Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, Adli Yıl Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmada, "Meslektaşımız ve milletin iradesiyle seçilmiş Milletvekili Can Atalay’ın olması gereken yer, demir parmaklıklar arkası değil, Anayasa Mahkemesinin emsal kararları gereğince milletin Meclisi’dir” dedi. Sağkan’ın konuşmasına Cumhurbaşkanlığı’ndan paylaşılan frekans üzerinden yapılan yayında yer verilmedi.
Bugün Yargıtay Başkanlığı’nda düzenlenen Adli Yıl Açılış Töreni, saat 14.30’da başladı. Törende önce Devlet Çoksesli Korosu konser verdi, Yargıtay Kurumsal Tanıtım Filmi gösterildi. Ardından Türkiye Barolar Birliği Başkanı Avukat Erinç Sağkan konuştu. Sağkan’ın ardından Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan konuşmalarını yaptı.
Sağkan'ın geçen yıl yaptığı konuşma da yayınlanmamıştı
Cumhurbaşkanlığı’ndan paylaşılan frekans bilgileri üzerinden yapılan yayın, programın başladığı 14.30’da değil, yaklaşık 15.00’te başladı. Cumhurbaşkanlığı frekansı ile sadece Yargıtay Başkanı Akarca ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmaları yayınlandı. Geçen yıl yapılan Adli Yıl Açılış Töreni’nde de TBB Başkanı Sağkan’ın konuşması, Cumhurbaşkanlığı frekansından paylaşılmamıştı.
Erinç Sağkan, şunları söyledi:
“ İçinde bulunduğumuz dönemde, temel ve evrensel insan hakları için her doğan günde mücadele veren, dünyanın diğer ülkelerinde aynı mesleği icra eden meslektaşlarından çok daha büyük zorluklara göğüs gererek, adalete kimin ihtiyacı varsa bizzat orada bulunarak savunma hakkının kutsallığını ve adil yargılanma ilkesini kâğıt üzerinde bırakmayan tüm meslektaşlarıma teşekkür ederek başlamak isterim. Bundan tam 365 gün önce, yine sizlerin ve tarihin huzurundaydım. Geçen zamanda aramıza binlerce yeni meslektaşımız eklense de ne yazık ki bir gecede 122 ömür eksildik.
"Ülkemiz, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 140 ülke arasında 116. sırada"
Şimdi bahsedeceğim hakikatler ise sadece avukatların meslek sorunu değil 85 milyon yurttaşın içinde bulunduğu adalet yakarışlarıdır.
Mesleğimizi icra ettiğimiz yargı sisteminde hukuka güven alarm vermektedir. Bu kapsamda en önemli başlığımız; yargı bağımsızlığı ile tarafsızlığının tam anlamıyla sağlanması, savunmanın güçlendirilmesi ve hukukun üstünlüğünün içselleştirilmesi olmalıdır. Ülkemiz, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 140 ülke arasında 116.; Doğu Avrupa ve Asya kategorisinde ise 14 ülke arasında sonuncu olmuştur. Yürütme temsilcilerinin başkanlık ettiği Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) yapılanması kuvvetler ayrılığı ilkesini sorgulanır hâle getirmekte, coğrafi teminat düzenlemesinin tabii hâkim ilkesi bakımından önemi ve bu ilkenin de temel hak ve özgürlüklerle olan bağlantısı nedeniyle hukuka güveni sarsmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının mahkemeler tarafından emsal dosyalarda göz ardı edilmesi, en son uygulanması gereken tutuklama tedbirinin şartları oluşmadığı halde bir cezalandırma aracı olarak uygulanması örnekleri, başta ifade hürriyeti ve adil yargılanma hakkı gibi temel haklarda yargıyı hak ve özgürlüklerin teminatı olma işlevinden uzaklaştırmaktadır.
Mahkeme kararları, AYM ve AİHM kararları elbette eleştiriden muaf değildir. Ancak mahkeme kararlarının ne sebeple olursa olsun uygulanmaması, hukukun bir bileşen olduğu hiçbir düzlemde kabul edilemez. Halen kendisinden ilham aldığımız, özlemle andığımız meslektaşımız Uğur Mumcu’nun dediği gibi; ‘Bir ülkede devletin güvenliği ile hukukun güvenliği eş anlamlıdır. Devlet güvenliği adına hukuk güvenliğinin ortadan kaldırılması, demokrasi ve hukuk devleti için ilerde onarılmaz yaralar açar’.
Yargı bağımsızlığının en önemli göstergesi ve hukuka duyulan güvenin teminatı, hukuki öngörülebilirliktir. Bugün yargı sistemimizin en büyük sorunu; vaktinde verilmiş, hukuki olarak öngörülebilir nitelikte yargı kararlarına ulaşamamaktır. Gerek uzayan yargılama süreçleri gerekse hukuki öngörülebilirlikten uzak kararların çeşitli sebepleri bulunuyor. Bunların bir kısmı, yürütmenin ve siyasetin, yargı organları üzerindeki etkisiyle ilişkilidir. Öte yandan öngörülebilirliğe ilişkin başka yapısal unsurların varlığına da dikkat çekmemiz gerekiyor. Bu unsurlar, muhakeme sürecinde yer alan aktörlerin hukuki niteliğiyle ilişkilidir. Liyakatsiz atamalar, bilgisizlik veya tecrübesizlik nedeniyle yargılama sürecinde yapılan hatalar, siyaset kurumunun hiçbir müdahalesi olmasa dahi hukukun üstünlüğünü içselleştirememiş olmanın getirdiği tutum ve davranışlar, sağlıklı ve rasyonel bir argümantasyon yürütüldüğünü ortaya koyacak gerekçeli karar eksikliği gibi hususlar hukuk güvenliği kavramını sorgulanır hâle getirmektedir.
“Ülkemizin iktisadi olarak içinde bulunduğu enflasyonist ortam ve ekonomik kriz, hepimizin malumu”
Sayın Cumhurbaşkanım. Ülkemizin iktisadi olarak içinde bulunduğu enflasyonist ortam ve ekonomik kriz, hepimizin malumudur. Ülkelerin refahının kalıcı ve istikrarlı bir şekilde artırılması ve artan refahın tüm toplum kesimleri arasında adil bir biçimde paylaşılması, ancak hukukun üstünlüğü prensibine dayanan, hak ve özgürlükleri yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla güvence altına alan demokratik hukuk devletlerinde mümkündür.
Bildiğiniz üzere 2019 yılında Yargı Reformu Strateji Belgesi kamuoyu ile paylaşıldı. Ayrıca buna dayanılarak 2021-2023 yılları için İnsan Hakları Eylem Planı hazırlandı. İnsan Hakları Eylem Planı’nın alt başlığı ve mottosu ‘Özgür Birey, Güçlü Toplum; Daha Demokratik Bir Türkiye’ şeklinde belirlenmişti. Bu mottoya aynen katılıyoruz: Özgür Birey, Güçlü Toplum ve Demokratik Türkiye ortak idealimizdir.
“Sosyal devlet ilkesiyle bağdaşmıyor”
Eylem Planı’nda savunma makamı için öngörülen olumlu adımların atılmadığını ifade etmek durumundayım. Adli yardım hizmetlerinde KDV oranı son artış ile yeniden yüzde 10 olmuştur. Ayrıca adli yardım ödeneğinin yetersizliği nedeniyle çok sayıda meslektaşımız yaptığı işin ücretini yıllarca alamadığı gibi artık Barolar tarafından görevlendirme de yapılamamaktadır. Nisan ayında yapılan yasal düzenleme ile adli yardım için ayrılan ödeneğin yüzde 2’den yüzde 3’e çıkartılmasını yetersiz ancak olumlu karşılamakla birlikte yüzde 1’lik artışın Meclis’in iradesine aykırı olarak bu seneki ödeneğe yansıtılmamasını halen anlayamıyoruz. Özellikle ekonomik yönden dezavantajlı durumdaki vatandaşlarımızın adalete erişimi bakımından sosyal devlet ilkesiyle bağdaşmayan bu durumun ivedilikle çözülmesi gerekmektedir.
“Mesleğimiz niteliksizleştirilmekte ve itibarsızlaştırılmaktadır”
Mesleğimiz dünyada emsali az rastlanır niceliksel bir enflasyonla niteliksizleştirilmekte ve itibarsızlaştırılmaktadır. Birçoğunun akademik kadrosunun yetersiz olduğu görülen 92 hukuk fakültesinden her sene yaklaşık 20 bin mezun sisteme dahil olmaktadır. Bu, dünyanın hiçbir yerinde kabul edilebilir bir artış olmadığı gibi, avukatların meslek sorununa değil ulusal bir krize işaret etmektedir.
Mesleki şiddetin birincil mağdurlarından birinin avukatlar olduğu tartışmasızdır. Ülkemizde avukatlar; aldıkları dosyalarla ilişkilendirilmekte, anlaşmazlıkların tarafı görülmekte ve şiddetin ve hatta cinayetin mağduru olmaktadırlar. Avukatların içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik kaos halinin onları intihara sürüklemesi ise maalesef ki yeni gerçekliğimiz haline gelmiştir. Bu ülkede avukata dönük şiddet ve avukat intiharları ulusal düzeyde politikalarla derhal ele alınmalı ve çözülmesi için gerekli adımlar tek bir gün dahi gecikmeden hayata geçirilmelidir.
"Milletvekili Can Atalay’ın olması gereken yer, demir parmaklıklar arkası değil"
Ülkece herkese hayırlı olmasını dilediğim yepyeni bir seçimi çok yakın bir zamanda hep beraber idrak ettik. Bizler, artık kangrenleşmiş meslek sorunlarının hayatımızın önceki dönemine ait olduğu yepyeni bir başlangıcın eşiğinde olduğumuza inanmak istiyoruz. ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesinin en somut ifadesi olan Yüce Meclisimize seçilen hukukçu milletvekillerine, Türkiye Barolar Birliği Başkanı, ama her şeyden evvel hukukçu bir meslektaşları olarak gönderdiğim mektupta da ifade ettiğim üzere, Türkiye Barolar Birliği; yasama organımızın demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine, hukuk devletinin işlerliğine katkı sağlayacak her adımında; hukuksuzluklara ve hak ihlallerine karşı verilecek her mücadelede dayanışma içinde olmuştur; bundan sonra da olmaya devam edecektir. Ancak belirtmek isterim ki, hukukçu milletvekillerine gönderdiğim bu mektup, olması gerekenden bir eksiktir. Meslektaşımız ve milletin iradesiyle seçilmiş Milletvekili Can Atalay’ın olması gereken yer, demir parmaklıklar arkası değil, Anayasa Mahkemesinin emsal kararları gereğince milletin Meclisi’dir.