Emre Bal
Efe Öç
BBC Türkçe
"11 Mayıs 1975 12:35'te iki sınır muhafızı Batı Berlin'de, nehrin Gröbenufer bölgesinde, insanların hareket halinde oldukları gözlemledi."
"12:50'de Batı Berlinli bir İtfaiye şefi, Oberbaumbrücke'deki sınır geçiş noktasında görüldü. Geçiş noktasındaki yetkiliyle konuştu ve bir çocuğun suya düşmesi nedeniyle, dalgıçlarını görevlendirmek istediğini söyledi. Yetkili aracılığıyla bu istek reddedildi."
"13:20'de dalış ve çocuğun cesedini arama çalışmaları başladı. 14:10'da (5 yaşında) bir erkek çocuğunun cesedi acil durum teknesinde görevli bir dalgıç tarafından bulundu."
Doğu Alman gizli servisi Stasi'nin 12 Mayıs 1975 tarihli raporunda bahsedilen, Düzceli Mert ailesinin üç oğlundan biri olan Çetin'in tam da beşinci doğum gününde boğulmasıydı.
Stasi'nin arşivlerinde bu kuru, bürokratik ifadelerle yer alan trajedi, aynı gün Batı Alman basınında manşetlerdeydi.
Bild Gazetesi manşetinde ""Kurtarmaya yasak bölge: Çocuk Spree'de boğuldu" başlığını atmıştı, iç sayfalarında ise "Çocuğu kurtarabilir miyiz? Doğu: Hayır" diyordu.
Berliner Zeitung gazetesi ise haberi, olay yerinde ağlayan Çetin Mert'in ağabeyi Yalçın'ı teselli etmeye çalışanları gösteren fotoğrafla birlikte "Kardeşim! Kardeşim öldü" başlığıyla duyuruyordu.
Beş çocuğun ölümünden sonra gelen çözüm
Bugün Berlin Duvarı Müzesi'nde sergilenen yaklaşık iki metre boyundaki cihaz da o günlerden kalma. Üzerinde "Wasserunfall- Su kazası" yazıyor.
Üzerindeki bir düğmeye basılıyor ve karşı taraftaki acil durum yetkilileriyle doğrudan sesli iletişim kurulabiliyordu.
Çetin'in ölümünden sonra, nehir kenarındaki muhtelif noktalara solda görülen kurtarma cihazlarından konuldu
Çetin'in ölümünden sonra, 1976'da Doğu ve Batı Alman hükümetleri arasında varılan anlaşmayla, bu cihazlardan, Berlin'in ortasından geçen Spree Nehri'nin muhtelif yerlerine 20 adet yerleştirildi.
Amaç, nehre düşen olursa, anında müdahale etmekti.
Nehir, bazı noktalarda kenti ikiye bölen Berlin Duvarı'nın yerini alıyor ve sınır hattını oluşturuyordu.
Duvar sadece kenti değil, dünyayı da komünist ve kapitalist yarıkürelere bölüyordu ve SSCB ile ABD arasındaki Soğuk Savaş'ın sinir uçlarından biriydi
Doğu Alman tekneleri nehirde devriye geziyor, askerler nöbet kulelerinden olanı biteni dikkatle izliyordu.
Batı Alman yönetimi, Doğu'dan yüzerek kaçabileceklerin, rahatça kıyıdan yukarı çıkabilmesi için nehrin batı yakasına herhangi bir engel koymamayı tercih etmişti.
Doğu Almanya, çocukların boğulduğu noktada Spree Nehri'nin tümünde hak iddia ediyordu
Bu tercih, beş küçük çocuğun suya düşüp, ölmesiyle sonuçlanan trajedinin başlangıcı oldu.
Ölümlerin ardından, Doğu Alman hükümetinin Spree Nehri'nin tamamını sahiplendiği yerlerde, önce nehrin Batı tarafına tel çekildi, sonra da cihazlar konuldu.
Önlemler işe yaradı. Daha sonra hiç kimse ölmedi.
Ölümlerin hepsi 'Küçük İstanbul' Kreuzberg'de
Ama Soğuk Savaş'ta gerilimin zirveye ulaştığı bir dönemde, birbirine düşman iki yönetimin bir araya gelip, uzlaşması için beş çocuğun nehre düşüp, boğulması gerekti.
Cihazda Türkçe talimatlar da vardı. Çünkü bu trajik ölümler Spree Nehri'nin yoğun olarak göçmen işçilerin yaşadığı, "Küçük İstanbul" adıyla anılan Kreuzberg semtinden geçtiği bölgede gerçekleşmişti.
1966'dan 1975'e dek aşağı yukarı aynı noktada, Oberbaum Köprüsü'nün yakınlarında ölen beş çocuktan ikisi Alman, ikisi Türk, biri de İtalyan göçmen işçi ailelerinin çocuklarıydı. 6 yaşındaki Andreas Senk, 8 yaşındaki Cengâver Katrancı, 6 yaşındaki Giuseppe Savoca , 5 yaşındaki Siegfried Kroboth ve son olarak 11 Mayıs 1975'te yine 5 yaşındaki Çetin Mert.
Kuğuları beslerken, kaçan topu almaya çalışırken, balık tutmaya çalışırken, oynadıkları sırada dengelerini kaybettiklerinde, yanındaki arkadaşı şaka olsun diye itince, suya düştüler.
Çocuklardı ve tam da yaşlarının gerektirdiği gibi çocukça şeyler yapıyorlardı.
Potsdam Leibniz Çağdaş Tarih Merkezi'nden Dr. Hanno Hochmuth "Herhangi bir engel yoktu. Nehir, Kreuzberg'de çocukların oyun alanıydı. Nehrin kıyısı, Batı Berlin'in en terk edilmiş yerlerinden biriydi. 1970'lerde kimse burayla ilgilenmiyordu ve çocuklar açısından oynamak için çekici bir yerdi." diyor.
Ama başka şartlarda, başka bir yerde olsa bu çocuklar biraz ıslanıp, biraz üşüyüp, evlerine döneceklerdi. Ama onlar için, yaşamlarının sonu oldu.
Çocukları kurtarmak isteyen görgü tanıkları veya olay yerine gelen Batı Alman acil yardım ekipleri, her seferinde devriye gezen Doğu Alman teknelerinden ya da nöbet kulelerindeki askerlerden izin istedi.
Ama Doğu Alman tarafında bürokrasi çarklarının işleyip, müdahale edilmesine izin çıkması için saatler gerekiyordu ve sudan sadece çocukların cansız bedenleri çıkartılabildi.
Doğu Almanya topraklarında öldükleri kabul edildiği için Doğu Berlin'e götürüldüler ve aileler bir yandan çocuklarını kaybetmenin acısını yaşarken, bir yandan da çocuklarının cenazesini almak için uğraştılar. Cengâver Ankara'da, Çetin de Düzce'de toprağa verildi.
Aslında iki taraf arasında bir acil durum prosedürü oluşturmak için yapılan görüşmeler, 1972'de Cengâver 'in ölümüyle başlamıştı. Ama bu yıllarca sürdü ve Çetin'in 11 Mayıs 1975'te, beşinci yaşını doldurduğu gün ölmesine kadar bir sonuç alınamadı.
'Siyasetçilerin başka öncelikleri vardı'
Hochmuth'a göre dönemin siyasetçilerinin başka öncelikleri vardı;
"1970'lerin ilk yılları yeni müzakereler, yeni uzlaşmalar dönemiydi. Örneğin Batı Berlinliler 'in Doğu'yu ziyaretleri kolaylaştırılmıştı. İki Alman devleti, bazı açılardan birbirlerinin varlığını kabul etmişlerdi. Para meseleleri, transit geçiş, Batı Alman çöpünün nasıl Doğu'ya nasıl gönderileceği, her iki taraftan siyasetçiler için daha önemliydi. Pek umurlarında değildi. Dolayısıyla, bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha, toplamda beş erkek çocuğu, tam olarak aynı yerde boğulana kadar yaşanmalıydı."
Dr. Hochmuth (solda) "Doğu Almanya için çocukların korkunç kaderleri sadece bir zaiyattı" diyor
Dr. Hanno Hochmuth, dönemin şartlarının de gözden kaçırılmaması gerektiği görüşünde.
Ölen beş çocuğun duvarın toplam 140 kurbanıyla birlikte düşünülmesi gerektiğini söyleyen Hochmuth, duvarın böylesine ölümcül olmasının komünist Doğu Alman rejimi için varoluşsal önem taşıdığını belirtiyor;
"Doğu Alman perspektifinden bakarsak, bu çocukların korkunç kaderleri sadece bir zayiattı. Yani çok da umurlarında değildi, çünkü duvarın asıl anlamını bulabilmesi için ölümcül olması gerekiyordu zaten."
Çetin Mert'in ölümü bardağı taşırdı
Çetin Mert'in ölümü Kreuzberg'deki Türk toplumu için bardağı taşıran son damla oldu.
Kendilerini tam kıyısında yaşamalarına rağmen, pek de karışmadıkları bir siyasi rekabetin tam ortasında buldular.
Çetin'in boğulmasından bir hafta sonra, Türk derneklerinin ve sivil toplum örgütlerinin organize ettiği nehir kenarındaki protestoya yüzlerce kişi katıldı.
Komünist Doğu Alman yönetimini protesto eden pankartlarla ve sloganlarla yürüdüler.
Tüm bunlar olurken, Doğu Alman gizli servisi Stasi de çok yakından izliyordu.
Eylem, tüm ayrıntılarıyla Stasi arşivlerinde
Stasi arşivlerindeki araştırmamızda, eylemin nehrin karşı kıyısından çekilen fotoğraflarının, katılımcılara dair bilgilerin ve atılan sloganlarla, pankartların ayrıntılarıyla kayıtlara geçirildiği belgeleri bulduk.
İstihbarat raporlarından birinde, baba Ramiz Mert de Doğu Almanya karşıtı pankartıyla yer alıyordu. Belgede "Geçtiğimiz günlerde boğulan çocuğun babası gösterideki Ford Transit markalı ilk araçta'DDR- bir kurtarmayı önledi-Cinayet' yazılı bir pankartla oturuyordu." deniyordu.
Fakat yaklaşık 45 yıl önce Berlin'de büyük yankı uyandıran ölümler, toplumsal hafızadan yitip gitmiş gibiydi. Yaşananlara bizzat şahit olan birinci kuşak göçmen işçiler ya vefat etmiş ya da emekli olup, Türkiye'ye kesin dönüş yapmıştı.
Kreuzberg semtinde Çetin ya da Cengâver 'in ailesiyle yolu kesişmeyen hiç kimse isimlerini bile duymamıştı.
Berlin Teknik Üniversitesi'nden araştırmacı Gülşah Stapel durumu "İnsanların başka dertleri vardı. İşsizlik vardı. 'Türkiye'ye dönecek miyiz, dönmeyecek miyiz?' diye düşünüyorlardı. Herkes kendi problemleriyle meşguldü. Hafızada olması için, herkesin durumunun biraz daha iyi olması lazım. İş çocuk, geçim gibi günlük sorunlar arasında, bu tür meseleler için vaktiniz olmuyor." diyerek açıklıyor.
Çetin'in ölümünden hemen sonra çekilen fotoğrafta görülen, ağabeyi Yalçın Mert hala Berlin'de yaşıyor. Birkaç yıl önce felç geçiren Yalçın Mert, kardeşinin ölümü hakkında konuşmak istemedi.
Çetin Mert'in adı, bugün yeğeninde yaşıyor
Ancak Yalçın Mert sayesinde, Çetin Mert'in adı Berlin'de ailenin yeni kuşağında hala yaşıyor. Yalçın Mert, anneleri Münevver Mert'in isteğiyle, 1980'de doğan oğluna kardeşinin adını koydu.
Çetin, trajedinin ailede pek konuşulmadığını ve yaşananları 16 yaşındayken evde tesadüfen bulduğu gazete kupürünü okuyup, babasına sorduğunda öğrendiğini söyledi.
Çetin, Cengâver ve diğer üç küçük çocuk Spree Nehri'ne düştü. Ama kolayca kurtarılabilecekleri nehrin sularında değil, bürokratik bir kara delikte boğuldular. Çocukların fotoğraflarını, şimdi duvarın tüm kurbanlarına ithaf edilen anıtta görmek mümkün.
Çocuklar, büyüyemedikleri kentin bir köşesindeki siyah-beyaz, küçük birer fotoğraflar artık.