Gündem

'Bizi vurdurmak için tuzak kurdular’

Duyar, 'Mustafa’nın, Nuriş kardeşlerin adamları Sami Tokur ve Ahmet Yargüder tarafından öldürüleceği ihbar edildi' dedi.

24 Ocak 2011 02:00

T24 - Sabancı Holding Yönetim Kurulu Üyesi Özdemir Sabancı'yı öldüren ve daha sonra hapishanede koğuşunda ölü bulunan Mustafa Duyar'ın eşi Semra Duyar  yaşadıklarını anlattı. Duyar, 'Mustafa’nın, Nuriş kardeşlerin adamları Sami Tokur ve Ahmet Yargüder tarafından öldürüleceği ihbar edildi' dedi. 

Can Dündar: Yarım kalan görüşme

Can Dündar: Sabancı cinayeti örgüte sipariş edilmiş olabilir


Milliyet gazetesi yazarı Can Dündar'ın bugün (24 Ocak 2011) yayımlanan 'Bizi vurdurmak için tuzak kurdular’ adlı yazısı şöyle:


'Bizi vurdurmak için tuzak kurdular’

Sabancı’nın katili Duyar’ın eşinden çarpıcı iddia: “Afyon Cezaevi’nde bizi vuracaklarını anlamıştık. Sevk istiyorduk. Oradan gitmeyelim diye aramızdaki kapıyı açık bıraktılar. Orada çocuğumuz oldu.”

Mustafa Duyar aslında Afyon’dan önce Kırklareli Cezaevi’nde hedefti. Öldürülmesi emri verilmişti. Ancak bu infaz, bir ihbarla engellendi; daha doğrusu geciktirildi.
Eşi Semra Duyar anlatıyor:


'Gözü oyulan ihbarcı 

“Kırklareli Cezaevinde Adil Yanık diye biri var. Bu adam, Mustafa’nın Nuriş kardeşlerin adamları Sami Tokur ve Ahmet Yargüder tarafından öldürüleceğini ihbar ediyor cezaevi yönetimine... Bunu söylediği dönemde Mustafa sol müşahedede kalıyor; Tokur ve Yargüder sağ müşahededeler. Bu ihbar üzerine Mustafa hemen Muğla Cezaevi’ne sevkini istedi. Müdür de bu talebi Adalet Bakanlığı’na iletti. Bakanlıktan cevap beklenirken cezaevi yönetimi ihbar üzerine soruşturma açtı ve Sami Tokur’u sorguladı. Tokur, böylece Adil Yanık’ın kendilerini ihbar ettiğini öğrendi ve cezaevinde Adil Yanık’ın gözünü oydular.
“Bizim, öldürülmek istendiğimizden o zaman haberimiz oldu. 1997 sonuydu. Hemen bir sevk talebi yazdık ve Muğla Cezaevi’ne naklimizi istedik.

Kandırmaca
“Bir sabah beni idareden çağırdılar. Dediler ki:
‘Mustafa’yı can güvenliği için Afyon’a gönderiyoruz.’
“Oysa Kırklareli Cezaevi itirafçıların kaldığı bir cezaeviydi. Mustafa’nın istediği Muğla, güvenli bir cezaevi idi. Afyon ise örgütle bağı süren siyasi mahkûmların ve bazı mafya liderlerinin kaldığı bir cezaeviydi. Yani bizim için son derece tehlikeliydi.
“Mustafa gitmemek için direndi; ama Cezaevi Müdürü Mustafa Bekdemir, ‘Biz örgütü başka cezaevine sevk edeceğiz. Afyon’u itirafçı cezaevi yapacağız. İlk siz gideceksiniz. Güvenli bir yer olacak’ dedi.
“Mustafa, Müdüre güvenirdi. İkna oldu ve 1997 sonunda biz gittik Afyon’a...

Bizi vurdurmak istediler
“Cezaevine girerken siyasi mahkûmlar bizi, ‘Hainler geldi’ sloganlarıyla karşıladı. Biz gittik diye isyan çıktı. Örgüt üyelerinin oradan gitmediğini o zaman anladık.
“Üstüne üstlük, Kırklareli Cezaevi’nde Mustafa’yı öldürmeyi planladıkları ortaya çıkan Sami Tokur ve Ahmet Yargüder’i de hemen peşimizden, bizden birkaç ay sonra Afyon Cezaevi’ne sevk ettiler.
“Bize oyun oynandığını, orada bizi vurdurmak istediklerini anladık.
“Ben üç gün müdür odasında kaldım. Mustafa, revirde kaldı. Hemen yönetime başvurduk:
‘Ya bizi Muğla’ya yollayın ya da Kırklareli’ne dönelim’ diye...
‘Olmaz. Sizi geri yollarsak devlet tepki üzerine geri adım atmış olur. Biz örgütü buradan göndereceğiz’ dediler.
“Bu arada 1998’e girmiştik.
“Biz Mustafa ile 6 aydır evliydik. Ama bir gün bile birlikte olmamıştık. O dönemde Cezaevi Savcısı Halis Küçüksubaşı ‘Sizi beraber yatıracağız’ dedi. Biz anlamadık önce...
“Bizi ayrı bir bölüme aldılar. Orada uzun bir koridor vardı. Koridorun bir ucunda çocuklar kalıyordu. Mustafa ile arkadaşı Ergül’e bir oda vermişlerdi. Ben de hemen yandaki odada kalıyordum. İki oda arasında tek bir kapı vardı ve o kapı kilitlenmemişti.
“İlk gün hayret ettik. Mustafa’ya:
‘Bu işte bir iş var. Böyle bir şey nerede görülmüş’ dedim.
“Biz 3 ay orada beraber kaldık. Sonradan anladım ki yemdi o da... Oradan vazgeçmeyelim diye, bize cazip gelsin de Afyon’da kalalım diye yan yana kalmamıza izin verdiler.

İşler değişiyor
“Bir süre sonra bir arama oldu. Aramayı yapan asker ara kapıyı zorladı. Açık olduğunu anladı.
‘Aaa bu açıkmış’ dedi.
“Hemen beni koridorun öbür ucundaki çocuk koğuşuna yolladılar. Mustafa da ‘ayakaltı’ tabir edilen hamamın karşısında bir odaya alındı.
“Ergül’ü başka odaya aldılar. Mustafa’nın yanına Selçuk Parsadan’ı yerleştirdiler.
“Bu arada Cezaevi Müdürü değişti.
“Bize çok kötü davranmaya başladılar.
“Yeni Cezaevi Müdürü, Yakında bu cezaevi manşet olacak’ diyordu. Ne demek istediğini anlamıyorduk.
“Mustafa da kötü bir şeyler olacağını sezinlemişti:
 ‘Bir şeyler dönüyor. Bir an önce gitmeliyiz buradan’ diyordu.

Ertosun ve nakiller
“1998 Kasımında Ali Suat Ertosun, Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürü oldu.
‘Canımız tehlikede. Bizi buradan başka bir yere gönderin’ diye ısrarla sevk istedik; defalarca dilekçe verdik; asla kabul etmedi.
“O ay, Karagümrük çetesinden 5 kişi daha Afyon Cezaevi’ne gönderildi. Böylece Afyon’da 8 kişi oldular. Ve Mustafa’nın kaldığı koğuşun karşı çaprazındaki bir koğuşa yerleştirildiler.
“Mustafa bir ara ‘Can güvenliğimiz yok’ diye açlık grevine başladı. Dayak yedi; görüş yasağı getirildi. Dışardan gönderilen mektuplarımızı, paramızı vermemeye başladılar.
Bir izolasyon politikası uyguluyorlardı.”


Mustafa ile Semra Duyar can güvenliği olmayan Afyon Cezaeevi’ne gönderilmişti.
Cezaevinde anne oldum
“1998 Nisan ayında hamile olduğumu anladım.Ne yapacağımızı şaşırdık. Başta idareye söylemedik. Aldırmayı da düşünmedik. Oğlum, 1999 Ocak ayının 16. Çarşamba günü saat 21.45’te, Zübeyde Hanım Doğum Hastanesi’nde sezeryanla dünyaya geldi.
Hayatımdaki tek mutlu an, anne olduğum andır.
Mustafa’ya minnettarım, çünkü bir evlat verdi bana...
Oğlum babasına benziyordu.
Şimdiki aklımla bakıyorum:
İnsan cezaevinde bebek doğurmaya cesaret edebilir mi?
Daha doğar doğmaz önyargılara maruz kaldı. Doğumdan iki saat sonra başucumuzda nöbet tutan asker;
‘Bu çocuğun geleceği de babası gibi olur’ dedi.
O an, oğlumun hayata yenik başladığını anladım.
Çocuğumuza ‘Özdemir’ adını koyduğumuz yazıldı basında... Hiç düşünmedik bile böyle bir şeyi...
Mustafa’nın ikinci adı Halit’ti, biz de Halit E. koyduk oğlumun adını...
3 gün hastanede kaldım. Sonra bebeğimi alıp cezaevine döndüm. Aynı binadaydık Mustafa ile... O alt katta tek başınaydı; biz oğlumla üst katta kalıyorduk. Arada pencereden uzatıp gösteriyordum.
Çok zorlu günler geçirdim orada... Çocuk bakmayı bilmiyordum. Koğuş soğuktu. Ölecek diye çok korkuyordum. Hiç uyuyamıyordum. Yardım edecek kimsem de yoktu. Babasının almasına izin vermiyorlardı.
14 Şubat, Sevgililer Günü idi. Cezaevi idaresine bir dilekçe verdim.
‘Oğlum hiç değilse birkaç saat babasında kalsın’ dedim.
Olacak iş değildi aslında... Ama hayret! İzin verdiler.
Ve çamaşırlarıyla birlikte oğlumu Mustafa’ya gönderdim.

Bir röportaj hikâyesi...


“Tam da etrafımızdaki çemberin daraldığı o günlerde, yani 1999 yılının başında, Mustafa’ya röportaj için pek çok kanal ve kişiden teklifler geliyordu. Aralarında sizin başvurunuz da vardı.
Mustafa sizi çok sıkı takip eder, okur, beğenirdi. O yüzden sizinle konuşmaya karar verdi. Kabul ettiğini cezaevi yönetimine bildirdi.
“Fakat bu arada Selçuk Parsadan kendisine ‘Ben de röportaj verdim, ama karşılığında para aldım. Sen neden para istemiyorsun’ diye sormuş. Mustafa’nın başta böyle bir niyeti yoktu. Ama Parsadan’ın ısrarıyla o da para talep etmiş.
“Ben buna itiraz ettim:
‘Niye para istedin’ dedim.
“Nitekim bunu bahane ederek o görüşmeyi engellediler.

Tehdit mektubu
“Tam o dönem bir gün hastane dönüştü tek kişi kaldığı odasına geldiğinde yatağının üzerinde bir not bulmuş:
‘Sana senden olur her ne olursa/
Başın rahat olur dilin durursa...’
“Mustafa odasında yalnız kalıyordu; kimsenin girmesi mümkün değildi. Buna rağmen bu notun oraya bırakıldığını görünce idareye gitmiş.
‘Bu notu odama kim bıraktı’ diye sormuş.
Müdür;
‘Boşver. O atasözüdür’ diye geçiştirmiş.
“Mustafa bunun üzerine PKK itirafçısı Cumali’yi almıştı yanına...
“Bana bir süre bu nottan bahsetmedi. Sonra bir gardiyan aracılığıyla o notla ilgili bir mektup yolladı. Ölümünden sonra o mektubun fotokopisini Kırklareli savcılığına teslim ettim. Birkaç yere daha yolladıktan sonra koğuşuma arama için girdiler. Mektubun aslı ve günlüğüm kayboldu. Ama o mektup, dava dosyasında mevcuttur.”