Red Hack tarafından ele geçirilen ve Enerji Bakanı Berat Albayrak’a ait olduğu iddia edilen e-postaları haberleştiren Dicle Haber Ajansı (DİHA) Haber Müdürü Ömer Çelik, Diken eski editörü Tunca Öğreten ve BirGün gazetesi çalışanı Mahir Kanaat’ın tutuklu bulunduğu davada 6 gazeteci “örgüt üyeliği” suçlamasıyla 24 Ekim’de hâkim karşısına çıkacak. Ben Gazeteciyim İnisiyatifi ve bir grup gazeteci, tutuklu gazetecilerin serbest bırakılması çağrısında bulundu. Ben Gazeteciyim İnisiyatifi’nin yaptığı “Gazetecilik Bu Değilse Ne” başlıklı açıklamada “Haber alma ve verme hakkına sahip çıkan herkesi 24 Ekim’de saat 11.00’de, Çağlayan Adliyesi'nde, meslektaşlarımızın yanında olmaya çağırıyoruz” dendi.
25 Aralık’ta aynı soruşturma kapsamında gözaltına alınan diğer üç gazeteci Derya Okatan, Metin Yoksu ve Eray Sargın adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı.Bakan Albayrak, avukatları aracılığıyla duruşmanın görüleceği İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesi’ne müdahillik talebinde bulunmuştu.
Ben Gazeteciyim İnisiyatifi’nin yaptığı “Gazetecilik Bu Değilse Ne” başlıklı açıklama şöyle:
Üçü tutuklu altı gazetecinin, Bakan Berat Albayrak'ın e-mailleriyle ilgili yargılandığı davanın ilk duruşması 24 Ekim'de Çağlayan'da görülecek.
Gazeteciler Tunca Öğreten, Ömer Çelik ve gazete çalışanı Mahir Kanat, geçen yıl 25 Aralık’ta sabaha karşı evlerine yapılan bir polis baskınıyla gözaltına alındılar. Operasyon, Enerji Bakanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın e-postalarının RedHack tarafından ele geçirilmesi ve yayılması soruşturması kapsamındaydı.
24 günlük gözaltı sürecinden sonra, aynı soruşturma kapsamında gözaltına alınan diğer üç gazeteci Derya Okatan, Metin Yoksu ve Eray Sargın adli kontrol şartıyla serbest bırakılırken Çelik, Kanaat ve Öğreten Silivri Cezaevi'ne gönderildiler.
RedHack, Eylül ayında e-postaları yayımlamış, ayrıca bazı gazetecileri, onlara sormadan, Twitter’da bir DM grubuna eklemişti. Albayrak’ın e-postaları sosyal medyada dolaşırken , gazeteciler kamu yararına haber yapmışlardı.
Kişisel e-posta hesabı "duruma göre devlet sırrı"
Bu gazetecilerden Tunca Öğreten, o dönemde editör olarak çalıştığı Diken’de, Albayrak’ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin petrolünü taşıyan PowerTrans şirketinde söz sahibi olduğuna dair bazı mesajlaşmaları haberleştirdi. Daha önce, hükümetin PowerTrans’a imtiyaz sağladığı ve Albayrak’ın bu şirketle ilişkili olduğu iddia edilmiş ancak bu iddialar yalanlanmıştı.
Tutuklama kararından yedi ay sonra, Temmuz ayında açıklanan iddianamede, Albayrak’ın kişisel e-posta (Gmail, Yahoo ve Hotmail) hesaplarında “duruma göre devlet sırrı niteliğinde de olabilecek bilgiler” olduğu ve bu bilgilerin manipüle edilerek Albayrak ve onun şahsında hükümeti yıpratmak amacıyla yayımlandığı iddia ediliyor. Ancak hangi bilginin ne şekilde değiştirildiğinden bahsedilmiyor, sadece, “milli enerji politikasının başarısızlığa uğraması için olumsuz algı oluşturulduğu” gibi suçlamalar yer alıyor.
Öğreten, savunmasında “Haber kupürü dışında DHKP-C üyesi dahi görmedim” dedi, ancak RedHack’in bu örgütle ilişkili olduğu, Öğreten’in de “üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlediği” iddia edildi. Öğreten, aynı zamanda FETÖ/PDY adına suç işlemiş olmakla da suçlanıyor. Bu suçlamaya gösterilen kanıt, KHK ile kapatılan Taraf gazetesinde çalışmış olması. Ancak Öğreten, bu olaylardan yaklaşık iki yıl önce Taraf'tan ayrılmıştı.
BirGün çalışanına 'FETÖ' suçlaması
BirGün gazetesi çalışanı Mahir Kanat’la ilgili olarak ise, Twitter'da RedHack hesaplarını takip etmesi bir delil olarak sunuluyor, ancak Albayrak’ın e-postalarını haberleştirmiş olmakla ilgili herhangi bir suçlama yok. Fakat, 17 - 25 Aralık fezlekelerinin orijinallerinin telefonunda bulunduğu iddia edilerek, 'FETÖ' üyesi olmakla suçlanıyor.
Ortaya karışık örgüt
İddianamede ele alınan dönemde, Dicle Haber Ajansı'nda (DİHA) haber müdürü olan Ömer Çelik, çoğunluğu haber paylaşımı olan tweetleri nedeniyle “terör örgütü propagandası” yapmakla suçlanıyor. KHK ile kapatılan DİHA'da çalışması da delil olarak gösteriliyor.
Soruşturma kapsamında gözaltına alınıp sonra serbest bırakılan diğer üç gazeteci de örgüt propagandasıyla suçlanıyorlar. Derya Okatan ve Eray Sargın, sorumlu yazı işleri müdürü oldukları basın kuruluşlarının Twitter'daki haber paylaşımları nedeniyle yargılanıyor. Metin Yoksu için delil olarak sunulan tweetlerin çoğunu da haber paylaşımları oluşturuyor. RedHack soruşturması kapsamında gözaltına alınan gazetecilere, bu konuda haber yapmamış dahi olsalar, FETÖ’den MLKP’ye kadar farklı örgütlerle bağlantıları olduğu iddia edilerek "ortaya karışık suçlama" yöneltiliyor.
İddianamede adları geçen gazetecilerin tamamı ayrıca, “bilişim sistemini engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirmek”le suçlanıyor. Ancak neyi engelledikleri, hangi verileri nasıl değiştirdikleri iddianamede yer almıyor.
Deniz Yücel'in dosyası ayrıldı
Aynı soruşturma kapsamında 27 Şubat’ta tutuklanan Alman Die Welt gazetesi muhabiri Deniz Yücel’e sorgusunda RedHack haberiyle ilgili soru sorulmamış, ancak Kürtlerle ilgili haberleri nedeniyle “örgüt propagandası” suçlamasıyla cezaevine gönderilmişti. Herhangi bir neden belirtilmeden dosyası bu soruşturmadan ayrılan Yücel hakkında henüz bir iddianame de yazılmadı. Yücel [226] gündür tek kişilik hücrede tutuluyor.
İlk duruşma 24 Ekim
İddianamede yer alan tüm bu çelişkilere rağmen, Mahir Kanaat, Ömer Çelik ve Tunca Öğreten böyle bir dosya kapsamında [267] gündür tutuklu. Her hafta başka bir gazeteci davasının görüldüğü Türkiye’de, 24 Ekim’de ilk kez hakim karşısına çıkacaklar. Tutuksuz olanlarla birlikte toplam altı meslektaşımız yargılanacak.
Haber alma ve verme hakkına sahip çıkan herkesi 24 Ekim’de saat 11.00’de, Çağlayan Adliyesi'nde, meslektaşlarımızın yanında olmaya çağırıyoruz.
Kim ne yazmıştı?
Evrensel Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat, Evrensel yazarı Ceren Sözeri ve Artı Gerçek yazarı Mehveş Evin davayı gündeme getirerek şunları yazmıştı:
Sızdırma haber, Albayrak ve Watergate Skandalı
(Fatih Polat / 4 Ekim 2017)
Diken İnternet Sitesi Editörü Tunca Öğreten, kapatılan DİHA Haber Müdürü Ömer Çelik, Birgün Gazetesi Çalışanı Mahir Kanaat’in tutuklu, Derya Okatan, Metin Yoksu ve Eray Sargın’ın ise tutuksuz yargılandıkları davanın ilk duruşması 24 Ekim günü, Çağlayan’daki İstanbul Adliyesinde görülecek. 3 meslektaşımız bir cezalandırmaya dönüşen bu sürecin ardından 10 ay sonra ilk duruşmalarına çıkmış olacaklar.
6 gazeteci 25 Aralık günü gözaltına alınmış, Enerji Bakanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın e-maillerinin Redhack tarafından hacklenmesi ve sızdırılması soruşturması kapsamında 24 günlük gözaltı sürecinin ardından üçü tutuklanmıştı. Aynı soruşturma kapsamında daha sonra gözaltına alınan Die Welt Gazetesi Türkiye Temsilcisi Deniz Yücel de, 14 günlük gözaltı sürecinin ardından 27 Şubat’ta tutuklandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından birkaç kez ‘ajan’ ifadesiyle hedef gösterilen Yücel’in dosyası daha sonra ayrıldı ve henüz iddianamesi dahi hazırlanmadı.
Son olarak da Bakan Albayrak, 6 gazetecinin yargılandığı davada, İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesine müdahillik talebinde bulundu.
Bu davanın tartışılması gereken pek çok yönü var. Öncelikle yargılanan meslektaşlarımıza Redhack ile bağlantı kurarak bilgi elde etme suçlamasının yöneltilmiş olması, gazetecilik faaliyeti açısından ve toplumun bilgilenme hakkı bakımından kabul edilemez nitelikte. Eğer Redhack’i takip etmek ve paylaştığı bilgileri takip ederek paylaşmak suçsa, yüz binlerce kişiyi bu nedenle yargılamak gerekir. Böyle bir saçmalık elbette kabul edilemez.
Bakan Albayrak’ın e-maillerinin Rechack tarafından hacklenmesi ve sızdırılarak haber olarak yayımlanması, “Kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek” suçlamasını haklı kılar mı?
“Duruma göre devlet sırrı niteliğinde olabilecek bilgiler” olduğu öne sürülerek bu bilgileri haber yapan gazetecilerin kriminalize edilmesi kabul edilebilir mi?
Bu soruların yanıtlarına örnekler üzerinden bakalım.
Daha kısa bir süre önce ABD Başkanı Trump’ın, ‘bir müttefik ülke’ tarafından Rusya ile paylaşılmaması koşulu ile verilen gizli istihbarat bilgilerini Rusya ile paylaşmasına dair haberlerin ABD’nin en etkili gazetelerinde haber olabildiği biliniyor.
Sızdırılarak yayımlanan pek çok haberin, dünya tarihinde önemli sonuçlar doğurduğu ve ciddi gerçeklerin açığa çıkmasına vesile olduğu da sır değil.
Bunlardan sadece birini hatırlatalım: Watergate Skandalı.
17 Haziran 1972 günü 5 kişi Washington D.C’de Watergate adlı bir iş merkezinde bulunan, ABD’nin o zamanki ana muhalefet partisi Demokrat Partinin merkezine girer. Olayla ilgili soruşturma bilgilerinin basına sızdırılması ve haber yapılmasıyla birlikte bu olayın basit bir hırsızlık olayı değil, dönemin ABD Başkanı Richard Nixon’un komplo girişiminin bir parçası olduğu ortaya çıkar. Sızdırılarak yapılan haberlerde, binaya giren kişilerin Demokrat Partinin gizli belgelerini fotoğraflamak ve telefonlara dinleme cihazı takmak istedikleri yansımıştır.
Özellikle Washington Post’tan Carl Bernstein ve Bob Woodward olayın iç yüzünün açığa çıkması için ciddi biçimde üzerine gitmişti.
Başkan Nixon’ın kendi emriyle kaydettirmiş olduğu konuşmalarının ifşasıyla birlikte yolsuzluk zinciri ortaya çıkarken, kendi yandaşı olan Cumhuriyetçi cephe dahi Nixon’a sırtını döner.
Bu sürecin ardından Nixon, 8 Ağustos 1974 tarihinde yaptığı Ulusa Sesleniş ile Başkanlıktan istifa edeceğini açıkladı.
Doğrudan ABD Başkanına dair skandal niteliğindeki bilgiler basına sızdırılmamış olsaydı ve gazeteciler olayın üzerine gitmeseydi, olay basit bir hırsızlık vakası olarak geçiştirilecek ve bugün tarihte ‘Watergate Skandalı’ diye bir başlık olmayacaktı.
ABD Başkanı Nixon’ın istifasını getiren sırları haber olurken, Bakan Albayrak’ın mahrem bir özelliği de bulunmayan yazışmaları neden haber olmasın?
Gerçi Albayrak, Danıştay, yaz saati uygulamasını sürekli hale getiren Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasına karar verdiği halde “Danıştayın kararının esas yönüyle ilgili hiçbir etkisi yok. Aynı istikamette devam edeceğiz” diyebilecek kadar “cüretli” olduğunu göstermiş bir kişi.
Ama unutulmasın, hiçbir cüret ya da sırtını dayadığı siyasi kudret gerçeklerden daha güçlü olamaz. Gazeteciler, devletleri yöneten kişilerin mahrem olmayan bilgilerini, kendilerine sızdırılarak dahi gelmiş olsa, kamuoyunu ilgilendiriyorsa haber yapar. Bu tür haberlerin yapılamadığı bir siyasal düzen, iktidarın gücü ve keyfiyetiyle halkın bilgilenme, haber alma hakkının göz ardı edildiği çürümüş bir düzendir. Böyle bir çürümüşlüğün içinde kimse temiz kalamaz.
İfade özgürlüğünü kısıtlamanın maliyeti
(Ceren Sözeri / 1 Ekim 2017)
Columbia Üniversitesine bağlı Knight First Amendment Institute web sitesinde bu ay aynı üniversitenin hukuk fakültesi profesörlerinden Tim Wu’nun “Is the First Amendment Obsolete?” (ABD Anayasası’nın ifade özgürlüğünü koruyan ilk değişiklik maddesi hükmünü yitirdi mi?) başlıklı bir makalesi epey tartışma yarattı. İfade özgürlüğünü hedef alan yeni tehditler tartışma serisi altında yayımlanan makalede Wu, First Amendment’ın yeni gelişen teknolojiler karşında ifade özgürlüğünü koruma konusunda yetersiz kaldığını savunuyor. Wu’ya göre artık ifadenin kendisi bir sansür aracına dönüşmüş durumda ve bu yeni sansür biçimi doğrudan düşüncesini ifade edeni değil, onu izleyenleri/dinleyenleri hedef alıyor çünkü okuyucu/izleyici ilgisini cezbetmek ya da yönlendirmek doğrudan konuşanı cezalandırmaktan daha etkili. Bir başka deyişle hükümetler kendilerini eleştiren, hoşlarına gitmeyen sesleri kısmaktansa onların dinlenmesini engelleyici yollara başvuruyorlar. Böylece ifade özgürlüğünü kısıtlayan olma maliyetinden de kurtuluyorlar.
Wu, ifadenin bir silah olarak kullanılması yöntemlerini, desteklediği trol ordusu vasıtasıyla özellikle sosyal medya olanaklarıyla eleştirel seslerin taciz edilmesi, çarpıtılmış ya da tamamen yanlış bilgilerin bot hesapların da devreye sokulması yoluyla yayılması olarak sıralıyor. First Amendment siyasetçileri ve dolayısıyla gazetecileri hükümetin doğrudan baskısından koruma amacıyla yapıldı, uzun yıllar da işlevini yerine getirdi ancak bugün diyor Wu, hükümetler bunu kötüye kullanarak başka türlü sansür uygular hale geldi. Bu tehditlerin bu kadar etkili olmasında sorumluluk sahibi olan diğer ayak ise Twitter, Facebook gibi sosyal medya platformları. Bunlar teknoloji şirketleri, ortaya çıkma amaçları bu olmasa da bugün medyanın bir parçası haline geldiler ancak medyaya yüklenen sorumlulukların hiçbirini taşımıyorlar. Ayrıca iş modellerini kullanıcıların ilgi alanlarını takip etmek üzerinde kurdukları için, Wu bunu “ilgi endüstrisi” olarak adlandırıyor, uyguladıkları filtreleme yöntemleriyle insanların doğru bilgiye erişimlerini zorlaştırıyorlar. Lawrence Lessig’e referansla sansürün geleceği ve bilginin kontrolü bu sosyal ağlar ve uygulamalar yoluyla inşa ediliyor. Bu sosyal ağlarda ayrıca açık bir şekilde olmamakla birlikte hükümetler tarafından beslenen trol orduları barınıyor. Her türlü eleştiri karşısında hızla harekete geçip konuşanı susturmak, sindirmek için yoğun çaba sarf ediyorlar. Ölüm tehditleri, hakaretler, özellikle kadın gazetecileri hedef alan tecavüz tehditleri en yaygın yöntemler. Pek çok gazeteci bu nedenle en azından bir süre hesabını kapatmak durumunda kalıyor. Bu bildiğiniz üzere Türkiye’de de çok yaygın bir pratik.
Diğer yöntem yani çok sayıda çarpıtılmış ya da sahte bilginin yayılması da yine uluslararası alanda hızla benimsenmiş durumda. Çin’deki internet sansürü konusunda yapılmakta olan bir araştırmaya değinen Wu, sanılanın aksine Çin hükümetinin insanları doğrudan cezalandırmak yerine platformu kendi ürettiği bilgiye boğmayı daha fazla tercih ettiğini söylüyor. Ortada sansür, cezalandırma gibi tartışmalar olur da Türkiye’nin adı geçmez mi, Wu, Zeynep Tüfekçi’ye referansla benzer stratejinin Türkiye hükümeti tarafından da yaygın biçimde kullanıldığını belirtiyor. Öyle ki insanlar bir olay üzerine boca edilen onca sahte bilgi arasında neye inanacaklarını şaşırır hale geliyorlar diyor Tüfekçi. En yakın örneklerinden biri Büyükada’da tutuklanan hak savunucuları, haklarında onlarca yalan yanlış bilgi yayıldı, oysa kendilerine yönelik suçlamalarda bunların hiçbirine dair kanıt yok. Bu bilgiler yalnızca gerçek kullanıcılar değil bot hesap denilen sahte hesaplar yoluyla da geniş kitlelere ulaşıyor. Araştırmacıların tahminine göre Twitter’da 48 milyon bot hesap, Facebook’ta 67.65 milyonla 137.76 milyon arası sahte hesap var.
Albayrak’ın hack’lenen mailleri ve Barbra Streisand etkisi
Ne yapmak gerek kısmına gelince Wu’nun önerileri arasında First Amendment’ın düşünce özgürlüğünü koruma mantığını değiştirmek, başkan veya hükümet yetkililerinin düşünce özgürlüğüne tehdit oluşturacak bu tür girişimlere destek verdiğinin ya da cesaretlendirdiğinin tespit edilmesi halinde onları sorumlu tutmak, bu tür tehditlere dahil olan trolleri cezalandırmak, sosyal medya platformlarını birer devlet aktörü (state actor) olarak tanımlamak ve içeriklerini denetlemeye zorlamak var. Bunlar tartışmalı öneriler elbette, somut bir illiyet bağı nasıl kurulacak, düşünce özgürlüğünün önünü açmak hedeflenirken yeni sınırlamalara yol açılabilir mi ya da sosyal medya platformlarına yüklenecek bu denli bir sorumluluk sansürü artırmaz mı? Bunlar cevaplanmaya muhtaş sorular.
Diyeceksiniz ki Türkiye’de hükümet eleştirel sesleri doğrudan soruşturma açarak, gözaltına alarak ve tutuklayarak zaten cezalandırıyor. Sansürcü gibi görünmekten rahatsızlık duymuyır. Haklısınız ancak bunun da bir maliyeti var. Düşünce özgürlüğüne yönelik artan ve değişen tehditler yarın uluslararası düzenlemelerde de yerini alacaktır. Yani tehditler arttıkça mücadele yöntemleri de çeşitleniyor. Bir başka maliyetse şu, bu tür doğrudan cezalandırmalar aslında Barbra Streisand etkisi yaratıyor. Avukatı Streisand’ın sahil kenarındaki evinin havadan çekilmiş görüntülerini kaldırtmak için çaba sarfederken yüzbinlerce insanın bu fotoğrafları görmesine ve indirmesine sebep olur. Tıpkı Erdoğan’ın ülkede tutuklu gazeteci yok dediğinde uluslararası kamuoyunun bu konuya daha fazla ilgi göstermesi, hatta tutuklu ya da ülkesin terketmek zorunda kalan gazetecileri, yazarları ödüllendirmesi gibi. Hükümet Can Dündar için kırmızı bülten talebinde bulunurken Dündar Nobel Barış ödülüne aday gösterildi biliyorsunuz.
24 Ekim’de Berat Albayrak’ın RedHack tarafından hack’lenen, herkesin erişimine açılan maillerini kamu yararı çerçevesinde haberleştirdikleri için üçü (Tunca Öğreten, Mahir Kanaat, Ömer Çelik) 257 gündür tutuklu, altı gazetecinin yargılanacağı duruşma var. İddianamede Berat Albayrak’ın adı geçmiyor, gazeteciler alakasız biçimde örgüte yardım ettikleri, propaganda yaptıkları gerekçesiyle yargılanıyor. Hatırlarsanız Enerji Bakanı Albayrak bu konu hakkında hiç konuşmadı. Ancak geçtiğimiz hafta duruşmaya müdahil olduğunu öğrendik. Bu da demektir ki gazeteciliğin yargılanmasının yanında haberlere konu olan yolsuzluk iddiaları da yeniden gündem olacak. Amerika’da süregiden davanın yarattığı rahatsızlık düşünülürse hükümetin yeniden bu konuların konuşulmasından hiç hoşlanmayacağını tahmin etmek zor değil.
Bilgiyi kontrol altına almak, manipüle etmek, bunun için kaynakları ve çevreyi kullanmanın henüz yasal bir karşılığı yok ancak Tim Wu’nun makalesinde defalarca tekrar ettiği üzere ifade özgürlüğünü sınırlamanın, konuşanı cezalandırmanın, hapse atmanın hükümetlere ciddi maliyetleri var. 169 gazetecinin cezavinde olduğu bu günlerde AKP Hükümeti bu bedeli giderek ağırlaşan biçimde ödeyecek gibi görünüyor, öyle “AİHM’e gitsinler cezası neyse öderiz”le kalmayabilir. Bu konuya devam edeceğiz…
Hapisle 'ödüllendirilen' gazetecilik
(Ceren Sözeri / 8 Ekim 2017)
Ekim’in ikinci günü yani geçtiğimiz pazartesi Politico adlı haber sitesinde Ivanka Trump and Jared Kushner’ın devlet işleri için özel mail adreslerini kullandıkları, aile adına alınan domain üzerinden yüzlerce mail gönderdikleri ve maillerinin içeriğine ilişkin bir haber yayımladı. Bu durum yalnızca haberlerde yer almakla kalmamış, ülke güvenliğini riske atmış olmaları nedeniyle incelemeye de konu olmuştu. Bu arada Kushner’in 2016 seçimlerine Rusya’nın müdahalesi şüphesi nedeniyle soruşturma geçirdiğini de akıldan çıkarmamak gerek. Ortaya çıkan bu skandal sonrası ilk akla gelen Hillary Clinton, SiriusXM’e katılıp yeni kitabını ve Dışişleri Bakanlığı ve seçim sürecinde maruz kaldığı ayrımcılığı anlatırken e-mail skandalını “iki yüzlülüğün zirvesi” olarak nitelendirdi. Clinton “Benim yaptığım aptalca bir hataydı ancak bu daha da aptalca bir skandal” dedi.
Konuyu nereye getireceğimi tahmin etmişsinizdir. Evet bizde belki devlet başkanının ya da bakanların uyması gereken bir güvenlik yasası yok ancak bu onları izlendiğinin sağır sultanın bile duyduğu, güvenlik açığı bol mail hesaplarını devlet işlerinde kullanmanın sorumluluğundan kurtarmıyor.
Clinton’ın hacklenen mailleri her yerde çarşaf çarşaf yayınlanırken Türkiye’deki bazı gazeteciler bunları alıp haber yapmaktan çekinmediler hatırlarsanız. Hatta Hilal Kaplan Clintonların toplu seks partilerinden tutun da maillerin internete sızmasından sorumlu olduğu düşünülen Michael Brown isimli bir FBI ajanının evinde ölü bulunduğuna kadar bilgileri iştahla kaleme aldı. Bu yazı Türkiye’de kimi yerlerde gazeteciliğin düştüğü durumu göstermesi açısından da çarpıcıydı. Kaplan’ın Brown’ın yanı başındaymış gibi yazdığı iddia gerçeği yansıtmıyordu, sahte bir haber sitesinden alınmıştı (Teyit.org, “Hilal Kaplan’ın “FBI ajanı intihar etti” iddiası”).
Seçim zamanı Clinton’ın sızan e-maillerini “neler olmuş neler” hevesiyle anlatan gazeteciler nedense aynı dönemde Türkiye’de sızdırılan ve herkesin erişimine açılan Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın maillerine aynı ilgiyi göstermediler. Bazıları hariç, onlar erişime açılan e-mailler üzerinde titiz bir gazetecilik yürüttüler, yalnızca kamu kaynaklarının kullanımı ve kamu yararı çerçevesindeki bilgileri haber yaptılar. Enerji Bakanının Powertrans adlı bir petrol şirketiyle bağlantısını gösteren iddialar ortaya koydular. Bir başka deyişle herhangi bir ülkede herhangi bir gazetecinin yapması gerekeni, yani işlerini yaptılar. Oysa hiçbir yerde örneği görülmemiş şekilde, “gerektiğinde devlet sırrı niteliğinde de olabilecek bilgiler”i ifşa ettikleri gibi oksimoron bir gerekçeyle üçü (Tunca Öğreten, Mahir Kanaat ve Ömer Çelik) 263 gündür tutuklu.
Okuyucusu, meslektaşı sahip çıkmazsa gazetecilik nasıl yapılacak?
Üzerine kitaplar, makaleler yazıldı, filmler çekildi, konuyu biliyorsunuz, hikayeleştirilmiş halini Rolling Stone internet sitesinde 4 Ekim 2013 tarihindeki haberinden alıntılıyorum: Guardian Gazetesi Köşe Yazarı Glenn Greenwald her sabah yaptığı gibi erkenden maillerini okumaya başlar, iyi bir gazeteci ve politika yazarı olması nedeniyle her gün yüzlerce e-mail almaktadır. Hayatını değiştirecek gizemli bir kaynaktan kendisinden PGP (Yaygın kullanılan bir şifreleme programı) şifresini isteyen bir not alır. Grenwald’ın o sırada bu programdan haberi yoktur. Notu gönderen adım adım programı nasıl indireceğine ve kullanacağına dair bilgiler yollar, güvenli bir iletişim olmadığı takdirde ipucu dahi vermeyecektir. Program Greenwald’a fazla komplike gelir, bir süre sonra sıkılır, Obama yönetiminin Guantánamo ve dron politikaları üzerindeki araştırmasına geri döner. Aylar sonra belgeselci arkadaşı Laura Poitras vasıtasıyla konu yeniden gündeme gelir ve kendilerini Hong Kong’da bir otel odasında bulurlar, gizemli kaynak 29 yaşındaki Edward Snowden’dır. NSA’nın (Ulusal Güvenlik Ajansı) küresel izleme programına ilişkin çok gizli belgeleri gazetecilere teslim eder. İşin içinde yalnızca ABD değil İngiltere de vardır. İngiliz hükümeti Snowden belgelerinin ve içeren hard disklerin imha edilmesini ister. Gazete hemen teslim olmaz, karşılık görüşmeler epey sürer. Bu esnada hard disklerin yok edilmesi için polis Guardian gazetesini basar, neticede hard diskler imha edilir. Gazete yönetimi Snowden hikayesini yayımlamaya devam edeceklerini ancak bunu Londra’dan yapmayacaklarını duyurur. Aynı günlerde Glenn Greenwald’un partneri David Miranda’nın Londra’nın Heathrow havalimanında gözaltına alınır, kendisine Greenwald’ın hangi konularda çalıştığına dair sorular sorulur aynı gün serbest bırakılır. Yani buradaki bazı gazetecilerin çarpıttığı gibi gazete kapatılmamış, gazeteciler de gözaltına alınmamıştır.
Glenn Greenwald bu süreci ve belgeleri zaten kitaplaştırdı, “Saklanacak Yer Yok” adıyla da Türkçeye çevrildi. Ardından da partneriyle birlikte daha rahat çalışabilmek için Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrine taşındı. Ülkeden kaçmak zorunda kalmadı, hakkında yakalama kararı vs. yok. Hatta Wikileaks’in kaynağı Chelsea Manning’in tutukluluk koşullarını anlattığı haber nedeniyle aldığı ödüle Snowden sızıntısıyla ilgili yaptığı haberler nedeniyle yenilerini ekledi. Guardian gazetesi ise onun yönlendirmesiyle yaptığı haberler nedeniyle 2014 yılında Pulitzer ödülü kazandı. Greenwald Brezilya’da ulusal güvenlik, siyaset, çevre alanlarında yolsuzluklara odaklı The İntercept adlı bir araştırmacı gazetecilik sitesinin kurucu editörleri arasında, hükümetleri rahatsız etmeye devam ediyor. Sitenin finansörü Ebay’in Kurucusu ve Sahibi Pierre Omidyar. Türkiye’de olsa muhtemelen Ebay’e el konur, Omidyar da çoktan “teröre” destekten hapsi boylardı.
Bu gazetecilerin işlerini hâlâ büyük bir tutkuyla sürdürmesinin altında yalnızca ülkelerin terör yasalarını Türkiye’de olduğu gibi kötüye kullanmaması değil, toplum desteği de yatıyor, hatta en büyük motivasyonun o olduğu söylenebilir. Pek çoğunuzun bildiği hikayeyi ayrıntılarıyla yeniden anlatmamın sebebi son dönemlerde artan “Amerika’da bu işler çok ciddi biçimde cezalandırılır, en demokratik ülkelerde de bile bunu haber yapmak suçtur…” gibi çarpıtmalar. Eskiden yalnızca küçük bazı gazetecilerin diline pelesenk olmuştu şimdi mesnetsiz biçimde iddianamelere de girdi. O nedenle bunların çarpıtma olduğunu, gazeteciliğin Türkiye’de yargılanan örneklerle kıyasla anılan ülkelerin hiçbirinde suç olmadığını tekrar tekrar anlatmak gerekiyor. Okuyucu, sermayedar, meslek örgütleri sahip çıkmazsa gazetecilik yapmanın imkanı kalmaz, bunun ceremesini zaten hep birlikte çekmiyor muyuz?
Damadın davası ve sızdırma gazetecilik
(Mehveş Evin / 3 Ekim 2017)
Hafıza tazeleyerek başlayalım: Bir yıl önce, Eylül ayıydı. Redhack, Enerji Bakanı ve Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın kişisel e-posta hesabını ele geçirdiğini duyurdu. İlk ‘sızıntı’ Hürriyet gazetesinin CEO’su, Aydın Doğan’ın damadı Mehmet Ali Yalçındağ’la yaptığı yazışmalardı. Gerek Albayrak, gerek Yalçındağ e-postalarının heklendiğini inkar etseler de ‘skandal’, Yalçındağ’ın Hürriyet’ten istifa etmek zorunda kalmasına neden oldu.
Wikileaks, Albayrak’a ait olduğunu iddia ettiği yaklaşık 60 bin maili sitesinde yayımladı. Medyadan bürokrasiye, yine derin bir sessizlik ve inkar havası esti... Ancak kimi bağımsız/muhalif haber siteleri, maillerin bir kısmını haberleştirmeye cesaret edebildi.
25 Aralık 2016’ta, farklı kurumlarda çalışan altı gazetecinin, polis baskınlarıyla gözaltına alındığı haberini aldık. Peki kimdi bu gazeteciler ve neyle suçlanıyorlardı?
Diken'in eski editörlerinden serbest gazeteci Tunca Öğreten, Birgün çalışanı Mahir Kanaat, DİHABER Diyarbakır Haber Şefi Ömer Çelik ve muhabiri Metin Yoksu, Yolculuk gazetesi Yazı İşleri Müdürü ve İmtiyaz Sahibi Eray Sargın ile Etkin Haber Ajansı (ETHA) Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Derya Okatan. Suçlama, ‘Redhack algı ekibi’ni oluşturmaktı. Görünen tek ‘suç’ bu gazetecilerin, Redhack’in twitter’da oluşturduğu DM grubuna dahil edilmesiydi.
24 günlük gözaltı sürecinin ardından Yoksu, Sargın ve Okatan tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken Öğreten, Kanaat ve Çelik tutuklandı. Die Welt muhabiri Deniz Yücel için de aynı operasyon kapsamında arama kararı çıkarıldı, ancak Yücel birkaç ay sonra teslim oldu. (Yücel’in iddianamesi halen hazırlanmadı ve yargılanmasının ayrı yapılması bekleniyor.)
Kişisel e-postada devlet sırrının ne işi var?
O gün bugündür üç meslektaşımız Silivri hapishanesinde, özgürlüklerine ve adalete kavuşmayı bekliyor. İlk duruşma 24 Ekim’de, Çağlayan Adliyesi’nde görülecek.
İyi de bir gazeteci, zaten kamuya mal olmuş ‘sızıntı haber’ kaynağını takip ediyorsa bu hapislik bir suç mudur? E-postalar sahte değilse – ki şimdiye kadar aksi ispat edilmedi- bir gazetecinin görevi, kamu yararına olan bilgiyi yayınlamak değil midir? Mesleki açıdan asıl ‘suç’ ‘Aman başımıza bir dert gelmesin’ diye başını öte yana çevirmek olabilir mi?
Kamu yararı derken, hatırlalım: Tunca Öğreten, maillerden yola çıkarak Berat Albayrak’ın, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin petrolünü taşıyan Powertrans şirketiyle ilişkisini ortaya koyan mesajlaşmaları haberleştirdi. Öğreten tutuklandıktan yedi ay sonra açıklanan iddianamede, Albayrak’ın kişisel gmail hesabında “gerektiğinde devlet sırrı niteliğinde de olabilecek bilgiler” olduğu belirtilecekti.
Gerektiğinde? Devlet sırrı?
Demek ki Albayrak, maillerin doğruluğunu kabul ediyor. Zaten geçen hafta davaya müdahil oldu. Peki madem ‘devlet sırrı’ paylaşıyor, neden kişisel eposta hesabını kullanmış?
Hillary Clinton, kişisel e-posta hesabından devlet meselelerini idare ettiği için aylarca hakkında yazılan haberin, eleştirin haddi hesabı olmamıştı. Sonuçta o e-postalar, Demokratlar’a seçim kaybettiren en önemli hadiselerden sayılıyor.
'Algı ekibi'nden terörist suçlamasına
Malum, dünyanın en yüksek sayıda gazeteci hapseden ülkesiyiz (Bugün hapisteki gazeteci sayısı 170, kaynak: P24). Gazeteciler, basın yoluyla işlenen ‘suçlar’dan yahut ‘algı ekibi oluşturmak’tan hapse konamadığı için, terör yaftası yapıştırılarak ucu açık, tabiri caizse ‘nereye çeksen gelir’ suçlamalarla tutuklanıyor.
Darbe girişimi sonrası bağımsız/muhalif/sol medyaya düzenlenen operasyonların pek çoğunda gazeteciler, yeterli delil olmadığı halde sırf iktidara ‘zarar’ verdiği düşünülen haberler, yorumlar yaptıkları için kodese tıkıldı. Saray medyasının dezenformasyonu ve yalan haberleriyle peşinen suçlu ilan edildi. Devlet yetkilileriyse ‘onlar gazeteci değil terörist, vatan haini, tecavüzcü, hırsız’ gibi ağır suçlamalarla kendi algı operasyonunu yapıyor.
Önce ‘Redhack algı ekibi’ olmakla itham edilen meslektaşlarımız, yedi aylık tutukluluğun sonunda ‘ortaya karışık’ örgütlere üye olmak veya üye olmamakla birlikte ‘yardımcı olmak’ suçlamalarıyla karşı karşıya. Ya delil? Neden bahsediyorsunuz! Haberler ve tvitler var, yetmez mi!?
Gazetecilere ayrıca, “Bilişim Sistemini Engelleme, Bozma, Verileri Yok Etme Veya Değiştirme” suçlaması yöneltildi. Ancak neyi, nasıl engelledikleri veya değiştirdiklerine dair hiçbir şey yok.
Sızdırma habercilik etik mi?
Sızdırma/sızıntı habercilik kavramı, internet çağıyla birlikte giderek daha çok karşımıza çıkar oldu. Wikileaks’ten Snowden’a, sızdırma habercilik örnekleri dünyayı salladı. En son Panama Papers’ı inceleyip haberleştiren gazeteciler, Pulitzer ödülüne layık görüldü.
Sızdırma haber, şirket, bürokrasi veya devletteki ‘bir kaynağın’ elindeki verileri medyaya gizlice vermesi demek. Bu işler, kişisel güvenlik kaygıları nedeniyle genellikle gizli kapaklı yapılıyor. Bilgi ve belgelerin gerçekten kamunun yararına olup olmadığını, kaynağın gerçek bilgi sızdırıp sızdırmadığını tespit etmeksegazetecilerin işi.
Son zamanlarda en çok rastlanan sızdırma haber biçimi, kişisel veya kurumsal hesapların heklenmesiyoluyla olabiliyor. Heklenen yüzbinlerce mail veya yazışmanın gazeteciler tarafından ayıklanıp, incelenip haberin çıkarılmasına da ‘mining’ (maden çıkarma) deniyor.
Peki güç sahibi olanların çalıntı kişisel bilgilerinden haber yapmak etik midir? Bu konuda da tartışmalar sürüyor, ancak mesele gelip yine gazeteciliğin genel kurallarına dayanıyor: Kamu yararı varsa, kaynak doğruysa, özel hayata saldırı yoksa ve haber dili uygunsa, haber yapmakta mahsur yok... Hele sözkonusu kişi veya kurumlar, gizli kapaklı iş çeviriyor, hukuk kurallarını alt üst ediyorsa bin kere haberdir.
Meslektaşlarımız hapiste, çünkü gizlenmek istenen bilgileri, karanlık ilişkileri deşifre etmeye yeltendiler. Onların hapiste olması, dışarıdaki gazetecilere ve evet, size, yani topluma da gözdağı vermek: Bu rejimden hesap soramazsın, şeffaflık bekleyemezsin, istediğini yapacak. Bu dayatmayı kabul etmek veya etmemek bize kalmış.
***
Panama Papers’te ne vardı?
- Dünyanın farklı yerlerinden 140 siyasetçi ve bürokratın offshore belgelerini ortaya çıkardı.
- İzlanda Başbakanı’ndan Ukrayna Devlet Başkanı’na, Suudi Arabistan Kralı’na uzanan verilerde 214 bin offshore hesap yer aldı.
- Rusya Devlet Başkanı Putin’in 2 milyar doları gizlice offshore hesaplara dağıttığı ortaya çıktı.
- Küresel endüstri, büyük bankalar ve hukuk firmalarının nasıl siyasetçilere, uyuşturucu tacirlerine, milyarderlere, ünlülere finansal koruma sağladığı göz önüne serildi.
- Bir yıl boyunca milyonlarca veriyi inceleyen Uluslararası Araştırmacı Gazetecilik Konsorsiyumu, Süddeutsche Zeitung ve 100 haber organizasyonu, yaptıkları haberlerle en prestijli ödülleri aldı.