Balyoz’ kararları tartışması (2)
Alper Görmüş
02/10/2012
3 Kasım 2002 seçimlerinin hemen sonrasında, 1. Ordu’da Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarına karşı bir darbe planı hazırlandığına dair iddiaları külliyen reddedenler, bu iddiayı ciddi bulanları, bir “varsayım” üzerinden kanaat oluşturmakla itham ediyorlar.
Bu itham, en veciz ifadesini Radikal yazarı Ezgi Başaran’da bulmuştu:
“Darbelerle ezilmiş bir ülke olduğumuzu, darbeciliğin Cumhuriyet geleneklerinden sayıldığını ve bunun Balyoz gibi bir planın gerçek olduğuna inanmak için yeter delil sayılabileceğini düşünüyorsunuz. Anladım.”
Oysa mesele hiç öyle değil; görmek isteyenler için başka bir sürü bilgi var ve Ezgi Başaran’ınki türünden bir cümle kurabilmek, ancak bunları görmemek ve bunları okurların göz menzilinden uzak tutabilmek sayesinde mümkün olabilmektedir.
Bu bilgileri, geçtiğimiz cuma günkü ilk yazıda söylediğim gibi sonraki yazılarda ele alacağım. Şimdilik, Başaran ve benzerlerinin bizim görmemizi istedikleri ve bunu yaparken de zinhar başka bir şey görmememiz gerektiğini va’zettikleri “davanın zaaflı noktaları” üzerinde durmaya devam edeceğim...
Geçen yazıda, savcıların iddianamede belge olarak sundukları “imzasız word dokümanlar”ın belge sayılamayacağına dair argümanları ele almıştım.
İlk yazıyı okumayanlar için özet:
Bence de imzasız bir dokümanın mahkemede belge olarak kullanılması ilk bakışta hayli tuhaf görünüyor... Fakat Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) bu türden “sorunlu”, daha doğrusu açıkça suç teşkil eden dokümanlarda ismin ve rütbenin bulunmasına karşın imzanın bulunmaması “teamülü”nü denkleme kattığımızda işin rengi değişiveriyor. (Yazıda, Genelkurmay Başkanlığı’nın sahih olduklarını onaylamaktan kaçınamadığı; isimli, rütbeli fakat imzasız üç “sorunlu” belgeyle ilgili olarak “komuta katına ulaşmadığı” savunmasını yaptığını üç örnek üzerinden göstermiştim.)
Mahkemenin bu türden dokümanları “belge” olarak kabul etmesiyle ilgili olarak da şöyle bir tahminde bulunmuştum:
“Bu durumda, mahkemenin Oraj, Suga, Çarşaf, Sakal vb. eylem planlarının ve başka Balyoz belgelerinin imzasız olmasının, onların belge niteliğine halel getirmediğine hükmetmiş olması ciddi bir olasılıktır... Bakalım gerekçeli kararda ne denecek?”
Sıra geldi, sanıkların ve avukatlarının üzerinde en fazla durdukları “sahte CD’ler” meselesine...
“Sahte CD’ler meselesi”
Önce, kısa bir bilgi özeti:
Biliyorsunuz, “Balyoz” tartışması, 20 Ocak 2010’da Taraf gazetesinde yayımlanan “Balyoz darbe planı” başlıkla manşet haberle başladı... Haber, Taraf gazetesi muhabiri Mehmet Baransu’ya bir kaynak tarafından teslim edilen belgelere dayanıyordu.
Baransu, savcılığın talebi üzerine 21 Ocak 2010’da elindeki belgelerin DVD kopyalarını, 29 Ocak 2010’da da orijinallerini bir bavul içinde savcılığa teslim etti.
İddianamede, bavuldan çıkan belgeler şöyle ifade ediliyordu: “Toplam 2229 sayfa doküman, 19 adet CD ve 10 adet teyp kaseti...”
Savcılık, suç isnadını esasen bazı CD’ler ve 5-7 Mart 2003’te 1. Ordu’da icra edilen “plan semineri”nin ses kayıtları üzerine kurmuştu. Savcılığa göre, bu CD’lerden üçü (11, 16 ve 17 numaralı olanları) suç teşkil ediyordu. Çünkü bunların içinde, 11 sayfalık “Balyoz Güvenlik Harekât Planı” ve ona bağlı olarak hazırlanan muhtelif eylem planları (Suga, Çarşaf, Oraj, Sakal ve benzerleri) yer alıyordu.
Sonraki tartışmalarda ortaya çıktı ki, “11, 16 ve 17”den de asıl önemlisi olan “11”di, çünkü suçlamalar esasen bu CD’deki bilgi ve belgelerden türetilmişti.
Özeti, 11 No’lu CD’yi iddia ve savunma makamlarının nasıl değerlendirdiğiyle bitirelim:
Savcılığa göre, sanıkların reddetmedikleri “plan semineri” ile seminere ait ses kayıtları, 11 No’lu CD’ ile birlikte mütalaa edilmeliydi... Bu da bize dört başı mamur bir darbe planını ima ediyordu.
Sanıklara ve sanık avukatlarına göre ise “plan semineri” ve seminere dair ses kayıtları gerçek, buna mukabil 11 No’lu CD sahteydi... Bir sahtekârlar çetesi TSK’ya komplo kurmuş, plan seminerine darbe planı süsü verebilmek için sahte bir “Balyoz Güvenlik Harekât Planı” ile ona bağlı sahte eylem planları uydurmuş, bunlara sahte fişleme listeleri vb. ekleyerek uyduruk bir CD yaratmıştı.
“Sahtecilik” iddiaları neye dayandırılıyor?
11 No’lu CD’nin 2003’te Balyoz’cular tarafından değil, en erken 2009’da bir çete tarafından üretildiği iddiası, bu CD’de yer alan kimi bilgilerle ilgili olarak saptanan bir dizi “zamanlama çelişkisi”ne dayandırılıyor...
“Zamanlama çelişkileri”yle, kabaca, CD’nin hazırlandığı 2002 sonu 2003 başında var olmadıkları kesin olan kimi gazete, dernek, firma vb. adlarının 11 No’lu CD’de yer alması anlatılıyordu... Eh, darbe planı yapmakla itham edilen sanıklar geleceği okumuş olamayacaklarına göre, bu CD, 2009’dan sonra hazırlandığı hâlde 2003’te hazırlanmış süsü verilen sahte bir belgeden başka bir şey olamazdı...
TSK’ya akıl almaz bir komplo kuran “çete”, altı yıl öncesine dair bir plan kurgulayınca kaçınılmaz olarak bazı hatalar yapmış, bu da CD’ye “zamanlama çelişkileri” olarak yansımıştı. (Böyle bir CD üretmek, “zamanlama çelişkileri”ni öne sürenlerin belirttiği gibi teknik olarak mümkündü. Bu amaçla, hazırlanan her belgede, bilgisayarın o günün tarihini ve saatini otomatik olarak kaydetmesini engellemek, bunun yerine bilgisayara manuel olarak 2003’e ait bir tarih ve saat girmek yeterliydi.)
Gölcük’ten önce...
Benim “zamanlama çelişkileri”ne dair değerlendirmelerim, ortaya çıkan yeni gelişmelerle birlikte zaman içinde önemli ölçüde değişti...
Başlangıçta, işaret edilen zamanlama çelişkilerinin 11 No’lu CD’nin sonradan üretilmiş olduğu iddiasına ciddi bir argüman sağladığını düşünüyor, bunu da yazılarımda belirtiyordum.
Mesela 28 Aralık 2010 tarihli yazımda, “Bu zamanlama çelişkileri, mahkemeyi, belgelerin sonradan üretilmiş olduğuna karar vermeye sevk edebilecek kadar ciddidir; meğerki savcılar bunların nereden kaynaklandığını izah edebilsinler” demiştim.
Bu kanaatimi, aynı kelimelerle, 2011’da Balyoz davasıyla ilgili olarak benimle Radikal için bir söyleşi yapan Ezgi Başaran’a da ifade etmiştim. (Radikal, 12 Ağustos 2011).
Fakat biliyorsunuz, mahkeme, kararını bu “zamanlama çelişkileri”ne herhangi bir izah getirmeden verdi. Dava boyunca savcılar da sanık ve sanık avukatlarıyla bu konu çerçevesinde herhangi bir tartışmaya girmediler. Şimdi, mahkemenin “gerekçeli karar”da bu çelişkilere bir açıklık getirip getirmeyeceği merak ediliyor.
Peki, birkaç kez bu çelişkilerin mutlaka izah edilmesi gerektiğini söyleyen benim karardan sonraki pozisyonum ne? (Ezgi Başaran da, kararı topa tuttuğu yazısını, benimle Ağustos 2011’de yaptığı söyleşiden, yukarıda aktardığım bölümü zikrederek bitirmişti... Başaran, twitter’da da şimdi ne dediğimi merak ettiğini yazmıştı.)
Hemen anlatmaya başlayayım...
Gölcük’ten sonra...
Anladığım kadarıyla Ezgi Başaran, 10, 13, 17 ve 20 Nisan 2012 tarihlerinde peş peşe kaleme aldığım “Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal daha var” ortak başlıklı dört yazıyı okumamış... Okusaydı, benim Balyoz davası iddianamesindeki “zamanlama çelişkileri”ni açıklamaya yönelik başka bir akıl yürütmeden söz ettiğimi hatırlar, dolayısıyla bana “şimdi ne diyorsunuz” diye sormazdı.
Neyse... Şimdi o yazılardan yapacağım özetlemeyi onun için de yapmış olayım... Bakalım, Başaran, 11 No’lu CD’deki zamanlama çelişkilerini izale etme yönünde benim geliştirdiğim varsayımlara ve onların üzerine kurduğum “model”e ne diyecek?
Öncelikle, beni, zamanlama çelişkilerinin ille de 11 No’lu CD’nin 2003’ten çok sonra bir “sahtekârlar çetesi” tarafından üretilmiş olmasının kanıtı sayılmayabileceğini; başka bir ihtimalin daha sözkonusu olabileceğini düşündürten gelişmenin ne olduğunu ifade edeyim: Bu gelişme, 6 Aralık 2010’da Gölcük’te Donanma İstihbarat biriminin döşemelerinin altına gömülü olarak bulunan yeni “Balyoz” belgelerine dayandırılan 3. Balyoz iddianamesinin kabul edilmesiydi (Kasım, 2011).
Ne zaman ki “sonradan üretilmiş” denen 11 No’lu CD’nin aynısı (ki buna 1 No’lu CD dendi) “Gölcük zulası”nda bulundu ve bu iddianameye girdi, o zaman 11 No’lu CD’nin (de) darbecilerin öz malı olabileceğine dair kanaatim güçlendi.
Çünkü, bu yeni bulguyla birlikte, “zamanlama çelişkileri”ni tartışan herkesin kabul etmek zorunda olduğu bir sonuç çıkıyordu ortaya, o da şuydu: 11 No’lu CD’yi kimler üretmişse, 1 No’lu CD’yi de aynı kişiler üretmiştir.
Buradan kalkarak oluşturduğum “zamanlama çelişkilerini gideren alternatif model” önerimi ve ona ön gelen varsayımlarımı cuma günü ayrıntılandıracağım...
Kimse “varsayımlarla olacak iş mi bu” demesin! Neticede, onların “sahtekârlar çetesi” açıklaması da sadece belli varsayımlara dayanan bir açıklama modelinden başka bir şey değil.