Orbay Soydan
Bestegül İyigün, Nazik Kıraç ve Yiğit Çınar bu adları duyanınız var mı?
Hiç sanmam.
Bestegül İyigün Afyonkarahisar merkezdeki Ayşegül Arsoy İlköğrenim Okulu 7’nci sınıf öğrencisiydi. Henüz 13 yaşındaydı.
Tarih 27 Ocak 2013
Cuma günü karnesini aldı. Emirdağ’ın Çiftlik Köyü’ndeki evine gitti. Karnesindeki zayıflar nedeniyle babası Gürkan ve Annesi Serap İyigün ile tartıştı.
Tartışmanın ardından Bestegül İyigün, oturdukları evin hemen yanındaki ahırda iple kendisinin asarak canına kaydı.
15 yaşındaki Nazik Kıraç, (SBS) sınavının yapıldığı Cumartesi günü saat 06.00’da elektrik kablosuyla kendini odanın tavasına asarak canına kıydı.
Arkasında bir de not bırakmıştı; “Ben de isterim yaşamayı, ancak başarılı olamıyorum.”
Yiğit Çınar, 2010 yılında LYS’de Fethiye 1’ncisi oldu. 22 yaşındaydı, İstanbul’da Türk Dili ve Edebiyatı 4. sınıf öğrenciydi.
Yurt odasında perdeye kendini asarak intihar etti. Ardında “Her neyselerin elinden tuttuk hiç durmadan Fatih’leri özlemle bekledik lakin savaşsız bir dünya da istiyorduk” yazılı bir mektup bıraktı!
Günde 16 saat çalışıyorlardı. Hiç birinin hayat amacı yoktu.
Bu can alıcı durum Türkiye’de ki diğer akranlarının durumundan pek farksızdı.
Şimdi ne demeli?
Yine o bildik “değer miydi be çocuk?” türü lafları mı edeceğiz?
Değermiş iste. Betül İyigün’e göre, bütün bir hayatın anlamı karneymiş. Karne günü eve gelince anne babanın “aferin” deyip başını okşamasıymış. Konu komşunun çocuklarıyla kıyaslanmakmış. Bu gelecekte büyük insan olmanın garantisiymiş.
Peki şimdi ne olacak?
Bestegül gitti onu geri getiremeyiz.
Ama yaşayan milyonlarca Bestegül var.
Bu akıl dışı eğitim sistemini, çocukların bir takım aptalca ölçütlere göre “başarı”ya şartlandıran aile yapısını ve o aileleri böyle davranmaya yönlendiren bütün bir toplumsal düzeni yerle bir etmekten başka yolumuz yok.
Şimdi gelin bu sorunun üzerine cesaretle gidelim.
İntihar araştırmalarında lise ve üniversite öğrencilerinin intihar olasılığı bugün en önemli konulardan biridir.
Türkiye’de günde maalesef ortalama 6 insan intihar ediyor.
Bunların çoğunluğunu lise ve üniversite öğrencileri oluşturuyor.
Lise ve üniversite öğrencilerinin ortalama intihar olasılık puanı: 50-74 arasındadır.
Lise öğrencilerinin ortalama olasılık puanı (X = 65.33) üniversite öğrencilerinden (X= 59.61) daha yüksektir.
Bu puanlar neyi ifade ediyor?
Türkiye’deki lise ve üniversite öğrencilerinin intihar olasılığının, psikiyatri hastalarının toplam puanından bile daha yüksek (X = 57.4) olduğunu gösteriyor.
Psikiyatristlerin tek yönlü varyans analizine göre, lise ve üniversite öğrencilerinin umutsuzluk alt ölçeğinden aldıkları puanlar psikiyatrik yatan hastalardan daha yüksek!
Umutsuzluk alt ölçeğinin madde içeriği yalnızlık, ümitsizlik, disforik duygu durum, içinde bulunulan ortamdan aşırı bunalma yaşamın boşuna olduğunu düşünme ve şartları değiştirememeyi içeriyor.
Uzmanlar lise ve üniversite öğrencilerinin umutsuzluğunun yüksek olmasına neden olarak, lise öğrencileri için üniversite giriş sınavları, üniversite öğrencileri için işsizlik durumunu gösteriyor.
Peki, neden sınav sisteminin yarattığı bu sorunu değil de, nasıl nesil yetiştireceğimizi tartışıp duruyoruz?
Şimdi diyelim ki sınav sistemi kalktı.
Deniyor ki, öğrencilere eğitim hayatlarında hiç bir şekilde not verilmeyecek. Öğrenciler standardize edilmiş bir eğitime tabi değiller!
Bu olabilir mi? Evet olur.
Finlandiya’da bu sistem uygulanıyor.
Finlandiya’da öğrenciler, kendi ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda kendi eğitim-öğrenim programlarını şekillendirme haklarına sahipler.
Çünkü Finlandiya’da her çocuğa bir birey olarak değer veriliyor.
Çocuğun öğrenme programı onun bireysel ihtiyaçlarına göre düzenleniyor.
Bitmedi. Eve ödev verilmiyor, çünkü öğrenmenin yeri okuldur.
Çocuklar zeka ve becerileri ne olursa olsun aynı sınıflarda okuyor. Eğitim herkese eşit imkanlar sağlanıyor.
Öğretmenler haftada iki saatini ise mesleki gelişimlerini geliştirmek için eğitimlere katılmak için ayırıyor.
Peki bu sistem bizde uygulanabilir mi?
Söyleyeyim: Bu sistemin bizde uygulanabilmesi için önce PDR
Psikolojik Danışman ve Rehberlik sisteminin yerleşmesi gerekmektedir.
Oysa ülkemizdeki sistemin neredeyse hiçbir iş yapmadığını biliyoruz.
Kendim DEHB olduğumdan biliyorum, RAM Rehberlik Araştırma Merkezlerinde veterinerler, rehber uzmanların görevlerini yapmaktadır.
Hayvanları aşağıladığım sanılmasın, aksine onlara barınaklarda eziyet ediliyor olduğu için diyorum; Rehberlik Servisine, RAM’a giden öğrencilerde barınağa gönderilen hayvan muamelesi görüyorlar. Disforik duygu durum yaşıyorlar.
Herkesin kapasitesi farklıdır. Tek tip sistemde çocuklar özgüvenini kaybediyor. Bunu çözmeden üç beş çocuk yapın demek kolay.
Rehber uzmanlarının yapması gereken, öğrencilerin ilgi ve yeteneklerini belirlemek ve eğitimine birey olarak çocukla beraber yön vermektir.
Gelişmiş ülkelerde bir öğrencinin hangi mesleği yapacağına karar verirken ilgi ve yeteneklerine bakılır. Güçlü Türkiye iddiasındaki yeni Türkiye’de de bunun böyle olması gerekmektedir.
Peki Nazik Kıraç’ın çok istediği başarı için illa üniversite mezunu mu olmak gerekiyor?
Hiç sanmıyorum.
Steve Jobs, Thomas Edison, Richard Branson, David Neeleman, Larry Ellison, Henry Ford, John D. Rockefeller, Ray Kroc, Michael Dell, Ted Turner ve Janus Friis gibi nice dünyaca ünlü başarılı olmuş insanlar sayabilirim.
Hepsinin ortak noktası temel seviyede ya da daha az eğitim görmeleridir.
Mesela Richard Branson, 350’den fazla şirketi var.
Time dergisine göre dünyayı şekillendiren en etkili 100 kişisinden biri ve 16 yaşında liseyi terk etmiştir.
Tarihin ilk milyarderi John D. Rockefeller lise mezunu olmasına 2 ay kala liseden ayrılmıştır.
Dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan General Electric'in kurucusu Thomas Edison 7 yaşındayken Hiperaktivite ve Dikkat Eksikliği yaşadığından ilköğrenime başladıktan 4 ay sonra okulu bırakmak zorunda kalmıştı.
Peki başarılı sayılmak için zengin olmak mı gerekiyor?
Buna benim vereceğim yanıt, hayır.
Ama yapılan bilimsel araştırmalar birçoklarımızın “statü, para ve mevki” yanıtını verdiğini söylüyor.
Başka bir değişle mutlu olmak için statü, para ve mevki sahibi olmak gerekiyor!
Zaten “on para ver on para ver, on para yoksa beş para ver” şarkılarıyla büyütülen bir çocukların başka türlü mutlu olmasını bekleyemeyiz.
McDonald’sın kurucu Ray Kroc, Oracle’nın sahibi Larry Ellison, CNN'in kurucusu Ted Turner ve Henry Ford ’ta 15 yaşında liseyi terk etmişti.
Ebeveynleri ne meslek ne eğitim sahibiydi, yoksul denebilecek ailelerdi.
Ama kimse onlara okuyup büyük insan ol diye baskı yapmamıştı.
Sonuçta büyük insan oldular.
Demek istediğim mutluluğa giden yolda başarının, sınavlarda yüksek puanlar alıp, en iyi üniversiteleri, en iyi puanlarla bitirmek olduğuna inanmıyorum.
Kaldı ki en iyi üniversitelerini hatırı sayılır derecelerle bitirenlerin işsiz kaldığı ya da bırakıldığı bir ülkede yaşıyoruz.
Şaibeli sınavların, devlet eliyle kurulmuş şirketilerin, devlet eliyle ayağa kaldırılmış holdinglerin, aile şirketleri ve aile şirketlerindeki asker ve memur kökenli yöneticilerin ülkesi Türkiye.
Şimdi soruyorum,
Yine o bildik lafları mı edeceğiz?
Değer miymiş!