Yasemin İnceoğlu & Tirşe Erbaysal
Charlie Hebdo Saldırısının üzerinden daha bir sene geçmeden, Paris’in merkezinde gerçekleştirilen saldırılar 2015 yılına damga vuran terör eylemleri arasındaki yerini aldı ve tüm dünyanın ilgisini Paris’e çekti. Le Monde, Le Figaro ve Libération gazetelerinin internet sitelerinde saldırı haberlerinin yer alma biçiminin, Türkiye’de yaşanan benzer saldırıların ardından Türkiye basınının haber yapma biçiminden oldukça farklı olduğunu gözlemlememiz bizi bir kez daha barış gazeteciliği üzerine düşünmeye yöneltti.
Barış Gazeteciliği nedir?
“Barış gazeteciliği” kavramı ilk kez 1970’li yıllarda kullanılmaya başlanmıştır. İsim babası, 1958 yılında kurulan Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucuları arasında yer alan ve 1964 yılında Journal of Peace Research ismi ile yayın hayatına başlayan akademik derginin kurucusu olan, Norveçli profesör Johan Galtung’dur.
Kavramın gelişmesinde ve yaygınlaşmasında eşsiz katkısı olan Annabel McGoldrick ve Jake Lynch, “barış gazeteciliği”nin editörler ve muhabirlerin neyi/nasıl haber yapacağı ile ilgili olduğunu belirtmekte ve kavramın çatışmalar konusunda şiddet içermeyen yanıtların değerlendirildiği ve toplum için fırsatların yaratıldığı haberlerin seçimi ile alakalı olduğunu söylemektedirler (2005: 5). Barış gazeteciliği, spor haberi yapar gibi kazananın ve kaybedenin olduğu habercilik yerine, taraflar arasında dengenin sağlandığı, gerçek odaklı haberciliği esas alan, toplumsal barışın sağlanması için yaratıcı çözümler arayan, lider değil, insan odaklı habercilik yaparak, insanlara ses veren, barış dilinin kullanımına özen gösteren bir gazetecilik pratiğini ifade etmektedir (Galtung ve Lynch, 2010; Lynch and McGoldrick, 2005).
Ankara ve Suruç üzerine
Kısa bir süre önce Türkiye’de Suruç ve Ankara Katliamları gerçekleşmişti. İki saldırının hemen arkasından yaralıların ve hayatını kaybeden insanların fotoğrafları medya tarafından servis edilmiş, patlama anları anbean tüm haber sitelerinde dolaşıma açılırken yayınlanan videolarda bu görüntülerin rahatsız edici olabileceği ibaresine yer verilmemiş, ve her iki saldırıyı da herhangi bir terör örgütü üstlenmemiş olmasına rağmen, saldırıların hangi terör örgütü tarafından yapılmış olacağına dair spekülatif haberler dolaşmaya başlamıştı.
Türkiye’de siyasiler saldırılar üzerinden birbirlerini suçlarken, süregelen süreçte saldırıların ve kayıpların kendisinden çok, liderlerin saldırılar hakkındaki söylemleri ve birbirleri ile girdikleri polemikler gazetelerde yoğun bir şekilde yer bulmuştu. Sonuç olarak, hem Ankara hem de Suruç saldırıları sonrasında saldırıların nedenlerine ve sonuçlarına yönelik haberlerin verilmesi yerine, çoğunlukla saldırılar üzerinden yürütülen ülke politikasına yönelik haberlerin verilmesi terör saldırılarının normalleştirilmesine ve bir süre sonra gündemden düşmesine neden olmuştu. Haberlerin gündemden düşmesinin bir diğer nedeni ise her iki saldırının ardından da başlatılan soruşturmalarda savcılığın dosyaya gizlilik kararı aldırması ve basına yayın yasağı koymuş olmasıydı. Her iki saldırıda da basın yasağı uygulanmış olması sebebiyle kamu bilgi edinme hakkından mahrum bırakılmıştı.
Paris saldırıları da tıpkı Ankara ve Suruç saldırıları gibi beklenmedik bir zamanda gerçekleştirilmiş ve çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Türkiye’deki uygulamanın aksine Fransız basınına her hangi bir basın yasağı uygulanmamış ve saldırılar ilk anından itibaren verilmiştir. Saldırıların beklenmedik bir zamanda gerçekleşmesi, saldırıların Dünya’daki pek çok ülkenin tehdit olarak gördüğü IŞİD tarafından gerçekleştirilmiş olması ve Fransa’da çok sayıda Müslüman vatandaşın yaşıyor olması dolayısıyla Paris saldırılarına yönelik haberlerin barış gazeteciliği perspektifinden incelenmesi yerinde olacaktır.
Lider odaklı değil insan odaklı haber yapma
Paris’teki saldırının hemen ardından Le Monde, Le Figaro ve Libération gazetelerinin internet sitelerine ilk anda baktığımızda gazetelerde sadece olan olayın verildiği, saldırıların kimler tarafından ve ne amaçla gerçekleştirildiğine yönelik spekülatif haberlerin yer almadığı gözlemlenmiştir. Bunun yanı sıra Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın yapmış olduğu konuşma gazetelerin web sitelerinde olayın kendisinden daha önemliymiş gibi “son dakika” ibareleri ile verilmemiştir. Uluslararası öneme sahip bu gibi olaylarda elbette ki liderlerin söylemleri son derece önemlidir. Ancak olaylar sadece liderlerin söylemleri üzerinden aktarılmamalı, haberlerde neyin, ne zaman, niçin, ne şekilde, kim tarafından kime karşı gerçekleştirildiğine ve mağdurların seslerine yer verilmelidir.
Saldırıların ardından incelediğimiz Fransız gazetelerinde, hayatını kaybeden kişilerin sadece isimlerine değil hayatlarına dair bilgilere de haberlerde yer verilmiş olduğu görülmektedir. Bu haberler sayesinde, 129 kişinin hayatını kaybettiği saldırılarda yaşamını yitiren kişilerin mesleği, ailesi ve sevenleri olan gerçek insanlar olduğu okuyucuya aktarılmıştır. Ankara ve Suruç saldırılarının ardından benzer hikayeler Türkiye’deki gazetelerde de görülmüştür. Ancak hayatını kaybeden kişiler pek çok gazete tarafından insani kimlikleri üzerinden değil, çoğunlukla politik kimlikleri üzerinden anlatılmışlardır. Söz konusu politik kimlikler ise bir takım medya kuruluşlarınca saldırıları gerçekleştiren örgütlere yönelik spekülatif açıklamaların yapılmasında zemin olarak kullanılmıştır. Bunun yanı sıra Suruç saldırısının ardından neredeyse bütün gazeteler hayatını kaybeden insanların hikayelerine yer vermiş olsa da kullanılan fotoğraflar konusunda aynı hassasiyet gösterilmemiştir ve hayatını kaybeden insanların bazılarının patlama sonrasındaki fotoğrafları haberlerde kullanılmıştır.
Peki bu haberler nasıl verilmelidir? Ankara saldırılarının ardından Bianet’in vermiş olduğu “Ankara’da hayatlarını kaybedenlerin hikayesi” başlıklı haber aslında olması gerekeni bizlere göstermekte ve Fransız gazetelerinin yaptığı şekilde mağdurların hikayelerini bizler ile paylaşmaktadır. Unutmamak gerekir ki hayatını kaybeden insanlar birer isimden ibaret değildir, onları metalaştırmamak ve başka haberlerin aktarımında araç olarak kullanmamak, kayıpların ciddiyetinin ve olayın vahametinin anlaşılması için son derece önemlidir.
Görüntü kullanımına özen gösterme
Paris Saldırısı ve benzeri saldırıların ardından kullanılan fotoğraflar ve görüntüler önemli bir tartışma alanı oluşturmaktadır. Tüm ayrıntıların gösterildiği fotoğrafların ve görüntülerin kullanılması, terör olayını daha görünür kılmakta ve şiddeti meşru hale getirmektedir. Susan Sontag’ın “...öyle ki, artık savaşlar hepimizin oturma odalarında sükûnet içinde seyredilip dinlenen görüntü ve seslere dönüşmüş durumdadır.” ifadesinden yola çıkarak, bu görüntülerin çok fazla kullanılmasının insanların yaşanan olayları olağan algılamasına neden olabileceği söylenebilir. Paris saldırısının hemen ardından incelediğimiz Fransız gazetelerinde, ilk etapta saldırıya yönelik fotoğraflara ve video görüntülerine yer verilmemiş olduğu gözlemlenmiştir. Ancak sonraki günlerde Bataclan Konser Salonu’nda gerçekleşen saldırılara ilişkin olarak saldırılar sırasında yaralanan gazeteci Daniel Psenny tarafından çekilen görüntüler, Le Monde tarafından “rahatsız edici görüntüler olabileceği” uyarısı ile birlikte verilmiştir. Libération olaya ilişkin fotoğrafları derlemiştir. Libération’un sitesinde yer alan fotoğrafların bir bölümüne aynı şekilde Figaro ve Le Monde gazetelerinde de yer verilmektedir. Kullanılan fotoğraflar arasında hayatını kaybeden üzeri beyaz bir örtü ile örtülmüş olan tek bir kişinin fotoğrafının olduğu görülmektedir. Bu ve benzeri saldırılarda mağdurların mağduriyetlerinin gösterildiği fotoğraflara ve görüntülere yer verilmesi olayın ciddiyetinin kavranmasına yardımcı olsa da, saldırılara ilişkin görüntülerin özenli kullanılması hem saldırıların ve şiddetin normalleştirilmesini önlemek hem de halkı endişe ve paniğe sürüklememek açısından son derece önemlidir.
Olayın tüm taraflarının sesine yer verme
Jake Lynch ve Annabel McGoldrick, bir çatışmayı sadece iki tarafın çatışması gibi göstermekten kaçınılması gerektiğine, çatışmanın sonuçlarının ve bağlantılarının izlerinin sürülmesinin önemine, şiddetin yalnız görünen değil, aynı zamanda görünmeyen etkileri hakkında da haber yapma yollarının aranmasının gerekliliğine ve sürekli olarak tarafların farklılıklarını değil, ortak zeminde buluşma olasılıklarını gösteren haberler yapılmasının önemine vurgu yapmaktadır (2005: 28-31).
Buradan hareketle, Paris saldırılarının sonuçlarının ve bağlantılarının izlerini sürerek, şiddetin görünmeyen etkilerini analiz etmek yerinde olacaktır. Saldırıların IŞİD tarafından, Fransız gazetelerinde yer aldığı şekliyle İslam Devleti tarafından gerçekleştirilmiş olduğu bilinmektedir. Saldırıların İslami bir örgüt tarafından gerçekleştirilmiş olması, toplumun tüm Müslümanları düşman olarak algılamasına, Müslümanlara yönelik bir önyargı oluşmasına ve önyargılardan kaynaklı toplumsal bölünmelerin ve çatışmaların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Charlie Hebdo Saldırılarının ardından gerçekleşen İslamofobik eylemlerin toplum üzerindeki etkileri henüz geçmeden, Paris Saldırılarının ardından da Müslümanlara yönelik eylemlerin gerçekleşmiş olması, özellikle Fransa’da yaşayan Müslümanların saldırılardan etkilendiğini ve onların da dolaylı olarak mağdur olduğunu gözler önüne sermektedir.
İncelediğimiz gazetelerde Müslümanların mağduriyetine yer verilmiş olmasının yanı sıra, haberlerde Müslümanların seslerine de yer verilmeye çalışılmıştır. Le Monde ve Le Figaro gazeteleri, Les Etudiants Musulmans de France (Fransa’nın Müslüman Öğrencileri) birliği tarafından çekilmiş olan dayanışma videosunu yayınlamıştır. Libération, çocukların saldırılar konusunda sormuş olduğu sorulara, ailelerin vermesi gereken yanıtları derleyerek bir yol haritası çizmiştir. Burada İslam Devleti anlatılırken, onlar gibi pek çok insanın Müslüman olduğuna değinilmiş ve Müslümanların çoğunun barışı sevdiği ifade edilmiştir . Bu söylem çocukların önyargılardan arınmış bir şekilde olayı kavraması için son derece önemlidir. Le Monde gazetesi pek çok haberde Müslümanların sesine ve tanıklıklarına yer vermiştir. Bu haberlerde Charlie Hebdo saldırılarından bu yana gelişen Müslüman karşıtı hareketler dolayısıyla Müslümanların da aslında bu olayların mağduru olduğuna vurgu yapmıştır.
Bu gibi saldırılar toplumsal bölünmeye ve kırılmaya dolayısıyla siyasal, kültürel, sosyal, dini pek çok çatışmaya neden olabilmektedir. Söz konusu çatışmalar uzun vadede şiddete dönüşme potansiyeli taşımaktadır. Bu nedenle, çatışmaların olası sonuçlarının önüne geçmek adına birlik ve beraberlik mesajlarının verilmesi son derece önemlidir.
Sonuç ve öneriler
2015 yılı içerisinde elbette ki sadece Paris’te değil dünyanın pek çok bölgesinde çok sayıda terör saldırısı gerçekleşmiştir. Ancak günlerdir sosyal medyada ve gazetelerde yer aldığı üzere Fransa’ya karşı gerçekleştirilen saldırılar, diğer saldırılardan çok daha fazla dikkat çekmiş ve çok daha fazla görünür olmuştur. Örneğin, 2 Nisan 2015’de Kenya’daki Garissa Üniversitesi’ne El-Şebab tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırıda 148 kişinin hayatını kaybetmesi ve 79 kişinin yaralanması, daha yakın bir tarihe gidersek Ekim ayı içerisinde Boko Haram’ın bir haftada 6 canlı bomba eylemi gerçekleştirerek 40’dan fazla kişinin ölümüne sebebiyet vermesi çoğumuzca duyulmamıştır. Ya da Paris saldırılarından bir gün önce Paris saldırılarını da üstlenen IŞİD’in Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta gerçekleştiği 43 kişinin hayatını kaybettiği intihar saldırısı ancak Paris’teki saldırıların ardından daha görünür bir hale gelmiştir. Bu konudaki en ilgi çekici örneklerden bir tanesi ise yine Boko Haram’ın 3-7 Ocak 2015 tarihleri arasında 2000’den fazla insanın ölümüne neden olduğu Baga Katliamı’dır. Uluslararası medyada söz konusu katliama yönelik haberlere, 7 Ocak 2015 tarihinde gerçekleşen Charlie Hebdo Saldırısına dair haberlerden çok daha az yer verilmiştir. Bu bağlamda Türkiye’de gerçekleşen Suruç ve Ankara katliamlarını da unutmamak gerekmektedir.
Burada sorulması gereken şey bir haberin bir gazetede ne kadar yer alacağının ya da dünya gündeminde neyin daha fazla yer tutacağının nasıl belirlendiğidir? Özellikle Ortadoğu’da ve Afrika’da her gün çok sayıda saldırı gerçekleşmekte ve çok sayıda insan hayatını kaybetmektedir. Her ne kadar bu saldırıların hepsi kitle katliamına sebep olan saldırılar olmasa da, bu saldırılara yönelik haberlerin tamamının katliam, terörizm vb. gibi ifadeler ile servis edilmesi, bu ifadelerin bol keseden kullanılması, hayatını kaybeden insanların görüntülerine yer verilmesi, insanların olaylar karşısında duyarsızlaşmasına neden olabilmektedir. Fransa’da bu ve benzeri olayların her gün yaşanmıyor olması, ülkenin Avrupa topraklarında yer alıyor olması, saldırıların belli bir etnik kimliğe karşı değil, “yaşam tarzına” yönelik olarak gerçekleştirilmiş olması Fransa’daki saldırıları tüm dünya için daha görünür kılmıştır. Fransa’daki saldırıların daha görünür olması diğer ülkelerde gerçekleşen saldırılarda yaşamını yitiren insanların ve mağdurların daha az önemli olduğu anlamına gelmemektedir ve gelmemelidir. Unutmamak gerekir ki gazetecinin birincil görevi din, dil, ırk, sınır gözetmeksizin haberi aktarmaktır. Gazeteci her zaman mağdurun yanında olmalı, lider odaklı değil, insan odaklı haber yapmalı, yeni çatışmaları doğuracak, kaynağı belirsiz spekülatif haberler yapmaktan kaçınmalı, olayın sadece görünen değil görünmeyen taraflarının sesine yer vermeli ve bu ve benzeri olayların normalleşmesine, olağan algılanmasına engel olacak bir şekilde haberi aktarmalıdır.
Kaynaklar
Lynch J. ve Galtung J. (2010). Reporting Conflict: New Directions in Peace Journalism: New Approaches to Peace and Conflict. University of Queensland.
McGoldrick A. ve Lynch J. (2005). Peace Journalism. Hawthorn.