsa almasınlar, biz onları test ediyoruz’ diyor. Ama hala AB’den sorumlu bir bakan (iyi polis) var, o da başka bir söylem tutturuyor. Ama AB’den gelen hiçbir rapor ya da eleştiri umurlarında değil. Ayrıca AB’nin bu konularda ne kadar etkisiz ve samimiyetsiz olduğu ortadadır. AB, Türkiye’de demokrasi ihlallerinin ve faşizme gidiş sürecinin ancak çok ileri aşamalarında bazı sinyalleri algıladı. Erken aşamalarını görmezlikten gelmek bir yana, desteklediler. Ergenekon, Balyoz, Oda TV gibi davalar AB tarafından demokrasiyi geliştirmenin aşamaları olarak görüldü. Türkiye şimdi kendi iç mücadelesiyle, demokrat güçleriyle kurtarabilirse kurtaracak. Böyle bir dönüm noktasındayız.
‘SYRIZA Avrupa’da Latin Amerika tipi dönüşümün başlangıcı olabilir’
SYRIZA’yı Türkiye’de bütün siyasi partiler paylaşamadı. Bizde SYRIZA’nın karşılığının kim olduğu ya da suyun öte yakasındaki radikalizmin Türkiye’ye sirayet edip etmeyeceği çok mu romantik bir tartışma?
Bakın neo-liberal hegemonya aslında dünya çapında sermayenin sınırsız tahakkümünü kurma programıdır. Kibarcası neo-liberalizm; ama gerçek manası budur. Küreselleşmenin de gerçek ismi emperyalizmdir, zararsız ismi küreselleşmedir. Küreselleşmeye karşı başlayan direnme dünya sosyal forumlarında, Brezilya’da başlayıp dalga dalga yayılan, Seattle’da bir büyük kalkışma halini alan bir dalgaydı. Latin Amerika’da daha sol alternatifi olmayan her yerde sol partiler iktidara geldi. Brezilya, Ekvator, Bolivya, Venezuela, Uruguay, Nikaragua, Şili, hatta bir anlamda Arjantin... Bu şunu gösteriyor; seçim yoluyla neo-liberal hegemonyaya karşı çıkacak iktidarlar oluşabiliyor. Bütün devrimci, sosyalist hareketlerin ana vatanı olan Avrupa buna uzak mı kalacak? Uzak kaldı bir müddet; çünkü sosyal demokrasinin ihanetine uğradı. Sovyet sosyalizmi çökünce komünist partiler ağır darbe yedi. İşte SYRIZA’nın önemi burada. Latin Amerika’ya benzer bir alternatif dönüşümün Avrupa’daki başlangıç noktası olabilir mi?
Sizce olabilecek mi?
Burada şu husus önemli; SYRIZA Avrupa’nın güçlü sosyalist geleneğinin izlerini taşıyor. Kökeni komünist partidir. SYRIZA bana göre Avrupa’da gerçek bir muhalefetin yani Latin Amerika’da görülen türden bir sosyalizmin başlangıç adımı olabilir. İzleyecek ikinci adım muhtemelen İspanya’ya Podemos’dan gelecek. Portekiz’e taşınması da mümkündür.
‘Sosyal demokrasi 1980 sonrası teslim oldu artık emperyalizme destek bir hareket’
Türkiye’deki sosyalistlere ne öneriyorsunuz?
Türkiye sosyalizminin kendi mazisine dönmesi lazım. Türkiye’de solun maksimum zirveye ulaştığı 1970’li yıllardır. Mirası Kemalizm olan bir parti halk sınıflarıyla bağlar kurmuştur ve halk sınıflarının özlemlerine cevap verecek bir program ve yönelişi benimsemiştir. Ve o sayede emekçi sınıflarda birinci parti olmuştu. Süleyman Demirel’in hazmedemediği, dolayısıyla Milli Cephe’yi kurup CHP’yi darbeye kadar giden süreçte tecrit ettiği dönem odur. Ama CHP’nin ötesinde Türkiye’de sosyalist hareket, parlamento dışında çok geniş bir tabanda gelişmişti 12 Eylül’e kadar. Gençlik hareketleri adı altında çok etkili ve örgütlü bir muhalefet hareketiydi. Ve bu muhalefet hareketiyle CHP kavgalı değildi. Tartışıyordu ama hasım değildiler. Ecevit onları hiçbir zaman düşman olarak telakki etmedi. 1970’li yılların sonuna kadarki Ecevit, Kemalizm’in demokrat kanadının bir temsilcisidir. O bugünkülerden daha akıllı olduğu için kendisine hiç ‘sosyal demokrat’ demedi. ‘Demokratik sol’ dedi. Sosyal demokrasi yaftasını kabul etmek bugünün dünyasında utanç verici bir şeydir. Emperyalizme destek olan bir harekettir. Kendi tarihi mirasını da reddetmiştir. 1980 sonrasında tam teslim oldular. Tutup da artık bu geç tarihte Türkiye’ye sosyal demokrasiyi monte etmek olmaz; onu demek istiyorum.
Bugün pek çok kimse Türkiye’de kendisine ‘sosyal demokrat’ diyen bir partiyi ‘ana akım sol’ olarak görüyor ama. Sosyalist hareket nasıl ana akıma dönüşür, dönüşebilir mi hala?
Bugün Türkiye’de sosyalist hareket kendi geçmişini, önce 1960’lı 70’li yıllara hatırlamalı. 60’lı yılların kökeninde de Türkiye’nin daha önceki saygıdeğer sosyalist hareketleri vardır. İkinci Dünya savaşı öncesinde mesela Tan Hareketi vardır, mesela Mehmet Ali Aybar’ın ‘Zincirli Hürriyet’i çıkarması vardır. Mesela faşizme yönelen Başbakan Saraçoğlu’na karşı bir camiye ‘Saraçoğlu faşisttir’ diye pankart asan ve Mihri Belli liderliğinde bir gençlik hareketi vardır. Mehmet Ali Aybar, Mihri Belli gibi 40’lı yılların sosyalistleri 60 sonrası sosyalizmine katkı yaptı. Türkiye’nin 70 sonrasına bakanlar bugünün kötümserliğine mahkûm olmayan bir toplum olduğumuzu hatırlayacaktır. Türkiye’nin işçi sınıfı daima Müslümandır. Bu özellik o yıllarda sosyalizmle yakınlaşmalarına engel mi oldu?
‘Formül; örgütlü halk tehlikeli, yoksulu tek tek bul ve gözet’
2002’de iktidara gelen AK Parti’nin performansına baktığımız zaman tarihsel olarak işçi sınıfının güçlü olduğu şehir ve yörelerde ciddi anlamda bir başarı sağladı. Çok basite indirgeyerek söylersek, AK Parti işçi sınıfını sosyalist hareketin elinden kapmayı başarmış görünüyor, doğru mu?
Evet, evet.
AK Parti bunu nasıl bir ekonomik modelle başardı? Ve o model daha ne kadar işler?
AKP, Turgut Özal’ın yöntemini devraldı. Bu şudur; halk sınıflarını sınıf tabanıyla bağlı olarak değil birey olarak gözetin. Yoksulu takip edin, destekleyin, siyasi amaçla da manipüle edin. Ama bu öyle kolay olmadı. Bak, 1989’da yeniden 70’li yılların siyasetine dönmenin eşiğine geldik. 1989’da SHP birinci parti oldu. Turgut Özal, büyük kentlerde emekçi oylarını almaya başlamıştı. Fakat, 12 Eylül’ün bölüşüm politikalarının da mimarı olarak görüldüğü için sınıfsal tepki 89’da patlak verdi. Orada kritik bir dönemece geliyoruz. Halk muhalefeti iki tabandan besleniyor; birincisi 70’li yılların sol tabanı, 12 Eylül’ün vurup darmadağın ettiği o sosyalistlerin mirası ile birlikte Ecevit’in temsil ettiği halk sınıflarına dönük söylemi devralmaya aday olan SHP. İkinci taban ise siyasi İslam örgütlenmesi. 1991 yılında bir araştırmamızda anlaşıldı ki; büyük kentlerin emekçi sınıfları yol ayrımında, ya sola yönelecekler; ya da solun yöntemlerini benimseyerek çalışmaya başlamış olan Refah Partisi’ne. Yani tam dönüm noktasıydı. O sırada SHP eğer Ecevit’in mirasını hakkıyla sahiplenip sınıfsal bir platforma taşısaydı eski, dağınık solcularla da ittifak kurabilseydi belki böyle olmayacaktı. Ama haklısınız, AKP o yöntemleri devraldı. Şu farkla, emekçilerin örgütlenmesini istemiyor.
Ancak bir yandan da belediyeleri kendi örgütlenmesinin temel araçları olarak kullanmıyor mu?
Tabii, tabii. Bu, bir anlamda İngiltere’nin 19. Yüzyıldaki yoksul yasalarına benziyor. Dünya Bankası’nın programlarına da benziyor; yoksulu bulup gözetmek lazım. AKP mesela fındık ya da zeytin üreticileri, tekel işçileri örgütlenince hoşlanmıyor. Örgütlü halk tehlikelidir ve dağıtılmalı; ama fakir insanlar gözetilmeli, program bu.
Yoksullar eskiden birbirlerinin yoldaşı idi. Şimdi rakip görüyorlar birbirlerini.
Avrupa’ya baktığımızda seçimlerde radikal değişimlerin (sağ ya da sol) kökeninde hep ekonomik sıkıntılar var. Türkiye’nin 2015’in ilk yarısındaki ekonomik performansı Haziran seçiminde seçmeni değişim talebine yönlendirecekmiş gibi gözükmüyor.
2009’da krizin Türkiye’deki etkisi ilk 3 ayda hissedildi ve 2009 Mart yerel seçiminde AKP’nin oyu yüzde 38’e kadar düştü. Böyle bir etki var. İstanbullu olduğun için liberal yaklaşımdan, kurtulamazsın; ama öbür tarafı eleştirmezsin. Öbür tarafta ne var? HDP’nin parti olarak gireceğim iddiası var.
‘HDP’nin parti olarak seçime girmesi anayasal çoğunluğu AKP’ye ikram’
Neden karşısınız buna?
Bu ne demek? Anayasayı değiştirecek çoğunluğu ikram etmek demek. Üstelik samimiyetsiz bir manevra ile ikram… Sosyalistlere Birleşik Haziran Hareketi’ne karşı diyorlar ki; ‘Bizi destekleyin, yani kaybolun’. Dolayısıyla yüzde 10’u geçemedikleri zaman sosyalistleri, veya ‘niye CHP’ye oy verdin’ diye laik çevreleri suçlayacaklar. Bu şu anlama geliyor; Kürt bölgelerinin tüm milletvekillerini AKP’li olarak, belki bağımsız parlamentoya girecek olan Hüda-Par’lıların eklenmesiyle parlamentoya taşımak. Bir pazarlık ve anlaşma var mıdır, yok mudur? Karşılığı nedir? Anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşmak.
Bu soru işaretini siz de taşıyorsunuz.
Soru işareti var. Bu çok ağır bir suçlamadır. Türk solunu, aydınlanmacılarını, Gezi Hareketi’nin Türk ögelerini tırnak içinde satmaktır. Satışın karşılığını ise bilmiyoruz. Ben bu suçlamayı yapmak istemiyorum. Ama bu şüphe pek çok kişide var. Ama ben niye yakıştırmıyorum? Çünkü HDP’nin damarlarının bir sol geçmişi var. En güçlü oldukları coğrafya Türkiye’nin değer sistemleri olarak en tutucu bölgesidir. Bu coğrafyadaki en laik kadroları meclise taşıdılar. Kadınlara aktif siyaset imkânını en çok onlar verdi. İstedikleri zaman rahatlıkla SYRİZA ile benzerlik kurulacak söylem onların.
SYRIZA ile benzerlik kurma potansiyeli var ama şu an orada değil... Öyle mi?
Davranışlarıyla ortaya koyacaklar bunu. Şeyh Said’i milli bir kahraman olarak kullanmak bu söylemle uzlaşmaz. Onların kendi problemlerinin içinde dolaştıklarını gösteren belirtiler bunlar.
‘CHP ile HDP seçimde bir muhalefet cephesi kurmalı’
Böyle bir anlaşma varsa Türk solu bu tongaya düşer mi?
Türkiye sosyalistlerinin o kervana katılmaması lazım. Bana göre en doğru seçeneği Alper Taş söyledi. Sosyalistler, CHP ve HDP’nin seçimlerde bir muhalefet cephesi kurması lazım. Çözüm yolu budur. CHP’nin şoven, MHP’ye yatkın olan söylemini kontrol altına alması, ilaveten laik, aydınlanmacı pozisyonu da açıkça, ilkeli olarak benimsemesi lazım. Kürt hareketinin de Türkiye’nin Cumhuriyet değerleri dediğimiz duyarlılıklarına saygı göstermesi lazım. Ama bu kısa vadeli bir ütopyadır. İnsanlar bunu öğrenecekler, fakat AKP’nin hâkimiyetini anayasal sistemle pekiştirme hevesini kazasız atlatabilirsek tabii.
Getirilen mevzuat ile Nazi türü bir rejim hayata geçirilebilecektir. Polis-yargı-MİT üçlüsünün sınırsız yetkilerle hâkim olduğu, aynı yörüngeye girmiş olan jandarmanın da dâhil olduğu bir düzen. Bu düzen gelirse Türkiye solu için sözünü ettiğimiz ütopya çok ileri bir tarihe atılmış olur. Ama AKP bunu sağlayamazsa, Türkiye’nin direnme odakları; veya yeni bir muhalefet dalgası bunu önlerse o formül işleyebilir.
Siz kişisel olarak HDP’nin seçimlere bağımsız adaylarla girmesinden tarafsınız. Ancak o zaman mı anlattığınız ütopyaya ulaşılabilir?
Evet, yaklaşılır o zaman. HDP ve CHP’nin genel merkezlerini bir kenara bırakın. CHP’nin içinde benim demokrat Kemalistler dediğim akım, hem parlamentoda, hem örgütte, hem de seçmen tabanında küçümsenmeyecek sayıdadır. Dolayısıyla Türkiye’nin halk sınıfları saflarında çalışma geleneği güçlü olan sosyalistleri bu tür bir ortamda, bu partilerin genel merkezlerine değil tabandan seçim kampanyalarına aktif bir biçimde katılabilirler. CHP’nin büyük günahı Gezi enerjisini 30 Mart 2014 yerel seçimlerine, özellikle İstanbul seçimine taşıyamamış olmasıdır. O enerji kapı kapı dolaşılarak, varoşlara taşınsaydı dengeleri değiştirebilirdi. CHP’nin niteliğini de değiştirirdi. Bu enerjiyi yenilemek mümkündür.
Özetle, Türkiye’de sosyalizm için belki çok yakında zafer gözükmüyor ama SYRIZA Avrupa sosyalizmi açısından yeni bir akımın işaret fişeği olabilir diyorsunuz.
Haziran kalkışması Türkiye halkının önemli bir bölümünün aydınlanma değerlerine sahip olduğunu, sınırsız demokrasiye tutkun olduğunu, paylaşımcı olduğunu, kamucu olduğunu (yani geçmişten gelen varlıkların kapkaççılar tarafından yağmalanmasına) karşı olduğunu, bu anlamdaki bir kapitalizme de karşı olduğunu, bu kapitalizmin siyasi iktidar tarafından temsil edildiğini de teşhis ederek ortaya koydu. Sınırsız demokrasi, paylaşımcılık, ihtiyaca göre dağıtım, kamuculuk, aydınlanmacılık... Bunların heyet-i umumiyesi - katılımcılar o algılama içinde değil ama- komünizmdir. Bunların hepsi Türkiye toplumunun bünyesinde bu değerlerin kendiliğinden yerleşmiş olduğunu gösteriyor. Birleşik Haziran Hareketi’nin ana çerçevesi budur. Gezi Hareketi bu ittifakı tam simgelemektedir.
Damarlarımızda komünizm var yani, öyle mi?
Damarlarımızda komünizm akıyor, bu halkı bu derecede yoz bir karanlığa mahkûm etmek mümkün değil. Haziran kalkışmasının insanları yok olmadı, hala bir aradayız. Bir buçuk yılda da değerleri değişmiş olamaz. Onun için Türkiye için iyimseriz. Yunanistan’da SYRIZA’nın etkisi Avrupa’ya dalga dalga yayılırsa Türkiye toplumu, Ortadoğu coğrafyasının değil, Avrupa coğrafyasının bir parçası olduğunu umarım fark edecektir. Bu da bizim için güzel bir ümit noktasıdır.
‘1946-50 CHP’si ile 12 Eylül Kemalizmin karanlık kanadının dik alasıdır’
Bize sizin baktığınız yerden bir Kemalizm tanımı yapar mısınız?
Kemalizm... Bir kere aydınlanmacıdır; Ortaçağ karanlığına baş kaldırdığı ölçüde demokrattır. Türkiye’ye aydınlanmanın devrimlerinin bir bölümünü, laikliği, medeni hukuku getirmiştir. Tercüme faaliyetiyle, klasiklerle Türkiye’yi batı kültürüyle birleşmiştir. Kemalizmin demokrat kanadı budur. Hasan Ali Yücel, Türkiye’de demokrasinin örnek bir simasıdır. Köy enstitülerinin mimarlarından biri odur. Ama Kemalizm yaftasına sığınmış bir karanlık kanat da vardır. 1946 ile 1950 arasındaki CHP iktidarına damgasını vuran anti-komünizm, 12 Eylül’de cuntanın Atatürkçülüğü bunun dik âlâsıdır. Kemalizm’in demokrat kanadını insanlara indirgersek, İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu örnektir.