Polis, Cumartesi günü İstanbul'da düzenlenmek istenen LGBTİ+ Onur Yürüyüşü'nde Fransız haber ajansı AFP'nin foto muhabiri Bülent Kılıç'ı boğazına basarak gözaltına aldı. Yaşananların ardından toplumsal olaylarda polisin basın mensuplarına yönelik sergilediği sert müdahaleler de gündeme geldi.
Sahada çalışan bazı gazetecilere göre, kamusal alanda görevlerini yapan polisin ses ve görüntü kayıtlarının alınmasını engelleyen genelge "basın mensuplarına yönelik şiddetin artmasında rol oynadı."
14 basın örgütü gazetecilere yönelik uygulanan sert müdahaleyi protesto etmek için yarın İstanbul, Ankara ve İzmir Valiliği önünde eylem çağrısı yaptı. İstanbul ve İzmir'deki eylemler saat 14.00'te; Ankara'da ise 11.30'da gerçekleştirilecek.
ABD'de bir polis tarafından aynı yöntemle boğazına çökülerek öldürülen George Floyd'un hatırlatıldığı basın örgütlerinin ortak açıklamasında, "Ülkemizdeki güvenlik güçlerinin bunu örnek alırcasına şiddet uygulaması hepimizi derinden endişelendirmektedir" denildi.
https://twitter.com/Disk_Basin_is/status/1409456894436122632
BBC Türkçe'ye konuşan DİSK Basın İş Sendikası Genel Başkanı Faruk Eren, İstanbul Valiliği'nden de konuya ilişkin randevu talep edildiğini söyledi.
Bülent Kılıç'a yapılanların gazetecilere yönelik baskıda bir dönüm noktası olduğunu dile getiren Eren, "O gün birçok gazeteciye saldırı oldu. Bülent Kılıç'a yapılan en vahimiydi. Hepimizi dehşete düşürdü. Canına kast etmişlerdi. Çok daha vahim bir şey olabilirdi orada" diye konuştu.
Emniyet Genelgesi nasıl etkiledi?
Deneyimlerini BBC Türkçe'ye anlatan, sahada haber yapan gazeteciler ise kendilerine yönelik şiddetin her geçen gün daha da arttığını belirtiyor.
Gazeteciler, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 30 Nisan'da yayımlanan ve kamusal alanda görevlerini yapan polisin ses ve görüntü kayıtlarının alınmasını engelleyen genelgenin de kendilerine yönelik şiddeti artırdığını söylüyor.
Söz konusu genelgede, polisleri kaydeden kişilerin engellenmesi ve haklarında adli işlem yapılması gerektiği belirtilmişti.
'Yeni bir taktik uygulanıyor'
Polisin 1 Mayıs'tan itibaren taktik değiştirdiğini savunan AFP foto muhabiri Bülent Kılıç, "10 tane polis 2 göstericiyi araya alıyor. Çevresinde desteğe gelmiş polisler de gazetecileri tutup fırlatıyor. Bu yeni taktik. Desteğe gelmiş ekiplere 'Gazeteciler karşı dikkatli olun' denmiyor, onlara 'Gazetecileri süpürün' deniyor. Onlar da emri böyle anlıyor" diye konuşuyor.
Asıl sorunun, "10 tane polisin 2 göstericiyi neden çember içine alması" olduğunu ifade eden Kılıç, bu çemberin bir "karanlık alan" olduğunu ve kendisinin de bu "karanlık alana" sokulduğunu şu sözlerle anlatıyor:
"O karanlık alanda başınıza her şey gelebilir. Kimsenin de bunu görüntülemesini istemiyorlar. Fotoğrafçılar olarak biz bunu görmeye çalışırız. Ben o alandayken fotoğrafımı çeken arkadaşa da sil diye tehdit etmişler. Görüntülerimi çeken insanları tartaklamışlar. O alan, karanlık alan. Kayıt istenmiyor orada."
'Çekemezsin yasak bir rutin oldu'
Evrensel gazetesi muhabiri Meltem Akyol'a göre, polislerle gazeteciler arasındaki "'Çekemezsin yasak', 'Çekerim bu benim işim'" diyaloğu bir rutin olmuş vaziyette.
Emniyet Genelgesini değerlendiren Akyol "Genelge öncesinde eğer 1 şiddet birim varsa bu sonrasında 10 oldu" diyerek sözlerini şöyle sürdürüyor:
"Bunu kadın eylemlerinde de, Boğaziçi Üniversitesi eylemlerinde de gördük. Yoğun bir polis şiddeti var. Bu şiddetin görüntülenmemesine yönelik de ciddi bir engelleme var. Bu genelge ile birlikte iyice arttı"
Yol TV'nin Ankara muhabiri Özge Uyanık ise, Emniyet Genelgesi öncesinde de polisin benzer şekilde gazetecilere şiddet uyguladığını ancak genelgenin şiddet için meşruiyet doğurduğunu kaydediyor.
1 Mayıs'ta Ankara'daki eylemde çekim yaptığı sırada polisin cep telefonunu alıp kırdığını da aktaran Uyanık, "Genelge sonucu itibarıyla gazeteci de olsa, yurttaş da olsa çekim yapanlar açısından hiçbir şeyi değiştirmedi. Bu bir korkutma, sindirme politikası. Kaçıncı yüzyıldayız? Olaylarda yurttaşlar da gazeteciler gibi çekim yapıyor" diye konuşuyor.
'Şiddet hem fiziksel hem de psikolojik'
BirGün gazetesi muhabiri Meral Danyıldız ise görevlerinde fiziksel ve psikolojik baskı ile karşı karşı olduklarını söylüyor.
Sahada haber yapan çok az sayıda gazeteci olduğunu ifade eden Danyıldız şöyle devam ediyor:
"Hem fiziksel şiddet var hem de psikolojik şiddet. Hem dayak yememeye hem de polis gelir de makinamı alır ve fotoğrafları siler mi korkusuyla çektiklerimizi bir an önce gazeteye göndermeye çalışıyoruz. Emniyet genelgesi sonrasında ise bir fark görmüyorum açıkçası. Önceden hiçbir şeye dayandırmadan yapıyorlardı, şimdi genelgeye dayandırıyorlar. Şimdi 'Genelge var kamerayı kapat' diyorlar."
'Her eylemden sonra bacaklarım ve kollarım mosmor eve gidiyorum '
Evrensel'den Meltem Akyol, Bülent Kılıç'ın yaşadıklarının çok vahim olduğunu ancak gazetecilere yönelik çok sayıda şiddet olayının kayıtlara dahi geçmediğini dile getiriyor.
"Her eylemden sonra bacaklarım ve kollarım mosmor biçimde eve gidiyorum" diyen Akyol, gazetecilerin tekmeyle ve kalkanlarla engellenmeye çalışıldığını vurguluyor:
"Öte yanda doğrudan muazzam bir şiddet gören meslektaşların varken, bu tip şeyleri söylemeye bile çekiniyorsun. Bu 'sıradan' şeyler de kayıt altına alınmıyor."
'Kurum kartları basın kartı olarak görülmeli'
DİSK Basın İş Genel Başkanı Faruk Eren, Vali ile görüşme taleplerinin kabul edilmesi durumunda, öncelikli isteklerinin gazetecilerin iş yapmalarının engellenmemesi olacağını belirtiyor.
Ancak konunun çok çetrefilli bir mesele olduğunu da sözlerine ekleyen Eren, "İktidar basın kartlarını da tekeline almış durumda. Büyük bir keyfiyet var. Sahada haber peşinde koşan meslektaşlarımızın çoğunun basın kartı bile yok. Kurum kartlarının basın kartı olarak görülmesini de isteyeceğiz. Ancak bu elbette ki bir devlet politikası" diyor.
Türkiye'de resmi basın kartlarını düzenlemek ve dağıtma görevi, hükümet sisteminin değişmesiyle birlikte Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'na verildi.
Bu görev değişimiyle birlikte "Sarı Basın Kartı" olarak bilinen basın kartları değişti ve "Turkuaz Basın Kartı" oldu. Ancak "Sarı Basın Kartı" sahibi bazı gazeteciler ise yeni ve geçerli olan "Turkuaz Basın Kartı" başvurusundan netice alamadı.
Muhalif medya kuruluşlarına göre hükümet, basın kartı onay mekanizmasında "keyfi ve politik" davranıyor.
'İlan yoluyla da engelleniyoruz'
Evrensel muhabiri Akyol, basın kartı başvurusu yaptığını ancak hiçbir dönüş alamadığını söylüyor:
"Ret de yok, kabul de yok. Komisyona onay için gitmediğini biliyorum. Resmi olmayan bir ara güvenlik komisyonunda duruyor. Evrensel'de 15 Temmuz'dan sonra basın kartı alabilen kimse yok. Hali hazırda sarı basın kartından turkuvaza da kimse geçebilmiş değil. Dolayısıyla gazetede genel yayın yönetmeni de dahil kimsenin turkuaz basın kartı yok."
Akyol'a göre basın kartının olmaması haber takibindeki tek engel değil. Haberin yayımlanması ve sonrasında da sorunların yaşandığı savunan Akyol şöyle devam ediyor:
"Bülent Kılıç'a polis saldırdı. Ama ben bunu 'saldırdı' diye yazarsam bu kez de gazete Basın İlan Kurumu'nun ilan kesme cezalarıyla karşı karşıya kalıyor. Nitekim çevre eyleminde jandarmanın köylülere yaptığını 'saldırdı' yazdık diye ceza yedik."
'Basın kartı olmaması muhalif medya ayrımcılığına sebep oluyor'
Peki, basın kartının olmaması sahada haber takibi yapan gazeteciler için ne türden zorluklara neden oluyor?
Alan eylemlerini gazetesi Evrensel dahil olmak üzere kısıtlı sayıda basın kurumunun takip ettiğinin altını çizen Akyol, "Alandaki pek çok gazetecinin zaten basın kartı yok. Ama bazen olanları da alana sokmayabiliyor polis. Daha önemlisi ise 'kartın yoksa zaten muhalefet medyasındasın' algısı var. Kartın ayırımcılığı da burada başlıyor" diyor.
Basın kartı olmayan ve olayları kurum kartıyla takip eden BirGün muhabiri Danyıldız, polislerin çoğu zaman basın kartları olmayan gazetecileri, "Eline telefonu alan gazeteciyim diye dolaşıyor" gibi sözlerle aşağıladığını aktarıyor:
"Basın kartım olsaydı nasıl olurdu bilmiyorum ama kurum kartıyla zaman zaman sıkıntı yaşıyorum."
'Kadın olmak dezavantaj'
Saha muhabiri olmanın yeterince zor olduğunu dile getiren Akyol, ancak kadın gazeteciler için bazı başka dezavantajların da olduğunu söylüyor:
"Kadın olmak dezavantaj elbette. İtiş kakış sırasında ciddi sıkıntı yaşıyorsun. İterken göğüslerine dokunuyor polis. Ya da sırıtarak seninle konuşuyor."
Danyıldız ise polislerin kadın gazetecilerle konuşurken daha az çekindiğini savunuyor:
"Bize karşı istediklerini daha fazla söylüyor gibiler. Ama aynı şiddete maruz bırakılıyoruz erkek gazetecilerle. Ayrıca polisler ara ara gelip kadın gazetecilere, 'Sen arada kalacaksın, sen bizim arkamızdan gel, başına bir şey gelir' gibi laflar ediyor. Sanki biz sanki korumaya muhtaç varlıklarmışız gibi. Hiçbir polis erkek gazeteciye böyle bir şey dememiştir."