Aydın Engin*
Cemaat’in henüz FETÖ olarak anılmadığı günlerdi. Ancak AKP tepeleri (Nakşibendiler diye de okuyabilirsiniz) ile Nurculuk hareketinden dönüşme Gülen Cemaati arasındaki sarmaş dolaş iktidar ilişkisinde ciddi bir bozuşmanın ipuçları da belirmişti.
Bırakınız 17-25 Aralık’ta ortalığa saçılan ses kayıtlarını, bırakınız MİT Müsteşarı’nı sorguya alma denemesini, henüz dershane krizi bile patlak vermemişken sözünü ettiğim ipuçları belirmişti.
Gazeteci tayfası bu ipuçlarını “Cemaat’in vitrinindekiler” diye anılanların üstü örtük, imalı cümlelerinden öğrenirdi.
Gitgide bu üstü örtük cümleler, imalar daha açık yakınmalara dönüşmeye başladı. Cemaat’in vitrinindekilerin önde gelenlerinden birinin birkaç gazeteciyle sohbet sırasındaki yakınmalarını hatırlıyorum:
-Bizim Mülkiye’den, hukuk fakültelerinden, uluslararası ilişkilerden mezun olmuş, devlet katında göreve talip pırıl pırıl gençlerimiz yazılı sınavlarda en yüksek puanları alıyorlar ama mülakat aşamasında eleniyorlar. İşe girebilmek için bizimle bağlarını saklamak zorunda kalıyorlar. Bizim yurtlarda kaldıklarını bile gizliyorlar...
Sorduk:
-Yani kılıçlar çekildi mi?
Cevap duraksamadan geldi:
-Yakındır.
Sahiden de yakınmış.
Önce MİT Müsteşarı’nı sorgulama girişimi patladı ve Tayyip Erdoğan bunu kendisine kadar uzanacak bir sivil darbe girişimi olarak niteledi.
Ardından bir torba yasa ile 2013-2014 eğitim-öğretim yılının sonunda bütün dershanelerin, bütün etüt merkezlerinin kapatılacağı, hepsinin özel okula dönüştürülüp Milli Eğitim Bakanlığı’nın tam denetimi altına alınacağı Ankara gazetecileri arasında herkesin bildiği bir sır haline geldi.
Cemaat’in yayın organı Zaman gazetesi yaylım ateşine geçti. Art arda “Böyle bir yasa darbe döneminde bile uygulanmadı” manşetlerini, “Kanun zoruyla dershane kapatmaya iş dünyası da hayır diyor” gibi haber kılıfında uyarıları okuduk.
2013’ün Kasım ayıydı.
Çok değil birkaç hafta sonra 17/25 Aralık’ın ses kayıtları gazetelerin, televizyonların haber merkezlerine ulaştı (ulaştırıldı).
Kılıçlar çekildi ve amansız, acımasız bir savaş patladı. Bir zamanların sarmaş dolaş iktidar ortakları fena kapıştılar. Hükümet kanadı devletin olanaklarını kullanarak Cemaat’in üstüne çöktü. Cemaat, örgütlenme ağının bütün kanatlarıyla saldırıyı göğüslemeye çalıştı, karşı saldırıyı başlattı. Bakan çocukları gözaltına alındı, bakan çocuğundan da değerli Rıza Sarraf nam delikanlı, iş ortağı Halkbank genel müdürü filan gözaltına alındı.
Darbe girişimine daha iki buçuk yıl vardı ama Cemaat artık AKP tepelerince ve elbette talimatı alan AKP medyasınca FETÖ adıyla vaftiz edildi.
Henüz Cemaatçilere (artık FETÖ’cüler diye okumalısınız) yönelik kitlesel tutuklama dalgası başlamamıştı. Hatta belleğim beni yanıltmıyorsa tek tek tutuklamalar bile henüz yaşanmamıştı.
2016’nın Ocak ayı sonunda Cemaat’in bir zamanlar AKP’li bakanları, Meclis başkanını, valileri, AKP medyasının namlı gazetecilerini ağırladığı, adeta gövde gösterisi yaptığı ünlü Abant Konferansları’nın sonuncusu düzenlendi.
Benzer toplantılarda haberciler “Kimler katıldı” sorusuna cevap verir, art arda adlar yayımlanır. İyi haberciler ise can alıcı bir soruyu da sorarlar:
-Kimler katılmadı?
Cumhuriyet her iki soruya cevap veren haberlerle çıktı. İyi etti, çünkü Abant toplantılarında baştan beri görev almış, yetkili oldukları her hallerinden belli olanların hemen hemen hiçbiri yoktu.
15 Temmuz darbe girişimine aylar vardı ve Cemaat’in vitrinindekiler 34. Abant Toplantısı’nda yoklardı...
Kısa süre sonra da vitrindekilerin tümü değilse bile çoğunun, özellikle “en vitrindekiler”in yurtdışına çıktıkları öğrenildi.
Darbe girişimine henüz beş ay vardı.
***
Yerim bitti. Burada istemeye istemeye noktayı koyayım ve ama yarın mutlaka devam edeyim olur mu?
*Bu yazı ilk kez Cumhuriyet'te yayımlanmıştır.