Yeni Şafak gazetesi yazarı Ayşe Böhürler, ekonomisi ve siyasetiyle batı bloğuna derinden bağlı birçok İslam ülkesinin, söz konusu kadın olunca dinini hatırladığını ve 'batı etkisi'nden söz etmeye başladığını ifade etti.
Böhürler, 'Önleyici mekanizmaları düşünürken' başlıklı yazısında Müslüman ülkelerde kadın sorunlarını konuşmanın zor olduğunu da söyledi.
Ayşe Böhürler'in 'Önleyici mekanizmaları düşünürken' başlıklı yazısı şöyle:
Önleyici mekanizmaları düşünürken
Özgecan cinayeti toplumda büyük bir infial uyandırdı. Her evden her yaşta kişi bu üzüntüyü paylaştı. Dehşet resim her evde konuşulurken aynı anda kendimizle de yüzleştik. Her yüzleşme gibi bize derin bir acı verse de duygularımızla, ideolojilerimizle değil aklımızla konuşma zamanı geldi. Olaya tepki verenlerin kullandığı dil; küfürler, hakaretler ve sadece kendi ben duygusu üzerinden yorum katmalar bile aslında halimizi ortaya koyuyor. Yılık ortalama 200-250 kadın cinayetinin işlendiği, kadınların %40’ının hayatı boyunca fiziksel şiddet gördüğü bir toplumda normal tepkiler beklemek de mümkün değil. Şiddet, öğrenilen, etkisi ömür boyu geçmeyen bir domino taşı tesiri gösteriyor. Bu tepkilerden yola çıkarak tuhaf gelen ve bizi sorunun çözümünden uzaklaştıran noktaları yazmak istiyorum.
-Bu cinayetin sebebi olarak genellemeci, önyargılı, dinden başlayıp iktidardan çıkan yorumlar kendi içimizdeki duyguyu açığa vurmanın ötesinde bir değer taşımaz.
-Elbette iktidarın önleyici mekanizmaların oluşması noktasında yapabileceği daha çok şey var. Her şeyden önce en kötücül duruma göre kadınları koruyucu daha çok önlem almalı. Ve bu alınan önlemleri uygulatmalı. Ancak canilik bambaşka bir durum. Ne ideoloji ne iktidar ne de cinsiyetçi bakış bu duruma tek başına sebep olamaz.
-Böyle durumlarda toplum suça değil maktulün hikayesine odaklanıyor. Bu da arızalı bir değerlendirmeyi ortaya çıkartıyor. Maktul, masum ve güzel bir kız olmasaydı yüreklerimizde yara açmayacak mıydı? Ya da anne-baba olmasak! Ya da kız çocuklarımız olmasa! Üzülmeyecek miydik? Böyle olaylara tepki verirken bile kendi duygularımız üzerinden yol alıyoruz. Temeldeki meselemiz suçu önlemek olmalı, maktulün kimliği, ne giydiği nasıl göründüğü değil.
- Şiddet eğilimli, cinsel suç geçmişi olanlara ilişkin bir sicil tutmanın ve buna meyilli erkeklerin, şikayetlerle tespit edildiğinde takip altında tutulması nispeten işe yarayabilir. Mesela böyle birisinin çalışacağı alanlar bile sınırlandırılabilir. Batıda bunun örnekleri var.
-Diğer taraftan idam ve hadım önerilerinin engelleyici bir rol oynayacağına inanmıyorum. Önemli olan önleyici mekanizmaları kurmak ve işletmek. Bu seviyede cani duygulara sahip bir erkek “Beni hadım edecekler” düşüncesiyle bu işlerden vazgeçmez. Üstelik suç-ceza meselesi sadece hukukçuların alanı değildir. Birçok alanda ortak çalışma gerektiriyor. Hatta edebiyat ve sinema örnekleri bile bu alanda önemli ipuçları verebilir. İnsanı canileştiren durumlar son derece kompleks katmanları içerirken özellikle batı; edebiyat ve sinemada insanın canileştiği durumları irdelemiş, kitabını yazıp filmini çekmiş. Bakmakta fayda var.
-Ne sadece cinsiyetçi bakış analiziyle ne de tahrik unsurlarını yok edelim anlayışıyla bu cinayetleri engellemek mümkün değil. Ne seküler feminist ne de muhafazakâr bakış tek başına çözüm bulmakta yeterli değil. Bunların ikisi arasındaki çekişme tam tersi, durumu daha da karmaşıklaştırıyor.
Özgecan’a, ailesine ve her yıl öldürülen ortalama 200-250 kadının hatırasına bu konuyu ideolojik çekişme dairesinden çıkararak konuşmakta ısrarlı olmalıyız. Ailesine derin bir saygı ve hürmetle başsağlığı diliyorum.
KADIN SORUNUNDA MODERNİTE VE GELENEKSELLİK İKİLEMİNİ AŞMAK
Halkının Müslüman olduğu bir ülkede kadın sorunlarını konuşmak çok zor. Sömürge dönemi geçirmiş ya da modernleştirici siyasi projelerin odağı olup olmaması durumu değiştirmiyor. Konuşmanın zorluğunun birinci sebebini, bu tartışmada dine zarar verme, itikadi ve imani bir konuya girerek bu alandaki farklı yorumların arasında çapraz ateşte kalma endişesi oluşturuyor. Böyle bir tartışmadan dinin zarar görmesi endişesi ise dinin kendi özüyle çelişiyor. “Akl”edin ve “zulm”etmeyin diyen İslam, kadınlara yapılan eziyetlerin konuşulması ile zarar görmez. Ancak Müslüman toplumlardaki bu endişe kadın sorunlarını yok etmemiş, tam tersine kökleştirmiş. Elbette BM istatistiklerinden yola çıkmayacağım. Ancak İslam ülkelerinde yaptığım sayısız röportajlarda bu konunun önünde güçlü duvarlar olduğunu gördüm. Bu duvar öncelikle erkeklerin zihninde başlıyor, toplumun gelenek ve kültüründen güç alıyor, ”dini emir” niteliği altında sunuluyor. İslam dünyasında meselenin önüne dikilen ikinci duvar, modernizm tepkisiyle kadın hakları söyleminin reddedilmesi. Ekonomisi ve siyasetiyle batı bloğuna derinden bağlı birçok İslam ülkesi, söz konusu kadın olunca dinini hatırlıyor ve ‘batı etkisi’nden söz etmeye başlıyor.
Bu konuda, değerli bir akademisyen olan sosyolog Alev Erkilet’in “Müslüman Toplumlar Kadın Sorunuyla Yüzleşmeli” başlıklı yazısındaki önerisi önemli: “Çözüm ideolojik tercihlere göre bunlardan birine sarılmakta değil, bu ikilemi aşmaktır. Bunun yolu da hem Müslüman toplumların hem de modernitenin tarihindeki ayrımcı uygulamalarla hesaplaşmak ve kadını aktif bir toplumsal özne olmaktan alıkoyan tüm söylem ve örüntülere karşı mücadele etmektir.”