Gündem

"Bakan vatandaşı terörle mücadelede göreve çağırıyor; insanların kaderi aklına esenin insafına terk ediliyor"

Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Aydın Engin'e yönelik ölüm tehdidini yazdı

26 Aralık 2016 11:58

Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Cumhuriyet yazarı Aydın Engin'in üst üste iki kez ölüm tehdidi almasına ilişkin olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun terörle mücadele konusunda vatandaşların da görev alması gerektiği yönündeki açıklamalarına göndermede bulundu. Mert, "Bu işler böyle atmosferlerde kontrolden çıkar; suçlu, suçsuz vatandaşın kaderi, aklına esenin yargısına, insafına, husumet aracına, sonra da bizzat infazına terk edilir" ifadelerini kullandı. 

Nuray Mert'in Cumhuriyet gazetesinde "Karartma günleri" başlığıyla yayımlanan (26 Aralık 2016) yazısı şöyle: 

Sevgili Aydın Engin ölüm tehdidi almış, Allah esirgesin! Şakaya gelir yanı yok, çok insan kaybettik böyle. Burası, birilerinin düşman gördüklerini “vatan, millet müdafaası” adına infaz etme yetkisini kendinde gördüğü bir ülke. Kötü bir sicilimiz, kâbus gibi bir hafızamız var; çok acılar çektik bu yüzden, ama Teşkilatı Mahsusa kafasını bir türlü aşamadık. Yetmişlerde yaşananlar malum, faili meçhuller malum, kolejli kızın “Asena”ya dönüş macerası ve “vatan için kurşun yiyen de kurşun atan da makbulumüz” fetvaları malum, bunlardan ders çıkarmak, yüzleşmek yerine, dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta malum! Yine karanlıklara yolculuklar, yine karartma günleri. 

Şimdilerde, mevcut iktidar, Cumhurbaşkanı, güvenliğimizden sorumlu İçişleri Bakanı, vatandaşı terörle mücadelede aktif göreve çağırıyor. Bu işler böyle atmosferlerde kontrolden çıkar; suçlu, suçsuz vatandaşın kaderi, aklına esenin yargısına, insafına, husumet aracına, sonra da bizzat infazına terk edilir. Bir yandan vatandaşın güvenliği, hukukun keyfiyete dönüşmesi tehlikesi, diğer yandan devletin kurumları ve gücünü kaybetmesi, ortalığın savaş yerine dönmesi tehlikesi bekler kapıda! Baskıcı hukuk sistemi ve devlet yapısı bile ehven hale gelir, böylesi ortamlarda, kazananı olmaz böyle bir gidişin, yöneten, yönetilen herkes kaybeder, ülke çöker, gider. Bu noktaya gelen bir ülkenin fazladan düşmana ihtiyacı yoktur, daha doğrusu düşmanlarının bir şey yapmasına gerek yoktur, bir toplum böyle böyle oyar birbirinin gözünü, her şeyden çok, iç kavgalar çökertir bir ülkeyi. 

AK Parti iktidarı kendi siyasi zihniyeti bir yana, “derin devletçi, Teşkilatı Mahsusa kafası” ve Avrasyacı maceracılığa, bu kafadaki çevrelere teslim olmuş görünüyor. Unutmasınlar, bu kafa yedi bu milletin başını, bu kafa yıktı bir imparatorluğu, bu kafa çıkmaza soktu Cumhuriyet rejimini. 

Diğer taraftan, otoriter laiklik anlayışının baskı aracı olarak kullandığı, bu nedenle benim gibilerin sonuna kadar itiraz ettiğimiz, “dinin siyasete alet edilmesi”, baskı bahanesi iken gerçek oldu. Gerçi sadece bu dönemde değil, bu ülkede din her dönem siyasete alet edilegeldi, 12 Eylül rejimi bu noktada bir zirve idi. Şimdi İslamcı iktidar dini benzer biçimde dolaşıma sokuyor, biz dini özgürlükleri savunmuştuk, şimdi dinci-milliyetçi bir söylem çerçevesinde özgürlükler baskı altına alınıyor. En çok da, yaşanan acılar şehadetin yüceltilmesi ile örtbas ediliyor. “Bu işler ile baş etmenin başka bir yolu yok mu?” diye sorgulamaya çalışan, “şehitlik” eşiğine çarpıp, düşman ilan ediliyor. Hoş, işin burası da tamamen yeni bir şey değil, laik cumhuriyetçilik de, militarizmi Peygamber Ocağı kisvesine sokmakta tereddüt etmezdi. Ama, kuşkusuz yeni icatlar daha fazla din vurgulu; Diyanet İşleri öne çıkıyor, mevcut iktidar siyaseti çerçevesinde sahası genişliyor, futbol maçı öncesi Kuran tilaveti gibi tuhaflıklar, işin içinde din olduğu için sorgulanamıyor. Artık söz konusu olan “dinin postmodern biçimde siyasete alete edilmesi” ve dahası iktidar partisinin bu konuda tekeli elinde bulundurması. 

Eskiden sağ partiler, cemaatleri paylaşma savaşı verir, pazarlıklar yapılır, birbiri ile yarışırdı. Yetmişli yıllarda, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi ile yarış içinde kapağında parti amblemi olan Kuran dağıtıyordu. Şimdi iktidar partisi dini, devletin resmi ideolojisi olarak dolaşıma sokuyor. Bu da başka bir çıkmaz yoldur, bu gayretlerin sahiplerine hiç faydası olmadı, işler bu yola girince nihayetinde din devleti de kursanız, daha fazla dindarlık iddiasında olanlar karşınıza çıkacak. 1979’da Kâbe’yi işgal ederek Suudi rejimini tehdit edenler unutulmasın. Unutulmasın, ne baskılar, ne din kisvesi kurtarır bir ülkeyi sıkıntılardan, tek çözüm toplumsal barışı temin etmektir, onun da yolu özgürlükleri yok etmek değil, önünü açmaktır.