Anayasa Mahkemesi (AYM), MİT TIR'larını durduran ve meslekten ihraç edilen savcıların yaptığı bireysel başvuruyu, iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez buldu.
Resmi Gazete'de yayımlanan karara göre, meslekten ihraç edilen eski Adana Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık, eski Başsavcıvekili Ahmet Karaca, eski savcılar Aziz Takçı ve Özcan Şişman 1 Ocak 2014'te Hatay Kırıkhan'da, 19 Ocak 2014'te Adana Ceyhan'da MİT'e ait TIR'ların durdurulması ve aranması talimatı verdi.
TIR'ların MİT'e ait olduğunun belirtilmesine karşın işleme devam eden savcılar gözaltına alınarak tutuklandı. Savcılar ayrıca Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nca, MİT tarafından yasal olarak gerçekleştirilen, özünde devlet sırrı niteliğinde olan faaliyeti, ifşa etme kastı ile hareket eden planlı ve organize yapının parçası olmak suretiyle, mesleğin şeref ve onurunu bozan eylemlerde bulundukları gerekçesiyle açığa alınıp, ihraç edildi.
İhraç edilen savcılar, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulundu.
Başvuru dilekçesinde, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın "doğal hakim" ilkesine aykırı olarak kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan yetkisiz bir mahkeme tarafından savcılık mesleğine ilişkin kanundan kaynaklanan görevlerin yerine getirilmesi nedeniyle tutuklama yapıldığı iddia edildi. Ayrıca haklarında kesinleşmiş mahkeme kararı olmadan suçlu gibi gösterildikleri ve bu durumun masumiyet karinesi ilkesini ihlal ettiği savunuldu.
Başvuruyu değerlendiren Yüksek Mahkeme, iddiaları açıkça dayanaktan yoksun bularak, başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verdi.
Kararda, bireysel başvurularda hak ve özgürlüklerden hangisinin, hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillerin açıklanması gerektiği, ancak başvurucuların masumiyet karinesinin ihlaline ilişkin Başbakan, hükümet üyeleri, siyasetçiler, yargı mensupları ve bir kısım medya organı yönünden öne sürdükleri iddiaları delilleriyle ortaya koyma yükümlülüğünü yerine getirmediği belirtildi.
Başvurucuların masumiyet karinesinin kamu makamları tarafından ihlal edildiğine yönelik tek somut bilginin Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanının açıklamaları olduğu belirtilen kararda, Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanının, başvurucuların isimlerini zikretmeden, ulusal güvenliğe ve hükümete yönelik bir eylem olarak değerlendirdikleri söz konusu faaliyetlere ve bu faaliyetlerin icra ediliş şekline yönelik eleştiri ve açıklamalarda bulunduğu anlatıldı.
Bağlam ve şartları ile içeriği birlikte değerlendirildiğinde ve MİT'e ait tırların durdurulmasına ve aranmasına yönelik tartışmaların güncelliği nedeniyle ortaya çıkan kamusal yarar dikkate alındığında bu açıklama ve eleştirilerle başvurucuların suçlu olarak nitelendirilmesinin ya da suçlu muamelesine tabi tutulmasının söz konusu olmadığı sonucuna varıldığı, bu nedenle masumiyet karinesinin ihlali iddialarının açıkça dayanaktan yoksun bulunduğu kaydedildi.
"Kanuni hâkim güvencesine
aykırılık teşkil etmez"
Kararda ayrıca, belirli bir olay, kişi veya toplulukla sınırlı olmamak kaydıyla yeni kurulan bir mahkemenin veya kurulu bulunan bir mahkemeye yeni atanan hakimin, kurulma veya atanma tarihinden önce gerçekleşen uyuşmazlıklara bakmalarının kanuni hakim güvencesine aykırılık teşkil etmeyeceği belirtildi.
Başvurucular hakkında verilen tutuklama ve tutuklamaya itirazın reddi kararlarında açıklanan gerekçeler ile bu gerekçelerde dayanılan delillerin içeriği, HSYK Başmüfettişliğinin inceleme ve soruşturma raporunda başvuruculara ilişkin yer alan tespit ve değerlendirmeler, iddianame ile başvuruculara isnat edilen eylemlerle buna ilişkin deliller birlikte değerlendirildiğinde başvurucular yönünden suç işlemiş olabileceklerinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu sonucuna varıldığı bildirildi.
Kararda, şöyle denildi:
"Başvurucular hakkında verilen tutuklama kararının, onların Cumhuriyet başsavcısı, Cumhuriyet başsavcıvekili ve Cumhuriyet savcısı olarak soruşturma işlemleri yapma ya da yaptırma yetkileri kapsamında verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle değil yetkileri olmadığı halde kasıtlı bir şekilde mesleki konumlarını ve mesleklerinden kaynaklanan yetkilerini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, terör örgütlerine yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmak amacıyla kullandıkları iddiasıyla verildiği görülmektedir. Dolayısıyla başvurucuların görevleri kapsamında yürüttükleri yargısal bir faaliyet nedeniyle tutuklandıkları iddiası yerinde değildir."
Soruşturma mercilerinin ve derece mahkemelerinin -ağır cezalık suçüstü halinin bulunmadığı hiçbir durumda- hakim ve savcılar hakkında yakalama, arama, sorguya çekme işlemlerinin ve dolayısıyla tutuklama tedbirinin uygulanamayacağını kabul etmenin mümkün olmadığı vurgulanan kararda, Kanunla öngörülen usul hükümlerine riayet edilerek yetkili makamlarca soruşturma izni verilmiş olması koşuluyla tutuklama da dahil olmak üzere hakim ve savcılar hakkında koruma tedbirlerinin uygulanabileceği yönündeki kabul ve değerlendirmelerde bariz takdir hatasının ya da açık bir keyfiliğin bulunduğunun söylenemeyeceği kaydedildi.
Kararda, "Açıklanan nedenlerle başvurucuların tutuklama kararı verilen suçlar yönünden makul veya kuvvetli suç şüphesinin olmadığı, tutuklamaya esas eylemin hukuk düzenince suç olarak düzenlenmediği, olayda tutuklama nedenlerinin bulunmadığı ve yürüttükleri yargısal bir faaliyet nedeniyle tutuklandıkları, birinci sınıf hakim-savcı olmaları nedeniyle suçüstü hali olmadan tutuklanmalarının hukuki olmadığı iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir." tespiti yer aldı.