Hakan Özyıldız*
Ülkenin her yerinde seçim heyecanı var. Adaylar her ortamda, ülkenin içinde bulunduğu değerlendiriyor, vaatlerini anlatıyor, seçmenden oy istiyorlar.
Bir yanıyla tam bir demokrasi şöleni. İnsanlar mahallesinin, köyünün, kasabasının, şehrinin sorunlarını konuşuyorlar. Seçmen duyarlılığı yüksek yerlerde çözüm önerileri tartışılıyor.
Son günlerde sıklıkla Ankara dışına çıkıyorum. Anadolu’da dikkatimi çeken konulardan birisi, ekonominin içinde bulunduğu durumun, geniş bir kesim tarafından tartışılması. İşsizliği, pahalılığı, var olan sorunların nasıl üstesinden gelineceğini sorgulayan geniş bir kesim var. Farklılık şurada; iktidara oy verenler sorunun varlığını inkâr etmiyorlar. Sadece sorunların kaynağı konusundaki görüşleri farklı.
Ekonomik sorunlardan çok dikkatimi çeken bir konuya değinmek istiyorum.
Siyasi görüşü ne olursa olsun vatandaş çözümün devletten geleceği konusunda hemfikir. Kendimce, bu sefer dertlerin kaynağının devletin borçları olmadığını, şirketlilerin ve hanelerin borçlu olduğunu ve sorunun kaynağının borç geri ödemek olduğunu anlatıyorum.
Diğer bir yaklaşımla, zamanında aşırı borçlananların, borç geri ödeme zamanı geldiği ve ekonomi küçülmeye başlayınca gelirleri azaldığı için sıkıntıya düştüklerini söylüyorum. Borcun döviz veya TL olmasının farklı çözümler gerektirdiğini dilim döndüğünce vurguluyorum.
Her konuşmanın sonu aynı yerde bitiyor. Kimse elini doğrudan taşın altına sokmak istemiyor. Ne şirket yöneticileri ne de şahıslar kendi başlarına sorunu çözemeyeceklerini, devletin yardım etmesi gerektiğini söylüyorlar.
İyi de devletin yardım etmesi ne demek? Harcama yapmak.
“O zaman devlet harcama yaparken yeni vergi alabilecek mi?” Bu soruyu sorduğumda hemen itiraz geliyor. “Zaten gırtlağımız kadar borçluyuz. Olan vergileri ödeyemiyoruz. Yeni vergileri nasıl öderiz?” deniyor.
O zaman kamunun tek seçeneği borçlanmak.
Bu ülke geneline yönelik sorunlara kahvede, seçim bürosunda, ev toplantılarında bulunan çözüm.
Olayın bir de “bol kepçe aday vaatleri” yanı var.
Geçenlerde bir yerde, bir adayın tanıtım broşürü elime geçti. Birkaç sayfalık güzel görsellerle süslenmiş, seçim bölgesinin büyüklüğüne göre oldukça fazla sayılabilecek sayıda projeler anlatılmış. Merak edip orada yaşayanlara “Belediyenin bu kadar çok projeyi yapacak parası var mı?” diye bir sorusordum. Hem de broşürü hazırlatan adayı destekleyenlere. Olmadığını, ama hükümetten destek alacağına inandıklarını söylediler.
İkinci soruyla devam ettim. “Peki merkezi hükümet hem genel ekonomik sorunlara çare hem de belediyelerin “bol kepçe vaatlerine kaynak” bulacak. Bu nasıl olacak? Bunun için ya yeni vergi ya da yeni borç gerekmez mi?”
Vergilere yine itiraz edildi. Ama aynı tepki borçlanmaya gelmedi.
O zaman üçüncü sorumu sordum. “Devlet daha fazla borçlanınca bu borçları kim ödeyecek? Siyasetçiler mi? Seçilecek başkanlar mı?” Cevap çok netti. “Hayır!”
Peki o zaman kim?
Dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Borç, gelecekteki gelirleri bugün harcamak demektir. Devletin geliri vergilerdir. O zaman borçları vergi ödeyenler ödeyecek.
Bugünkü vergi siteminde, gelirine göre en çok vergiyi kimler ödüyor? Cevap belli. Dar ve sabit gelirliler.
İlginç olan şey popülist vaatlere destek verenler, faturanın eninde sonunda kendileri tarafından ödeneceğine ikna olmakta zorlanıyorlar.
Ancak gerçeklerden kaçılamıyor.
Düşünerek, araştırarak anlayamadığımızı, yaşayarak öğreneceğiz.