T24 - BDP Milletvekili Sırrı Sürreya Önder, BDP olarak açlık gerevine niçin gittiklerini yazdı. Önder, "Eğer size zulmedenlerin gücü sizin gücünüzü çok aşıyorsa, bedeninizi bir tokat gibi zalimin suratına çarpmak bir yoldur" dedi.
Önder,'in Radikal gazetesinde, "Açlık grevi ve geviş getirenler" başlığıyla yayımlanan (21 Şubat 2012) yazısı şöyle:
Bugün Uluslararası Anadil Günü. Günün tarihi önemi, 1952’de Pakistan’ın Urdu dilinin Bangladeş halkının da resmi dili olduğunu deklare etmesine tepki olarak ortaya çıkan Bengal Dil Hareketi eylemliliklerine ve bu eylemlerin şiddetle bastırılmasına dayanıyor.
21 Şubat 1952, Bangladeş’in başkenti Daka’da, Bengal Dil Hareketi mensubu birçok öğrencinin Bengal alfabesiyle yazabilme ve Pakistan’ın Bengal dilini de resmi dil olarak tanıması talepleriyle yapılan bir protesto sırasında öldürüldükleri güne tekabül ediyor.
UNESCO raporuna bakılırsa; dünyada 2500, Türkiye’de ise 18 dil kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya. 100 yıl içerisinde bir dili konuşacak çocuk kalmayacaksa o dil tehlikede kabul ediliyor. Bianet sitesinde bu bilgilerin yanında kırılgan olan ya da yok olan dillere ve bu ayrımların kriterlerine dair ayrıntılı bir çalışma var. Yalnız Kürtçe değil; Abhazca, Adigece, Kabartayca-Çerkesçe ve Zazaca dillerin niçin kırılgan olduklarını öğrenebilirsiniz.
Bugün yaşadığımız durumun adı savaştır. Kürt halkının, başta anadili olmak üzere demokratik kimliğine dair gaspedilmiş bütün haklarının üzerine yatma telaşı da bu savaşın temel gerekçesidir. Bunu savaş olarak nitelemek sizin KCK davasında sanık olmanız için ‘kâfi delil’ sayılabiliyor. Egemen görüş ‘savaş’ lafına karşı diken batmış gibi tepki gösteriyor. Mecliste de durum böyle. ‘Savaş’ dediğinizde iktidar ve muhalefet sıralarından ‘savaş değil terör, terör!’ itirazları yükseliyor. Gelgelelim ülkemizde hiç durmadan, böyle itiraz edenlerin cevap veremedikleri şeyler oluyor.
F16 mesela bir zirai donatım uçağı değildir. Çoğu çocuk 34 insanı yağdırdığı bombalarla katleden bir savaş uçağıdır. Neredeyse her sene, başka bir yol aramadan çıkarılan savaş tezkereleri de kumda oynamak ya da terörle mücadele etmek için çıkarılmıyor. Düpedüz savaştır bunun adı. BM sözleşmesinde ‘terör ve terörle mücadele’nin tanımına ne ülkemizde ‘terörist’ olarak anılanlar ne de ‘terörle mücadele’ adı altında yapılanlar uyuyor.
Bir insan zulme karşı ne yapabilir?
Uymayınca da mızrağı çuvala sığdırma gayretleri AİHM’de boyumuzu aşan mahkûmiyetler ve sırasını bekleyen dosyalar olarak karşımıza diziliyor.
Eğer size zulmedenlerin gücü sizin gücünüzü çok aşıyorsa, bedeninizi bir tokat gibi zalimin suratına çarpmak bir yoldur. Dünyada IRA militanlarının ülkemizde de sayısız devrimci mahkûmun denediği ve bedelini hayatlarıyla ödediği bir yol olarak açlık grevleri, toplumsal hafızamızda acı ama tartışmasız onurlu yollardan birisidir. Ömrü boyunca herhangi bir şey uğruna bir bardak çaylarından bile feragat edemeyenlerin anlayamayacağı bir ‘onur’dur söz konusu olan. ‘Ölümü yüceltme’ gibi bir şey söz konusu değildir. Aksine hayatın anlamlandırılması bilincine en çok erenlerdir bu yolda ölümün koynuna girenler.
Başta Kürtler olmak üzere emek, demokrasi ve özgürlük talebi olanların oluşturduğu Blok seçimden büyük bir başarıyla çıktı. Amaçları ve talepleri manifestolarında belirgindi. Özgürlük ve Barış olarak özetlenebilir. Savaşın sürmesini varlık sebebi olarak gören hâkim statüko, süratle süreci imha etmeye yöneldi.
Bunun en bariz örneği birisi gasp edilmiş altı milletvekilini hukuksuz olarak hapiste tutmak ve halkın verdiği yetkiyi tanımamak olarak tezahür etti. Bunu kitlesel tutuklamalar izledi. Tuvalde, şiirde, filmde, gazetede, üniversitede terörist avına kadar vardı bu furya. Şimdi aralarında seçilmiş ve hukuksuz olarak zindanda tutulan iki vekilin de bulunduğu altmışın üzerinde tutuklu süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başlamış durumdalar.
Başlatılan ve halkın geniş bir kesimi tarafından onaylanan müzakere süreci, İmralı üzerinde hukuksuz bir tecride dönüştürülerek devam etmekte.
Dünya hukuk katli tarihine geçecek gayretkeşlikler yapılmakta. Mesela bir genel hukuk düzenlemesi yapıldıktan sonra “Ya Öcalanda bundan faydalanırsa!” diyerek kanırtmalar sergilenmekte.
'Geviş getirenler' ya da ne yapmalı?
Biz BDP- Blok vekilleri olarak bu vahameti görünür kılmak ve cezaevinde hukuksuz olarak tutulan kardeşlerimize destek vermek için iki günlük bir açlık grevi yapmaktayız.
Bu savaş bütün çocuklarımızın geleceğini çalmaktadır.
Bu savaş ülkedeki bütün sorunların anası haline gelmiştir.
Bu savaş, cümle ötekileştirilenlerin üzerindeki zulmün perdesi olarak işlev görmektedir.
Bu savaş ülkemizdeki yoksullaştırma politikalarının hem sebebi hem de gizleyeni durumundadır.
Sonsuza kadar sürmeyeceğine göre ‘müzakere ve diyalog’ sürecine bir an önce girmek hem akılcı hem de en insani seçenek olarak önümüzde durmaktadır.
Hükümet cephesinde halen Kürtlerin ‘medeni’ mi ‘barbar’ mı oldukları tartışılırken sürecin bütün faturasını Kürtlere izafe etmek sadece geviş getirmektir.
Geviş getirenler cephesinin içinde yer alan ve devlet tarafından anadilleri aşağılanarak onurları pespaye edilen ‘makbul Kürtler’ bir anlığına şu soruları kendilerine sormalılar “Bu devlet beni hangi yönümle muhatap alıyor?” “Bu devlet niçin ve sadece Kürt siyasal hareketine sövmek icap ettiğinde beni izzetleyip istikbal ediyor?”
Bu politikaların meşruiyeti bu insanların durduğu zemin kadar zayıftır.
Barışın tesisi, savaşta sorumlulukların ayrıştırılması ve gün yüzüne çıkartılmasıyla mümkündür. Bunun yolu da herkesin sorumluluğunu ortaya çıkartacak olan Hakikat Komisyonlarından geçer.
Bunu yapmazsanız zindanlardan gelecek kötü haberlerde herkes kadar pay sahibi olacaksınız. Hazır mısınız?
Anadil gününde bari anadilinizi ve annelerinizin medenilik vasfını tartıştırmayınız.