Boğaziçi Üniversitesi Soma Araştırma Grubu tarafından Soma’da yaşanan ‘’maden faciasını meydana getiren sosyo-ekonomik bağlam ve politikalar hakkındaki gerçekleri ortaya çıkarmak’’ amacıyla hazırlanan ‘’GE-Lİ-YO-RUM Diyen Facia’’ başlıklı rapor açıklandı. Soma Araştırma Grubu’nun saha gözlem raporları, Soma soruşturması kapsamında hazırlanan bilirkişi raporu ve bölgedeki madencilerle gerçekleştirilen mülakatlar sonrasında hazırlanan 220 sayfalık raporda, ‘kazanın asıl sebebinin özel şirketlerin kâr hırsından çok "TKİ vasıtasıyla kamunun kâr ve üretim artışı hırsı’’ olduğu vurgulandı.
Kazadan sonra bölgeye yapılan yardımların adil bir biçimde dağıtılmadığının ve yaşamını yitiren 301 madencinin ailelerine yapılan yardımlardan yakını kurtulan madenci ailelerinin yararlanamadığının kaydedildiği raporda ‘’Aynı köyden babasını kaybetmiş ve babası sağ kurtulan iki çocuk, iki arkadaş, birine sürekli hediye gelip diğerine hiç gelmemesi üzerine tartışıyor ve babası kurtulan çocuk diğerine ‘Keşke benim de babam ölseydi de ben de bu kadar çok hediye alsaydım’ dedi’’ şeklinde bir aktarıma da yer verildi. Raporda, Soma'daki çocuklar üzerindeki psikolojik travmaya dikkat çekilirken, "çocuklarda hediye/yardım alınmasıyla baba ölümü arasında kurulan bağa" işaret edildi.
Soma Kömürleri'nin üretimi 2,5 kat arttı
Maden faciasının yaşandığı Soma/Eynez yeraltı ocağının bir kamu kuruluşu olan Türkiye Kömür İşletmeleri’ne (TKİ) ait olduğu ve müteahhit firma Soma Kömürleri A.Ş.’ye işletme hakkının verildiği hatırlatılan raporda, madendeki üretimin, sözleşmede belirlenen 1,5 milyon tonluk asgari miktarın 2,5 katına ulaştığına dikkat çekildi.
İstanbul Sanayi Odası’nın Ağustos 2013'te yayımladığı “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” çalışmasının 2012 yılı sonuçlarında TKİ’nin kamu kurumları arasında yüzde 26,9 büyüme ve 860 Milyon lira ile kârlılıkta 2’nci sırada yer aldığı, 2013 yılında yüzde 14,6 gibi bir büyüme rakamına ulaştığı vurgulanarak, bu büyüme oranlarının iş ve işçi güvenliğine yönelik ihmallere neden olduğu ifade edildi. Raporda, ‘’Türkiye’deki egemen hegemonik tahayyül kalkınmayı büyük ölçüde büyümeye eşitlemektedir: Adeta bir 'büyüme fetişizmi' olarak değerlendirebileceğimiz bu yaklaşımda, kalkınma sorunsalı gayri safi milli hasılanın kişi başına ortalamasının seyrine indirgenmiştir’’ dendi. Bu yaklaşımın yarattığı sorunlar üzerinde durulan raporda, "büyümenin sürdürülebilmesi için sosyal maliyetler, ekolojik maliyetler, gelir/servet eşitsizlikleri ve tarımdaki dönüşümün göz ardı edildiği, sosyal koruma harcamalarının kısıtlandığı’’ anlatıldı.
MEB, öğretmenlere yönelik travma sonrası eğitimini reddetti
Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenen basın toplantısında araştırmada elde edilen verilere ilişkin değerlendirme yapan Prof. Fikret Adaman, Soma’da yaşanan facianın dünyada da hakim olan ‘büyüme eşittir kalkınma’ anlayışının bir sonucu olduğunu ve yıllardır süregelen ihmallerden kaynaklandığını" ifade etti.
Raporun editörlüğünü üstlenen Doç. Dr. Nuri Ersoy, facianın ardından çıkarılan torba kanunla madencilerin çalışma saatlerinin azaltıldığını, bunun karşılığında kâr oranlarını korumak isteyen maden işletmelerinin ilk tepki olarak servisleri kaldırdığını vurguladı ve genel bir bakış açısı sorunu olduğu ifade etti. “Madencilik olduğu kadar atık kömür de bir sorun" diyen Ersoy, "Kömür taşlarla birlikte çıkarılıyor ve sonra temizleniyor. Atılan taşların arasında kalan kömürler havayla temas edince yanmaya başlıyor. Bu atıkların üstleri gerektiği gibi kapatılıp havayla temasları kesilmediği için tüm Soma kömür kokuyor” dedi.
Boğaziçi Soma Dayanışması üyesi Banu Can da, Boğaziçi Üniversitesi’nin facianın ardından travma yaşayan çocuklara psikolojik destek vermek amacıyla bölgedeki öğretmenlere post-travma eğitimi vermek istediğini, ancak Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu teklifi reddettiğini söyledi.
Raporda ‘’kömürün oksijen ile temas etmesi sonucu kendiliğinden yanması, cevher içinde metan gazı ceplerinin bulunması, maden içinde her zaman için dinamit kullanılması, tahkimatın yetersizliğinden dolayı çökme riski, monoray ve kulikar gibi hareket eden mekanik sistemler, işletme eskidikçe maden planının çok karmaşık hale gelmesi, çeşitli ekipman ve tahkimat parçalarının sürekli madene girip çıkması" nedenleriyle’ madenin iş kazalarına meydan hazırladığı ifade edildi.
‘Dayıbaşılar ücretlerine ek 9 bin lira kazanıyor’
Facianın ardından kamuoyunda tartışılan "dayıbaşılar"ın ücretlerine ek olarak ayda 9 bin liraya varan paralar kazandığı belirten raporda şu ifadeler kullanıldı:
‘’Taşeron, işçiler tarafından 'Taşören' olarak adlandırılan dayıbaşları. Kazadan sonra şirket yetkilileri tarafından 'ekipbaşı' olarak adlandırılmaya başlamış. Dayıbaşları, belli sayıda işçiyi toplayıp bir ekip oluşturuyor. Ekibin zor çalışma şartlarında üretimi kesintiye uğratmadan disiplinli bir şekilde çalışabilmesi için, hemşerilik gibi enformel ilişkilerden etkin bir şekilde yararlanılıyor. Dayıbaşları maden işletmesine ekipteki işçilerle birlikte sigortalı olarak alınıyorlar. İşçiler, deneyimlerine göre 1200-2000 TL aralığında maaş alıyorlar. Eğer o ay içinde kaçak yapmamışlarsa, yani bütün mesai günlerinde iş başı yapmışlarsa, 200 TL devamlılık primi alıyorlar. Raporlu dahi olsalar, bir gün bile işe gitmemek bu primin yanmasına neden oluyor. Dayıbaşlarının işletmeden işçi başına günlük 3-4 TL gibi bir parayı kayıt dışı aldıkları yolunda duyumlar bulunmakta. Bu durumda örneğin 100 işçisi olan bir dayıbaşının işletmeden aldığı normal maaşın üstüne ayda 100x3x30= 9000 TL para aldığı ifade ediliyor. İşçilerin üretimden prim almadıkları ama mühendislerin üretime bağlı olarak 500-1000 TL arası prim aldıkları yine görüşmelerden edinilen bilgiler arasında.
Sendika, dayıbaşları ve üst yönetim ile genellikle mafya taktiklerini andıran bir düzen içinde çalışıyor. Kimin işe alınacağında, kimin işten atılacağında sendikanın sözü var. Sendikanın işçilerden kesilen primleri ve yardımlaşma sandığı kesintilerini keyfi bir şekilde kullandığı ifade edilmekte. Sendikaya üye olmayanlar, yemek parası (günlük 1.5 TL) gibi bazı yan avantajlardan mahrum kalıyorlar.’’
‘İşe alım tanıdıklar üzerinden gerçekleşiyor’
Bir işçi dayıbaşılık sistemini raporda şu sözlerle anlatıyor:
“İşe alım genelde tanıdıklar üzerinden gerçekleşiyor. Özellikle dışarıdan ve köylerden gelen işçiler için ‘dayıbaşılık’ daha da önemlidir. Dışarıdan gelen işçiler zaten şehirde ‘yabancı’. Bir de aynı yerden gelen işçileri aynı bacada (timde) çalıştırıyorlar ki diğerleriyle bir araya gelemesinler, tanışamasınlar, konuşamasınlar.’’
Kazanın ardından ilk iki saat içinde ‘’iş güvenliği konusunda eğitimsizlik, afet durumlarında izlenecek yöntemlerin belirsizliği’’ gibi nedenlerle madende tam bir panik havasının hakim olduğunun ve bu nedenle yanlış müdahalelerde bulunulduğunun belirtildiği raporda yardım amacıyla çevre illerden gelen ekiplerin yer altında yaşanan kazalara nasıl müdahale edilmesi gerektiği yönünde bilgi sahibi olmaması nedeniyle kurtarma çalışmalarını engellediği ifade edildi.
'Kaçmak isteyen işçiler bilgi bekleyen mühendis tarafından durduruldu ve öldü'
Raporda kazanın ardından madende yaşananlar şöyle aktarıldı:
‘’Kaza olduktan sonra ilk iki saat tam bir panik havası hakim olmuş. Örneğin, kaza olan ocağa yürüyüş mesafesinde bulunan İmbat Madencilik A.Ş.’ye bile haber verilmemiş. S panosunda çalışan, madenden kaçmak isteyen işçiler üst yönetimden tahliye emri bekleyen, büyük olasılıkla yangının yeri hakkında bilgi alamayan başlarındaki amir mühendis tarafından durdurulmuş ve mühendisle birlikte 263 işçi bu panoda zehirlenerek vefat etmiş.
Kazadan iki saat kadar sonra civardaki başka madenlerden mühendis ve işçiler madene gelip kurtarma çalışmalarını başlatmışlar. Kazanın olduğu madende kurtarma çalışmaları için deneyimli bir ekip bulunmadığı ve donanımın yetersiz olduğu, kurtarma çalışmalarına katılan mühendis ve işçiler tarafından ifade edildi. Örneğin kapalı devre solunum cihazları yakındaki İmbat Madencilik İşletmesi’nden takviye edilmiş."
'Canlı izlenimi vermek için cesetlere maske takıldı'
"İlk müdahaleler temiz hava giriş galerisinden kaza mahalline ulaşarak yapılmış. Temiz hava girişinden kaza mahalline kadarki bölgede canlı (ya da ölü) kimse kalmadığına kanaat getirilince hava akış yönü tersine çevrilip çıkışlardan kaza mahalline kadar olan bölgede arama kurtarma çalışmaları yapılmış. Görgü tanıkları bu uygulamanın doğru bir uygulama olduğu bilgisini verdi.
Kaza duyulduğunda çevre il ve ilçelerden, hatta İstanbul’dan bile ekipler ve ekipman gelmeye başlamış, ancak bunların çoğu yeraltı madeni arama kurtarma çalışmaları için kullanılmaya uygun olamadığı için atıl kalmış, hatta karmaşaya katkıda bulunmuş. Örneğin İstanbul Belediyesinin iyi niyetle gönderdiği son derece modern ve ileri teknolojiye sahip bir merdivenli itfaiye aracı, bu tip yangınlarda bir işe yaramadığı için bir yerde park halinde bekleyip yer işgal etmiş.
AFAD böyle bir faciaya hazırlıklı değildi
Çevre illerden kaza yerine gelen AFAD (Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) ekiplerinin, bulundukları illerde çok sayıda yeraltı ve yerüstü madeni bulunduğu halde bu ölçekte bir kazaya müdahale edebilecekleri bir deneyim ve bilgileri olmadığı, bu türden bir kaza için hazırlanmadıkları görülmüş. Tek yaptıkları madenin dışında bekleyip içeriden madencilerin çıkardıkları cesetleri sedye ile ambülansa taşımak olmuş. İçeriden çıkartılan cesetlere canlı oldukları izlenimi vermek için solunum maskesi taktıkları çok sayıda görgü tanığı tarafından ifade edildi. Bunun da madenden çıkartılanların hepsinin ölü olduğu anlaşılıp panik ve öfke havası derinleşmesin diye yapıldığı söyleniyor.’’
Tarım işçileri madende çalışmak zorunda kaldı
Boğaziçi Üniversitesi Soma Araştırma Grubu’nun bölgede görüştüğü madenci ve madenci yakınlarının gözlem ve yaşanmışlıklarının aktarıldığı Saha Gözlem Raporu’nda bölgede ‘şimdi ne olacak?’ belirsizliğinin hakim olduğu, bölgeye gönderilen yardımların adil bir biçimde dağıtılmadığı, çocukların psikolojilerinin ağır bir biçimde etkilendiği ifade edildi.
Tarımla uğraşan kişilerin tütün üreticisiyken tarımdaki sübvansiyonların kaldırılması ve düzenli bir gelire ihtiyaç duyulması nedeniyle madene yönelmek zorunda kaldığının vurgulandığı raporda madencilerin şu sözlerine yer verildi:
Kemal: Şimdi tarım yapsan ne olacak? Tohum firmaları mesela, şu Soma ve Bergama Ovası’nda en etkili olan. Diyor ki, al sana tohumu, verim malzemesini [gübre/ilaç] de veriyorum. Ama ürettiğinin yüzde 60’ını bana vereceksin. Sana kalıyor yüzde 40. Bu yüzde 40’ın içinde de işçi parası da var, sulaması da, vergisi de. Bütün bunları da çıkardığında harcadığın zamana da emeğe de değmiyor. Madencilik zorunlu buralarda.
Yavuz: E, yevmiyeli işlerde de 30 lira 40 lira bir şey alıyorsun. İçinde zaten yol yemek paran da var. O da çözüm değil geçinmek için.
Karaçam köyünden bir çiftçi kendi köyündeki dönüşümü şu sözlerle ifade etti:
“10 yıl önce 60 haneli köyden kimse madenlerde çalışmazken şu an köyün 40 hanesi geçimini madenlerden sağlıyor. Tütün üretimi de devam ediyor fakat maliyetini kurtarmıyor. Üretim son 10 yıl içinde yüzde 15’e inmiş durumda. Son zamanlarda zeytin yetiştirmeye başladık ama verim düşük olduğundan sadece kendi ihtiyaçlarımızı karşılıyor. Tarım arazilerimiz çorak olduğu için tütün dışındaki alternatif ürünlere yönelemiyoruz.”
'Sendika şirket temsilcisi gibi davranıyor'
Raporda madencilerin, facianın yaşandığı madende çalışan işçilerin neredeyse tamamının Metal-İş’e bağlı Türk-İş Sendikası’na üye olduğu ancak sendikanın "şirket temsilcisi gibi davrandığı’’ iddiasına yer verildi. Bir işçinin ‘’Sendika işçiye yardımcı olmuyor, aksine kötü davranıyor. Bir işçi sendikaya şikâyetleri ile gittiğinde ‘bu seninle patronun arasında bir sıkıntı’ denerek azarlanıyor ve geri gönderiliyor. Sendika üstüne düşen vazifeyi yerine getirmiyor, üstüne bir de işçiyi azarlıyor” sözlerine yer verilen raporda işçilerin şu ifadeleri aktarıldı:
Hüseyin: İşyeri temsilcileri şirket temsilcisi gibi davranıyor ve bu sendikaya ve örgütlenmeye yönelik tepkileri artırıyor. Sendika işyeri temsilcileri yalnızca iş yerinde değil, aynı zamanda Soma’da gündelik hayatta da bir tehdit unsuru yaratıyor.
Mustafa: Sendika başkanı, 12-13 bin aylık alıyor, ayrıca şirketlerden gizlice para aldığını düşünüyoruz. Harcamaları ve masrafları da sendika tarafından karşılanıyor. Bir nevi ‘Sendika Ağası’ haline gelmiş.
Ali: Son dönem delege seçimlerinde işverenlerin verdiği liste seçildi. Ondan önceyse delege seçimlerinde tek liste sistemine geçiş oldu. Her işçinin tek oy hakkı var ve özel şirketlerde çalışan ortalama 12,000, devlette çalışan 1,700 işçi var. 1,700 oyun hepsini de alsa bir kişi yine de delege olamıyor. Böylelikle özel şirketlerin istediği kişiler seçiliyor.
'Borçlanan işçiler çalışmaya devam etmek zorunda'
“Kredi ve borçlanma, daha iyi bir hayat sürme, ev sahibi olma, eşya satın alma, temel ihtiyaçlarını karşılama isteği nedeniyle köylülerin madende çalışmak zorunda sürükleyen ve oradaki ağır çalışma koşullarına rağmen çalışmaya devam etmek zorunda bırakan döngülerden biri’’ değerlendirmesinin yapıldığı raporda ‘’hem madende hayatını kaybeden işçilerin ailelerinin, hem de madenciliğe devam eden işçilerin çoğunun kredi borcunun bulunduğu, bazı işçilerin borçlanmayı maden şirketine yaptığı ve bu yüzden madende çalışmaya devam etmek zorunda kaldığı" vurgulandı. Madencilerin borçlara dair ifadeleri şöyle aktarıldı:
Timur: 98 yılında, 17 yaşında Soma’ya geldim. Zaten bir miktar borçluydum. 4-5 ay çalışınca kredi çekiyorsun. Ev eşyası, kira vs. Derken tekrar kredi çekmen gerekiyor. 10 bin madenci varsa, 9 bin 900’ünün borcu vardır.
Harun: Madencilerin yüzde 95’inin kredi borcu vardır. Benim bankaya 27 bin TL borcum var.
Muhammed: Aldığım maaş yetmiyor. Sürekli eşya alıyoruz. Çocuklar bekliyor. Akşam giderken eve ne götüreyim? Özel hayatı, sosyal hayatı bırakın. Hadi almıyorsa alma çocuğa. Ne diyeceksin ona? Çoğu madenci ev aldığı için sigarayı bıraktı. İyilik yapmak mı istiyorlar? Sadece banka borçlarını ödesinler. Toplanan para on tane Soma’nın borcunu kapatır.
Mahsun: Borç bankalara. Tefeci de diyebilirsin bunlara. Borç olmasa inşaat firmasıyla yurt dışına gitmeye ne ihtiyacım olacak?”
Hediye bekleyen çocuk: Keşke benim babam da ölseydi!
Raporda kazanın ve kazanın ardından bölgeye gönderilen yardımların çocuklar üzerindeki psikolojik etkisine geniş yer ayrıldı. Bölgeye yapılan iyi niyetli yardımların çocuklarda “babanın ölümü” ile “hediye verilmesi” şeklinde bir bağ kurulmasına neden olabileceğinin ifade edildiği raporda, bu konudaki değerlendirmeler şöyle:
‘’Ziyaretlerin ve yardımların muhtemel olumsuz etkileri arasında, çocukların süreci yaşamalarının doğallığının bozulması var. Bizim gözlemlerimiz faciadan hemen sonra ve aradan zaman geçtikten sonra yaptığımız ziyaretlerde çocukların davranışlarında da değişiklikler olduğu yönünde. Acıyı paylaşma ve iyi niyetli yardım amaçlarıyla yapılan ziyaretlerde çocuklara çoğunlukla şeker-çikolata ve oyuncak götürülmesi, onların olaya, acıya ve yas sürecine dair algısını değiştirmiş olabilir. Psikologların ve eğitimcilerin de sıklıkla belirttiği gibi 'babanın ölümü' ile 'hediye verilmesi' arasında yanlış bir bağ kurulmuş olabilir.
Bizim de yaptığımız ziyaretlerde gördüğümüz durum şuydu: Gün içinde o kadar çok sayıda kişi ve grup evlere, köylere ziyarete gelmiş ki çocuklar her arabadan hediyeler, şekerler verilmesine alışmış. Artık bu taziye ziyaretlerinin tümünden çocuklar hediye, oyuncak bekler olmuşlar. Bu durum öyle bir hal almış ki hediye vermeyen ziyaretçilere çocuklar tepki gösteriyordu.
Anlatılanlardan ve ziyaretlerden yapabildiğimiz bir diğer çıkarım da şu: Babasını kaybetmiş ve hediyelere boğulan çocuklarla, hediye getirilmeyen, ailesinde kayıp olmayan çocuklar arasındaki doğal arkadaşlık zedelenmiş; hediye getirilmeyen çocuk bir diğerini kıskanmaya ve ona kötü duygular beslemeye başlamış. Bizi çok sarsan bir ifadeyi burada aktarmak, yapılan yardımların olumsuz etkisini göstermek açısından doğru olacaktır diye düşünüyoruz. Aynı köyden babasını kaybetmiş ve babası sağ kurtulan iki çocuk, iki arkadaş, birine sürekli hediye gelip diğerine hiç gelmemesi üzerine tartışıyor ve babası kurtulan çocuk diğerine, keşke benim de babam ölseydi de ben de bu kadar çok hediye alsaydım, diyor.’’
Yardımlar adaletli dağıtılmıyor
Madenci yakınlarının; bölgeye gönderilen yardımların ‘adaletli dağıtılmadığı’ yakınması ve Maden-İş Sendikası’nın hayırseverler tarafından gönderilen yardımları kendi yardımıymış gibi dağıttığı iddiası ile bütün acılı ailelerin bir arada yaşayacağı toplu konut projesine yönelik eleştirileri, raporda yer verilen konulardan birini oluşturdu.
'Bizim kocalarımız köleydi, otobüslerle mitinge götürülürdü'
Raporda bu konuda yer verilen anlatımlar şöyle:
Mustafa: Yardımlar bile içeri alınmadı, birçoğuna el koydular. Bunun farkında olanlar ise bizlerle iletişime geçti ve Kınık’ta toplandı yardımlar. Ancak farkında olmayanlar Maden-İş’e veya AFAD’ a gönderdi yardımlarını. Ankara’dan bir aile Maden-İş’e yüklü bir para göndermiş. Bu durum çıkmadan ortaya, Maden-İş ölen işçi ailelerine para dağıttığını açıklamış. Yani toplanan paraları, kendi paraları gibi dağıttılar ailelere.
Ayşegül: Ev yaptırılacakmış, gelip bana nerde yaşamak istediğimi sormadılar. Bize inek ahırı yapacak, Soma’nın dışına atacaklar. Bütün acılı kadınları, çocukları bir araya toplayıp şehrin dışına atacaklar. Bana sormuyor, ben hayvan mıyım? İhtiyacım var ya, şükür diyeceğim ha?
Bizim eşlerimiz, para karşılığı nasıl köleler toplanır alkışlattırılır, hani öyle bir günlüğüne 30 lira paraya değişildi. Bizim adamlarımız otobüslere doldurulup miting alanlarına götürüldü, bir gömlek karşılığında. Paranı verdim ya, sen benim istediğim yere gideceksin! Bizim kocalarımız köleydi, madenci kölesi! Milletvekili gelmiş bekliyor eşlerimiz. Gündüz vardiyası da bekletildi, akşam vardiyası da. Milletvekili alkışlattırıldı. Dedim ki; ‘Neden bekledin, çıkıp gideydin, neden bekledin?’. Eşim, ‘Ne dediler biliyor musun?’ dedi. Bu benim yüreğimi yakıyor şu anda. Bana dedi ki, ‘Eğer giderseniz muhasebeden hesabınızı kesin öyle gidin.
“Benim eşim nasıl gidebilir? İki tane çocuk, ev kirası, hayat mücadelesi, her yere borç... Isparta’dan buraya gelmişiz, ben, çocuklar, eşimin eline bakıyorduk. Aç öldü benim eşim, aç! Komşuların eski ayakkabılarını giydik. Ekmek, patates koyamadım onun önüne. Aç öldü bizim eşlerimiz!”
'Kalkınma eşittir büyüme’ faciası!
Hükümetin büyüme odaklı politikasının gelişme ile eşdeğer varsayıldığı ve ekonomik büyümeye yönelik politikaların facianın yaşanmasına neden olduğunun savululduğu raporun ilgili bölümü şöyle:
"Türkiye’deki egemen hegemonik tahayyül kalkınmayı büyük ölçüde büyümeye eşitlemektedir: Adeta bir 'büyüme fetişizmi' olarak değerlendirebileceğimiz bu yaklaşımda, kalkınma sorunsalı gayri safi milli hasılanın kişi başına ortalamasının seyrine indirgenmiştir. Bu tür bir indirgemenin başta sosyal ve ekolojik olmak üzere bir dizi sorunları beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Bu durum, elbette, salt Türkiye için geçerli bir olgu değildir ve değişen tonlarda diğer coğrafyalarda da karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’deki büyümenin arkasındaki itici güçlere baktığımızda; son on yılda uluslararası finans koşullarının uygunluğu nedeniyle 'sıcak para' adını verdiğimiz kredilerin bol miktarda ülkeye giriş yaptığını ve bu imkânı değerlendiren ekonominin de büyük ölçüde inşaat sektöründeki yatırımları sayesinde yüksek büyüme oranlarını yakaladığını görmekteyiz. Spekülatif kazançlara çok açık olan inşaat sektörünün diğer birçok sektörle karşılaştırıldığında yüksek katma değer yaratmadığı ve sürdürülebilirlik açısından sorunlar taşıdığı bilinmektedir.
Kuşkusuz, kamunun tüm bu kalkınma politikalarını uygulayarak yön verebilmesinin en önemli nedeni son 12 yıl boyunca kamu maliyesindeki dönüşümdür. Bu süreç içinde özel tasarruflar azalırken, kamu tasarrufları artmaktadır. 2004’den itibaren, Türkiye’nin kamu borcunda yaklaşık yüzde 24’lük bir düşüş görülmüştür. AKP iktidara gelmeden hemen önce, 2001 yılında, GSYH’nın yüzde 77.90 olan kamu borcu için bu oldukça önemli bir düşüştür. Aynı olgunun bir başka görüngüsü, 2004 yılından beri kamunun, faiz-dışı bütçe fazlası vermesinde gözlemlenebilir. Başka bir ifadeyle, son 12 yılda Türkiye’nin borçlanma ihtiyacı artmakla birlikte niteliği de değişmekte, borçlanma gereksinimi, kamudan özel sektöre doğru aktarılmaktadır.’’
Raporda, büyüme uğruna ihmâl edilen veya yok sayılan başlıklar şu şekilde sıralandı:
- Gelir dağılımı ve yoksulluk üzerindeki etkisi
- Sosyal harcamalardaki yetersizlik ve hak temelli bir yapının eksikliği
- Büyümenin ekolojik maliyetleri
- Çevresel etkiler
ÖNERİLER
Raporda sıralanan çözüm önerileri şöyle sıralandı:
Sosyo-Ekonomik Öneriler
- “Kalkınma = büyüme” anlayışı terk edilmelidir.
- Bu tip havzalarda sosyal destek sistemleri kurulmalıdır.
- Havzada tarım alanlarının korunmasına azami önem gösterilmelidir.
- Tarımsal üretimin zenginleşip çeşitlenmesini sağlayacak politikalar geliştirilmelidir.
- Tazminatlar ve psikolojik destek acilen sağlanmalıdır.
- Hayatta kalan madencilerin ve ailelerinin durumu da ayrıca ele alınmalıdır.
Mevzuatla İlgili Öneriler
- Madencilik ile ilgili yasa ve yönetmelikler baştan sona yeniden ele alınmalıdır.
- Kamunun rolü, özel sektörün rolü
- Arama, işletme, terk
- Çevresel etkiler
- İş güvenliği ve denetimler
Üretim Planlaması İlgili Öneriler
- Üretim havza düzeyinde planlanmalıdır.
- Çevresel etkiler: Madensel atıklar ve santral atıkları, hafriyat
- Makine-teçhizat yatırımları
- Risk değerlendirmesi ve Afet planlaması
İş Düzeni İlgili Öneriler
- Taşeronlaşma kesinlikle önlenmelidir.
- Her türlü enformel iş ilişkileri engellenmelidir.
- Sendikalaşma önündeki engeller kaldırılmalıdır.
- Çalışanların karar alma süreçlerine katılımı sağlanmalıdır.,
İş Sağlığı Ve Güvenliğine İlişkin Öneriler
- Reaktif yaklaşım değil proaktif yaklaşım benimsenmelidir.
- Etkin yasal zorlama, yaptırım ve denetim getirilmelidir.
- Eğitim (üniversiteler, şirketler, sendikalar)
- Çalışanların yetkilendirilmesi ve denetçilerin bağımsızlığı sağlanmalıdır.
Üretim Teknolojisine İlişkin Öneriler
- Uluslararası standartlara uygun malzeme ve üretim yöntemleri kullanılmalıdır.
- İleri teknolojiye sahip ekipman kullanılmalıdır: Yanmaz kablolar ve elektrik ekipmanı, sensörler, merkezi takip ve haberleşme sistemleri, mekanize üretim sitemleri.
- Bu yatırımları yapmak için etkin teşvik ve yaptırımlar uygulanmalıdır.
Raporun tam metnini okumak için tıklayınız...