Kerem Altan
(Taraf - 13 Eylül 2012)
Başbakan'ın kof mahdumu ve suç ortaklığı
Önce Başbakan’ın biricik mahdumu Ahmet Kekeç’e gerekli cevabı vereyim sonra asıl yazmak istediğim konuya geçerim.
Kekeç’in salı günü benimle ilgili yazdığı yazısından iki sonuç çıkardım: Birincisi, 10 Eylül 2012 tarihli “Veli toplantısı” başlıklı yazımın ne kadar doğru olduğunun anlaşılmasına hakaretlerine kaldığı yerden devam ederek yerinde bir katkı yaptı ve bir teşekkürü hak etti yiğidi “döv” ama hakkını yeme . Ama bu defa eskisinden farklı olarak “sen git, baban gelsin” yerine hedef büyüttü ve dedemin dedesine kadar işi uzattı. “Sen git, dedenin dedesi gelsin” demek istedi herhalde. Bizim ailede benden başka herkesle tartışmak istiyor sanırım ama işin kötüsü bizim ailede de benden başka onunla tartışmak isteyen yok. İkincisi ve daha önemlisi ise, Başbakan’ın biricik mahdumu yazdıklarıma adam gibi bir cevap veremeyerek, eveleyerek geveleyerek, kof kabadayılığın ırsi olduğunu ortaya koydu. Onca küfür ve hakaret o kofluğu kapatmak için herhalde. Ama öylesine büyük bir koflukları var ki hiçbir küfür üstünü örtmeye yetmiyor.
Şimdi gelelim asıl meselemize...
Konu Başbakan ve medya...
Bilindiği gibi bizim başbakan medyaya karışmaya çok meraklı. Aslında her bir şeye müdahale etmeye hevesli. Kimin kaç çocuk doğuracağından tutun da nerelerde içki içilip içilmeyeceğine kadar insanların kendi kendilerine karar vermesi gereken her şeyde bir sözü olmasını hatta o sözüne kesinlikle uyulmasını istiyor. Uyulmayınca da o insanları hain ilan ediyor. Tüm bu ehliyetleri nereden aldı ben de bilmiyorum.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bile kedi olalı bir fare yakaladı ve Başbakan için “Türkiye’nin en büyük medya patronu” dedi.
Haksız mı?
Neredeyse ülkedeki tüm medya kuruluşları Başbakan’ın emrine amade olmasına rağmen bizim başbakan her fırsatta medyaya çatmaktan geri kalmıyor. Hatta kendisini dizginleyemeyip alçak ve hain ilan ediyor.
Bir de sihirli bir formül bulmuş, medya terör haberlerini vermezse sorunun çözüleceğini sanıyor.
Eğer bu sessizlik gerçekten bu sorunu çözebilecek kadar sihirliyse, bence aynı formülü “trafik terörü” için de deneyebiliriz. Hiçbir trafik kazası haberi medyada yer bulmaz ve yılda 2000-3000 insanımızı trafik terörüne kurban vermekten kurtuluruz.
Ya da aynı formülü deprem ve sel felaketlerinde ölen vatandaşlarımızın hayatta kalması için de kullanabiliriz. Vermeyiz felaket haberlerini, insanlar ne suların altında kalır ne de tonlarca betonun.
Veya milli takımımızın aldığı mağlubiyetler yokmuş gibi davranırız ve sonunda Dünya Kupası’nı bile kazanabiliriz.
Tim Burton şu ülkede yaşananların farkında olsa kesin “Erdoğan Harikalar Diyarında” diye bir film çekerdi.
İsrail önderleri, ilk cumhurbaşkanı Chaim Weizmann 1952’de ölünce Albert Einstein’a gider ve ikinci cumhurbaşkanları olmasını önerirler. Einstein, aklının insani sorunlara ermediği gerekçesiyle öneriyi geri çevirir.
e=mc2 formülünü bulan Einstein insani sorunları çözemeyeceğini düşünüyor ama bizim başbakan “mutlak sessizlik” formülüyle her sorunu çözebileceğine inanıyor.
Ama “mutlak sessizlik” formülü sadece muhalifler için geçerli.
Medyaya müdahale etmeye bu kadar meraklı olan Başbakan her seyahatinde yanında olan Yeni Akit gazetesinin genel yayın koordinatörünün insanları hedef göstermesiyle ilgili tek bir laf etmiyor. Yasaya aykırı olan bu andıçlamalardan rahatsız olacağına onlarla aynı dili kullanıyor.
Başbakan tahmininden çok daha tehlikeli bir iş yapıyor. Cengiz Çandar, Ali Bayramoğlu, Hasan Cemal, Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Sanem Altan’la ilgili aylardır devam eden hedef gösterme kampanyasının düzenleyicileriyle aynı dili kullanarak farkında mı bilmiyorum ama ileride yaşanabilecek bir trajedinin birinci dereceden suç ortağı oluyor.
Sessiz kalma formülü burada pek işe yarayacak gibi görünmüyor. Eğer Başbakan bu ülkenin aydınlarına karşı düzenlenen bu kampanyaya “ihanet” nutuklarıyla destek olmaya devam ederse yaşanacak olanların altından kalkmakta hiç tahmin edemeyeceği kadar zorlanır.
Oysa, benim de aralarında bulunduğum milyonlarca insan kendisinden çok umutluydu. Onun liderliğinde bu ülkenin artık eski günlere dönmeyeceğini, daha demokrat, daha özgür bir ülke olacağını düşünüyordu. Balkondan gelen sesi bize bunları anlatıyordu.
Ama bugün, 12 Eylül askeri darbesinin 32. yılında ne bizlere verdiği sözleri tutabildi Başbakan Tayyip Erdoğan ne de gelecekle ilgili insan gibi hayaller kurmamızı sağlayabildi. Ne kadar “andıççı” varsa etrafına toplayıp kendi iktidarını güçlendirme yolunu seçti.
Ama bu böyle gitmez. Daha önce de gitmedi, şimdi de gitmez. 2002 yılında insanların tükenmişliği onun işine yaradı ama bu defa aynı tükenmişlik Başbakan’ın sonunu hazırlar.
Tercih kendisinin. Ya bir an önce tetikçileriyle beraber insanları hedef göstermekten vazgeçip referandumdan önceki hâline geri döner ve her şeye rağmen tarihe geçer ya da etrafındaki kana susamışlarla birlikte geçmişe gömülür.