Aydın Engin*
Sınırlı, kısıtlı, aksak, şaşı, kör, topal da olsa, darbelerle sık sık önü kesilmiş de olsa işleyen bir demokrasinin kırıntılarına bile muhtaç olduğumuz günler yaşıyoruz. Devletin dizginlerini tümüyle ele geçirmiş, devletin üç temel bileşenini, yasama, yürütme ve yargı erklerini tek elde toplamanın somut adımlarını günbegün atan bir saldırının kuşatması altındayız.
Böyle günlerde demokrasiyi, özgürlükleri, adaleti savunan her adımı, çok küçük, çok yetersiz bile olsa desteklemek bizler için yakıcı bir yurttaşlık ödevi...
Bu bağlamda CHP’den önemsenmesi, hele hele asla küçümsenmemesi gereken adımlar geliyor.
“Adalet Yürüyüşü” bunlardan biriydi. “Klavye silahşörleri” epey saldırdı ama Maltepe’de yürüyüşü noktalayan ve CHP üyelerinden, yandaşlarından ibaret olmayan dev bir kitlenin buluştuğu miting sonrasında seslerini epey kıstılar.
Birkaç paragraf yukarıda “Demokrasiyi, özgürlükleri ve adaleti savunan her adımı desteklememiz gereken günlerdeyiz” dendi. Bu tutumda ısrarlı ve inatçı olsak gerek. Ancak bu, dostça ve yapıcı eleştirilerden uzak durma anlamına gelmiyor.
***
Şimdi Adalet Kurultay’ı üstüne birkaç not.
Adalet Yürüyüşü sırasında “Ekmeleddingiller”e büyük ölçüde uzak duruldu. Ancak Adalet Kurultayı sırasında sağ muhafazakâr siyasal çizgilere yakın, Kürt siyasal hareketine, kendini “radikal demokrat” olarak tanımlayanlara ve CHP’nin solunda konumlananlara uzak durma eğilimi ağır bastı.
Kurultay toplantılarından, atelye çalışmalarından birçok örnek bulunabilir. “Kimler oradaydı” sorusu kadar “Kimler ve neden orada yoktu, davetli mi değillerdi” sorusu önemli ve anlamlı. Umarım ve dilerim CHP üst yönetimi bu eksiklerle hesaplaşacaktır.
Ancak daha temel bir sorun var: CHP üst yönetimi epeydir “muhafazakâr sağ” diye tanımlanabilecek siyasal kesimlere, hareketlere ve partilere aşırı önem veriyor.
Bu sadece cumhurbaşkanı adayı olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı için MHP kökenli Mansur Yavaş’ı bulup CHP’lilere ve AKP’ye oy vermeyecek öteki seçmenlere dayatılmasından ibaret değil.
CHP “sağ muhafazakâr” seçmeni kendisine çekebileceğini varsaymak gibi bir yanılgıyla, sosyal demokrat çizgi ile bağdaşmayacak tutumlarda ısrar ediyor.
Çanakkale Adalet Kurultay’ında içki içilmesi üstüne koparılan fırtına bunun küçük, belki önemsiz ama kanımca anlamlı bir kanıtı.
Kurultay alanındaki çadırlarda içki içilmemesi bir kural olarak benimsenmişti. Bu kural medyada da yayımlandı. Anlaşılan birkaç CHP’li bu kuralı kulak ardı ettiler.
Peki, bunun cevabı onlara “Alçak, şerefsiz, provokatör” denmesi, derhal partiden ihraç edilmeleri için parti içi bir linç hareketine girişilmesi, kurultay alanında hoparlörlü minibüs dolaştırılıp “İçmeyin sakın haaa... Yoksa fena yaparız” yollu anonslar yapılması mı olmalıydı? İçki içen genç partililer sakin ama kararlı cümlelerle uyarılır, Erdoğan’ın ağzına sakız verilmezden, “Votka mı, şarap mı” diye saldırmasına fırsat ve olanak tanınmazdı.
***
Kanımca sorun kurultayda içki içilmesinin çok ötesinde. CHP, “sağ muhafazakâr” seçmen kitlesine de, onların siyasal örgütlerine de kendini adeta tutsak ediyor. Olmayacak duaya amin demekte ısrar ediyor.
Kılıçdaroğlu önceki gün kanımca isabetli bir saptamayla “AKP Erdoğan’ın tutsağı oldu” dedi.
Peki, birileri “CHP, muhafazakâr seçmenin ve onların siyasal örgüt ve temsilcilerinin tutsağı oluyor” dese çok haksız mı olur?