Gündem

Böhürler: Kutsal mekanlar gidenleri kutsal yapmaz!

Böhürler, tecavüz tartışmasına girdikten sonra gelen tepkilerinin tehdit boyutuna ulaştığını yazdı.

26 Şubat 2011 02:00


T24- Yeni Şafak gazetesi yazarı Ayşe Böhürler, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Orhan Çeker'in  "dekolte giyen tecavüze şaşırmasın" sözlerini eleştirdikten sonra okuyucuların tepkilerinin tehdit boyutuna ulaştığını yazdı. Böhürler, "Sanki kutsal mekânlara giden her insan kutsal hale geliyormuş gibi İslam'a uygun olmayan anlayışların korunuyor" dedi.


Böhürler'in köşesinde yayımlanan (26 Şubat 2011) yazısı şöyle:


Zavallı zalim!


Kaddafi'nin televizyon konuşmasını dinlerken bir zalime acıma duygusu hissettiğimi fark ettim. Bir kutsal kitap haline getirdiği Yeşil kitabından pasajlar okuyor, gençleri, kendini sevenleri direnmeye çağırıyordu. Oysa ortada onu seven ve savunacak hiç kimse yoktu!

Anlatılanlara göre kendini tanrılaştırmış. Kimseyle göz teması kurmaz, sürekli başı yukarıda havaya bakarak konuşurmuş. Çünkü gözlerine bakılmasını tanrıya bakmak gibi bir ayrıcalık olarak kabul edermiş. Şimdi ise halkı ona bakmaya tenezzül bile etmiyor.


Arap feodalitesi bitiyor mu?


18. yüzyılda feodaliteye dayalı toplum yapısını yıkmış bir batı ile hala feodal kuralların ve geleneklerin hâkim olduğu Arap dünyası arasındaki etkileşimin, bu sonuçları doğurması kaçınılmazdı. Bu arada, Arap dünyasında modern görünümlü feodal iktidarların, büyük bir ikiyüzlülükle batılı ülkelerin güdümünde ayakta kaldığını da unutmamak lazım. Bu ülkelerin gerçeği sokaklarda görülür, siyasi analizlerde değil. Sokakta görürsünüz ki zenginler hep güçlüdür ve her şey olabilirler. Zayıf ve güçsüz olan ise insandan bile kabul edilmez.

Bu isyanlar ister batı güdümünde ister muhalif ailelerin güdümünde olsun, böylesi bir adaletsizliğin tepkisidir.

İslam bu topraklara geldiğinde en büyük mücadeleyi kavmiyetçiliğe karşı vermişti. Bu mücadele bugün de devam ediyor.

Türkiye ile bu ülkeler arasındaki en büyük fark da burada ortaya çıkıyor.


Ortadağu'da olanlardan kim sorumlu?


Ortadoğu'da olanlar üzerine demeç verenlerden birisi de İsrail Cumhurbaşkanı Shimon Peres "Arap ülkelerinin çoğu demokrasiyi kabul etmeye hazır değildiler" derken konuyu bakın nereye bağlıyor. "Kocanın tam bir reis olduğu aile yapısı, demokrasinin gelişmesine yardımcı olmuyor. Çünkü otoritesini ailenin diğer üyeleriyle, kadınlarla paylaşmak istemiyor." Peres herhalde Yahudilikte kadının konumunu ve kocanın haklarını bilmiyor. Zira Kudüs'teki ağlama duvarı "beni kadın yaratmadığın için sana şükürler olsun" diyen erkeklerle dolu...


Locadan


Geçen haftaya damgasını vuran tecavüz tartışması üzerine pek çok kişi konuştu ve yazdı. Ben de yazmıştım. Yazımdan dolayı başta Diyanet İşleri başkanımız Mehmet Görmez başta olmak üzere teşekkür telefonları aldım. Ancak yazıdan memnun olmayanlar da vardı elbette. Diyanet Haberleri sitesinde de yer alan tepkiler gibi. Tepki ile hakaret arasındaki ayırımın ölçüsünü kaçıran bir okuyucu kitlesine, konuyu izah etmek gerçekten zor.

...

Görünen o ki bu konu bazı çevreler için çok kullanışlı bir malzeme haline geldi. Yukarıdaki Peres örneğinde olduğu gibi "zaten Müslümanlardan demokrasi çıkmaz" söylemini güçlendiren bir argüman olarak evire çevire konuşuluyor.

Dindar çevreler ise açık vermeyelim duygusu içinde, savunmacı bir üslupla konuya kapatılması gereken bir mesele olarak bakıyorlar. Ve hatta Ali Bulaç örneğinde olduğu gibi dayanışmacı bir tavır sergiliyorlar.

...

Erkek kardeşliği duygusu her kesimden erkeği kuşatıyor. T24 sitesinde yayınlanan Oya Baydar'ın "Eril iktidar'ı analiz eden yazısı" da bu tespiti farklı bir bağlamda ortaya koyuyor: "Kimileri yüksek sesle söylemeye cesaret edemese de, kimileri siyaseten doğruluk adına düşündüğünden farklı konuşsa da, kadın ve cinsellik üzerinden kurdukları söylem şaşırtıcı şekilde birbirine benzer. Aradaki fark nitel değil niceldir. Benden pek hoşlanmadıklarını bildiğim, ne yazarsam yazayım zılgıtı eksik etmeyen bazı erkek tıklayıcılarım şimdi biraz daha öfkelenecekler, biliyorum. Kimileri de, "Ne yani? Ahlak normlarına, namus kavramına, dine, imana mı saldırıyorsun diye hop oturup hop kalkacaklar. Hele bir durun! Vurun ama dinleyin, kızın ama kimselere belli etmeden kendinizi yoklayın."

Bu erkek dinleyiciler, tıklayıcılar, seyirciler tepkilerini bazen tehdit kıvamına getirmekten de çekinmiyorlar. Böyle bir durumu bugünlerde yazar arkadaşım Hidayet Tuksal yaşıyor. Biz kadınların yakından bildikleri, hatta annelerin, teyzelerin sohbetlerinde bile sıkça mevzuu edilen bir olayı dile getirdi diye başına gelmeyen kalmadı. Aldığı tepkiler tehdit boyutuna ulaştı. Sanki kutsal mekânlara giden ya da orada yaşayan her insan kutsal hale geliyor, her türlü zafiyetinden bir anda arınıyor. Böyle bir anlayışın İslam'a uygun olmadığı da ortada iken, dini korumak adına verilen tepkiler bir kez daha erkeklerin (kadınlar söz konusu olduğunda) dini bakışlarını tartışmaya açıyor.

Ben böyle bir şey hiç duymadım diyen erkeklere ise istihzalı bakışın ötesinde söyleyecek söz yok! Kendileri ile o kadar meşguller ki etraflarına bile bakmıyorlar.

Evet kadınlar her şeyi her yerde konuşmuyorlar, ama bu bilmedikleri ve erkek olmanın tek başına haklı olma hakkı doğurduğu anlamına gelmiyor.


Özrü kabahatinden farklı mı?


Eril dilin bir başka buyurgan ifadesi de MHP milletvekili Ahmet Duran Bulut'un, hem de iktidardaki bir bakana yönelttiği sözlerle ortaya çıktı. MEB Nimet Çubukçu'ya "dilini koparırım" diyen Duran Bulut'un özür ifadesi de analize muhtaç. "Bir hanımefendi bakana bunu yapmamam gerekirdi" derken, sadece bir kadın bakana değil hiç kimseye böyle konuşmaması gerektiğinin ne kadar bilincinde, emin olamadım.

Medyanın şiddet diline (eğer konunun muhatabı taraftarı kendi değilse) seyirci kalması ve içselleştirmesi ve hatta bazen tahrik etmesi de ayrı bir konu...