Ruşen Çakır
(Vatan, 27 Nisan 2012)
Her ne kadar medyada hak ettiği kadar yer bulmasa da BDP heyetinin ABD ziyareti son derece önemliydi. “Neden?” diye soranlara Ankara’nın Kürt sorunundaki “yeni” stratejisini hatırlatmak yeterli olacaktır. Buna göre Abdullah Öcalan ve PKK yerine muhatap olarak BDP alınacak; Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani Ankara ile PKK arasında bir tür arabulucu rolü üstlenecekti. Washington yönetiminin de desteklediği anlaşılan bu stratejinin, Irak’ın bölünüp Kuzey’de bağımsız bir Kürt devletininin inşasını hesaba kattığını da düşünebiliriz.
ABD’de temasta bulunan BDP’lilerden bazılarının birkaç gün önce Türkiye’de Barzani ile buluşmuş olmaları bu ziyareti hiç kuşkusuz daha anlamlı kılıyor. Ne var ki BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Washington’da, Türk gazetecilere söyledikleri Kürt siyasi hareketinin Ankara-Erbil-Washington üçgeninde hayata geçirilmek istenen projeye tam olarak ikna olmadıklarını gösteriyor.
Bu konuyu tartışmaya geçmeden önce Demirtaş’ın sözlerini hatırlayalım: “Elbette Irak’taki halkların yeni bir statüyle kendisini yönetmek istemesi, eğer barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilecekse, sonuçta oradaki insanların hakkıdır. Ama bu, bölgesel düzeyde daha kanlı savaşlara, etnik çatışmalara yol açacaksa, böyle bir risk varsa, bu konuda çok daha dikkatli olunması lazım. Elbette şu anda Suriye, Irak, İran’daki gelişmeler bütün ve birbiriyle bağlantılı olarak ele alındığında, böyle bir risk vardır. Bugün Irak’ın üçe bölünmesi beraberinde huzur getirmeyecektir. Şu anda tehlikeli bir durumdur. Ama ülkeler gönüllü biçimde de ayrılabiliyorlar ama şu anda Ortadoğu böyle bir şeye çok müsait görünmüyor.”
Öcalan’ın itirazları
BDP liderinin Irak’ta bağımsız bir Kürt devletine mesafeli yaklaşması kimilerine şaşırtıcı gelebilir ama Kürt siyasi hareketini yakından takip edenler için bu yeni bir pozisyon değil. Bu düşüncenin telif sahibi de Abdullah Öcalan’dan başka birisi değildir. Öcalan’ın Barzani ve Talabani’yi, onlardan hareketle de Irak’ta bağımsız devlet fikrini sistemli bir şekilde eleştirmesinin üç temel nedeni bulunuyor:
1) Öcalan, Türkiye’nin sayıca en kalabalık Kürt nüfusa sahip olmasından da güç alarak, tüm Kürtlerin liderliğine talip olduğu için Barzani ve Talabani ile rekabet ediyor;
2) Öcalan, Türk devletinin en büyük korkusunun bağımsız Kürt devleti olduğunu çok iyi biliyor ve buna karşı çıkarak devletin kendisini muhatap, hatta partner olarak görmesini sağlamaya çalışıyor;
3) Öcalan uzun süredir Kürt sorununun çözümü için “ulus-devlet” formatının dışında alternatifler üzerinde kafa yoruyor; onun “demokratik konfederasyon”, “devlet olmayan devlet” gibi önermeleriyle Barzani’nin düşündüğü devletin aynı şeyler olmadığı açıktır.
Teori ve pratik
Demirtaş’ın, Öcalan tarafından formüle edilen duruşun izini sürdüğü muhakkak. Bununla birlikte Demirtaş’ın bağımsızlık fikrine kategorik olmaktan ziyade konjonktürel olarak karşı çıktığını da görmemiz gerekiyor. (Serinkanlı ve tarafsız herhangi bir gözlemci de onun Irak’ın üçe bölünmesinin riskleri konusunda yaptığı uyarılara hak verecektir) Yine de açılımın durmasından sonra hayata geçirilen baskı politikaları yüzünden devletle Kürtler arasındaki mesafenin yeniden hızla açıldığı ve ayrılık fikrinin hiç olmadığı kadar rağbet görmeye başladığı bir ortamda Demirtaş gibi önde gelen bir Kürt siyasetçinin bağımsız devlet fikrine şu ya da bu nedenle eleştirel yaklaşması son derece cesur bir harekettir.
Ancak Türkiye’deki Kürt siyasi hareketinin, devletin Irak’ta bağımsız bir Kürt devletine artık kâbus gibi bakmadığını, hatta Turgut Özal’dan esinlenerek böyle bir gelişmeyi nerdeyse teşvik etme noktasına geldiklerini ıskalıyor gibiler. Diğer bir deyişle, dün bağımsız Kürt devletine karşı çıktığı için devlet katında bir nebze de olsa değerli olan Kürt hareketi (ve Öcalan) belki bugün yine aynı nedenle devlet tarafından değersiz görülüyor olabilir.
Son bir soru: İddianamesine Türkiye’deki Kürt siyasi hareketinin (hâlâ) bağımsız ve birleşik Kürdistan kurmak istediği tespitiyle başlayan KCK savcısı ne diyor acaba bu gelişmelere?