Hülya Karabağlı
Atatürk araştırmacısı Eriş Ülger, Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatındaki kadınlardan Fikriye Hanım’a yazdığı şiiri kamuoyu ile paylaştı. Arşivinin en önemli belgelerini T24’e açıklayan Ülger, Atatürk’ün Doktor Fikret (Onuralp) ile aşk üzerine yaptığı sohbeti de aktardı.
“Zafere Giden Yol”, “Latife Gazi Mustafa Kemal”, “Türk Rönesansı ve Anılarda Gazi Mustafa Kemal Atatürk” gibi Atatürk’e dair birçok kitap kaleme alan Eriş Ülger, Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Eylül 1924’te Fikriye Hanım’a hitaben yazdığı şiiri ortaya çıkardı.
Ülger’in aktardıklarına göre, eski Türkçe ile kaleme alınan şiiri Atatürk, Hamideye Kruvazörü ile Giresun’dan Ordu’ya geçerken kamarasına çağırdığı yaveri Salih Bozok’a dikte ettiriyor. Salih Bozok’un küçük boy cep defterine not ettiği, Atatürk’ün Fikret Hanım’a hitaben söylediği şiir şöyle:
“İçsem de bir kadeh hayat iksirinden,
Zamansız ayrıldım, bilinsin Fikriye’den.
Bıkmadım ki doyayım o narin ellerinden,
Ümmid-i aşkım saracak seni, cefakâr teninden.”
Araştırmacı Ülger, Bozok’un anı defterinden yola çıkarak, Atatürk’ün Fikriye Hanım’ın ölümü ardından defin işlemleri için verdiği ayrıntılı direktifleri de aktardı. Notlara göre Atatürk, Bozok’a “Bugün bu işi bitir. Müteveffayı hastaneden alırken imkânlar içinde kimsenin görmeyeceği bir saati seç” diyor.
Eriş Ülger, Atatürk’ün Doktor Fikret ile konuşmalarını da aktardı. Ülger, Doktor Fikret’in “Hiç gerçekten âşık oldun mu?” sorusu üzerine Atatürk’ün şu sözleri dile getirdiğini ileri sürdü:
“Hüzün’le evlenecektim. Son ziyaretimde Hüzün’ün odasına girip de yatağını boş bulduğum zaman dünya başıma yıkılmıştı. O anda yüreğimde duyduğum acıyı bir daha hiç kimse için duymadım ve sanırım bundan böyle de duymam. O benim her şeyimdi.”
Ülger, bahsi geçen konuşmanın devamında Doktor Fikret’in “Peki, şimdilerde” sorusuna cevaben Atatürk’ün Fikriye Hanım’dan bahsettiğini belirtti.
‘Fikriye Hanım, Çankaya’nın kapısında kalbine ateş ederek intihar etti’
Atatürk araştırmacısı Ülger, Fikriye Hanım’ın hikâyesini özetle şöyle anlatıyor:
“Fikriye Hanım, Ankara Garı’ndaki Direksiyon Binası’nda ulusal mücadelenin en zorlu sürecinde bulundu. Karargâh olarak kullanılan binada, Fikriye Hanım âşık olduğu Atatürk’ün yanında yemekler yaptı, çamaşırlar yıkadı; cepheden gelenleri, ziyaretçileri ağırladı, gidenleri uğurladı. Birinci ve İkinci İnönü Savaşları’nın kazanıldığı sürecin ardından Atatürk, cepheden döndü ve iki yıla yakın omuz omuza mücadele verdiler.”
“Fikriye Hanım, 30 Mayıs 1924 günü Atatürk’ün kendisine hediye ettiği ve üzerinde isminin baş harf ‘F’ olan Brownik marka tabancasıyla kalbini hedef alarak intihara teşebbüs etti. Fikriye Hanım, kaldırıldığı Memleket Hastanesi’nde hayatını kaybetti.”
Beş yıl önce T24 Parlamento Muhabiri Hülya Karabağlı’ya “Fikriye Hanım’ın bugünkü Kuğulu Park’ta gömülü olduğunu” söyleyen araştırmacı Ülger, iddiasını yeni belgelerle savunmaya devam ediyor. Ölümü üzerinden 88 yıl geçen Fikriye Hanım’ın defin işlemine dair Atatürk imzalı belgeleri de ilk kez T24’e açıkladı.
Salih Bozok: Defnedenler kimi defnettiklerini bilmiyordu…
Ülger’in açıkladığı belgede, Atatürk’ün yaveri Bozok’a Fikriye Hanım’ın defin işlemi için yapılması gerekenleri izah ettiği ifadeler şöyle:
“Muameleler bittikten ve özellikle de hazırlanan ölüm raporu tanzim edildikten sonra, bizim Köşk’ten aşağı inerken Cebeci istikametine doğru eki bir mezarlık vardır ya, Fikriye Hanım’ı oraya defnedeceksin. Bugün bu işi bitir. Müteveffayı hastaneden alırken imkânlar içinde kimsenin görmeyeceği bir saati seç. Akşamdan sonra da defin işi yapılabilir. Ama gündüz gözü ile mezarı hazırlat.”
Salih Bozok da defin sürecini anı defterinde şöyle not ediyor:
“Hemen hastaneye gittim. Gerekenleri ve muameleyi çok kısa bir zamanda bitirdim. Mevtayı akşam karanlığında, daha önceden hazırlattığım mezara defnettik. Defin işini yapanlar dahi kimi defnettiklerini bilmiyorlardı.”
Atatürk’ün Fikriye’yi mezarında ilk ve son ziyareti
Tarihçi Eriş Ülger’e göre Atatürk, Salih Bozok ile birlikte Fikriye’nin mezarını ziyaret etti. Ülger, bilinmeyen ziyareti belgelere dayanarak şöyle anlattı:
“Mustafa Kemal, 30 Mayıs 1924 tarihinde defnedenlerin bile kimi defnettiklerini bilmediği Fikriye’yi, ölümünden 5-6 hafta sonra, 25 Temmuz 1924 günü Salih Bozok’u da yanına alarak ziyaret eder. Sıcak hava Mustafa Kemal’i terletir. Cebinden ipek beyaz mendilini çıkarır, yüzünü ve alnını siler. Beyaz mendil sırılsıklam olur. Beş, on adım arkasında duran Salih Bozok’a dönüp yeni bir mendil isteyince yüzü her şeyi ele verir. Paşa, Bozok’a, ‘Çocuk, bu mendiller insanın terini silmiyor, senin mendilin var mı?’ diye sorar. Mezarın başında Fikriye ile baş başa kalan Mustafa Kemal ayrılırken beyaz mendilini bırakır. Bu, Fikriye’yi ilk ve son ziyaretidir.”
Atatürk’ün Latife Hanım’dan ayrılma kararını açıkladığı mektup
Eriş Ülger, Fikriye’nin ölümü ardından Atatürk ve Latife Hanım arasındaki gerilimi de şu sözlerle aktardı:
“Uşşakizade Latife bütün gayretine, bütün kuvvetine rağmen Fikriye Hanım’a mağlup olmuştur. Dirisiyle baş edemeyen Latife, Fikriye’nin hem maddi ve hem de manevi varlığına yenildi. Atatürk de ayrılma kararını İsmet İnönü’ye açtı.”
Atatürk’ün 9 Ekim 1924 tarihinde Erzurum’dan İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup için Ülger, “’Kararım katidir’ diyen Atatürk, bundan sonraki hayatlarında Latife Hanım ve ailesine titizlik gösterilmesini istiyor. Ayrılma kararını bildiren mektubun 30 Mayıs 1924 tarihinde ölen Fikriye’nin ölümünden yaklaşık dört ay sonra kaleme alınması dikkat çekici” dedi.
“Gazi Mustafa Kemal” imzalı tarihi mektup şöyle:
“Lâtife Hanım takaddüm ederek Ankara'ya geliyor. Beraber seyahate devamı münasip görmedik. Çünkü iki senelik tecrübe beraber yaşamak imkânı olmayacağına kanaat hâsıl ettirdi. Kararımdan kendisini haberdar ettim. Çok meyus ve mahzundur. Zatıâlinizin ve belki Fevzi Paşa Hazretleri'nin itilafı için delâletinizi rica edecektir. Kararım katidir. Yalnız gerek kendisinin gerek ailesinin şeref ve haysiyetini rencide etmek istemiyorum. Kendisine ve ailesine hürmetlerimi ve hakiki dostluğumu muhafaza edeceğim. Sureti infikakı Ankara'da kararlaştırırız. Sükûnetle İzmir'e gitmeğe muvafakati temin ediniz.
Gözlerinizden öperim.
Gazi Mustafa Kemâl”
‘Mustafa çok özel olacak ama hiç gerçekten âşık oldun mu?’
Eriş Ülger, Mustafa Kemal Atatürk’ün Sofya’da askeri ataşelik yaptığı sırada bir gün kimseye haber vermeden kaçıp geldiği İzmir’de Doktor Fikret’e Fikriye Hanım’ı itiraf ettiğini belirtti. Tarihçi Ülger’in aktardıklarına göre, Atatürk ve Doktor Fikret Onuralp arasında geçen konuşma özetle şöyle:
Doktor Fikret: “Geldiğine ne kadar sevindiğimi bilemezsin ama önce birkaç muayene olacak hastam var, onlara bakayım sonra Kordon’a çıkarız.”
Bir kaç saat sonra Kordon’da yol üzerindeki bir meyhanede buluşan ikilinin konuşmasının ilgili kısmı şöyle devam ediyor:
Doktor Fikret: “Mustafa bütün bunlar iyi, tamam da, zaten sen ne zaman beni yanında görmek istersen ben hemen gelirim. Bu benim sana namus sözümdür. Biraz da Sofya’daki gönül maceralarından bahsetsen. Meselâ Mesela General Kovaçev’in kızı?
Mustafa Kemal Atatürk: “Elbette kendisini yakından tanıdım ve birkaç kere de dans ettik ama gerisi söylenti. Evlenecekmişim, kızı babasından istemişim, bunların hepsi dedikodu. Ben her şeyden önce askerim ve benim geleceğim var.”
Doktor Fikret: “Peki, Bulgar Başbakanı Radolavof’un kızı?”
Mustafa Kemal Atatürk: “Fikret sana demin söyledim. Elbette bunlarla tanıştım, dans ettim, ben bekâr bir erkeğim, kim geliyorsa onunla dans ediyorum. Ama hiç kimseye gelecek vaat etmedim.”
Doktor Fikret: “Mustafa çok özel olacak ama hiç gerçekten âşık oldun mu? Gerçekten sevdin mi?”
‘Hüzün benim her şeyimdi’
Mustafa Kemal Atatürk: “Elbette sevdim. Paşa kızı idi. Ona ders veriyordum. Babası tayin olup Selânik’ten İstanbul’a gelince ayrılmak zorunda kaldım. Onu çok ama çok sevmiştim. Şayet hastalanmasaydı, bir hastane odasında ona verdiğim sözü mutlaka yerine getirecektim. ‘Hüzün’ le evlenecektim. Zaten son ziyaretimde Hüzün’ün odasına girip de yatağını boş bulduğum zaman dünya başıma yıkılmıştı. O anda yüreğimde duyduğum acıyı bir daha hiç kimse için duymadım ve sanırım bundan böyle de duymam. O benim her şeyimdi.”
Doktor Fikret: “Peki, şimdilerde.”
Mustafa Kemal Atatürk: “Bilmem ki Fikret sana nasıl cevap vereyim. Şu anda İstanbul’da Fikriye diye bir kız var. Sanırım şu aralar 13-14 yaşlarında hoş ve güzel bir kız. Üvey babamın yeğeni. Onun da bana ilgi duyduğunu hissediyorum. Ama Hüzün’den sonra birisine bağlanmak, birisiyle evlenmek bana imkânsız gibi geliyor.”
Tarihçi Ülger, bazı yazarların Fikriye Hanım hakkında, “Çok genç yaşta Mısırlı bir iş adamı ile evlenmiş, fakat bu evlilik çok kısa sürmüş ve Fikriye Hanım Mısırlı eşinden ayrıldıktan sonra tekrar dönerek baba evine yerleşmiştir” iddialarına da itiraz etti.
“Gerçekte Mısırlı bir doktorla bir evlilik vardır ama bu kişi Fikriye değil, ablası Emine Melâhat’tır. Melâhat iki yıl önce bir Mısırlı bir doktorla evlenmiş ve mutlu bir hayat sürüyordu. Ancak birdenbire Mısırda salgın bir hastalık olan kolera başlamıştı. Melahat’ın eşi koleraya yakalanmış üç gün içinde vefat etmişti. Melâhat, hazırlanıp İstanbul’a döneyim demesine kalmadan bir hafta sonra Mısır Konsolosluğu’ndan gelen haberde öldüğü bildiriliyordu. Vasfiye Hanım kızı Fikriye, binbir zorlukla İskenderiye’ye kadar gelirler. Kızlarının oturduğu mahalleye geldikleri zaman gözlerine inanamazlar. Her yer yıkılmış, yakılmıştır. Zorlukla Muhtar’ı bulurlar. Muhtar, İngilizlerin geldiğini evlerde ne kadar eşya varsa hepsini kapıların önüne çıkarıp yaktıklarını söyler. Fikriye ve annesi aynı zorlukla İstanbul’a dönerler.”
Fikriye Hanım, Mustafa Kemal’den 12 yaş küçük mü?
Ülger, “Fikriye Hanım, Mustafa Kemal’den 12 yaş değil, 6 yaş küçüktür. Mustafa Kemal 19 Mayıs 1881’de, Fikriye Hanım ise 1887’nin sonbaharında doğmuşlardır. Bu nedenle aradaki yaş farkı 6 yıldır” dedi. Ülger’e göre, “O tarihte Fikriye Hanım’ın nüfus cüzdanının olması mümkün değil. Mustafa Kemal’in nüfuz cüzdanı, Büyük Zafer’den hemen sonra hazırlanarak kendisine takdim ediliyor.”
Fikriye Hanım’ın hayat hikayesi
Tarihçi Eriş Ülger, Fikriye’nin aile kökenlerini ve Fikriye’nin Atatürk ile yakınlaşmasını şu sözlerle anlattı:
“Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım’ın ikinci eşi Ragıp Bey’in (Çoğu tarihçi ‘Galip Bey’ der, ancak doğrusu Ragıp Bey’dir) ağabeyi Memduh Bey’in kızı. Babası Memduh Bey, Konya Karamanoğulları soyundan Lalotlar lakabıyla anılan bir aileden geliyor. Fikriye’nin annesinin ismi Vasfiye Hanım. Aile, Teselya’nın Yenişehir şimdiki adı ile Larissa Kasaba’sında oturuyor. Osmanlı, Yunanlılara yenilince çetelerin baskınlarıyla bunalan aile, Fikriye’nin babası Memduh Hayrettin Bey ile kardeşi, ilerde Mustafa Kemal’in üvey babası olacak Ragıp Bey, elde ne var ne yoksa satıp, sürülerini, davarlarını, atlarını ve sattıklarından elde ettikleri para ve kıymetli eşyalarını da alarak Selanik’e yola çıkar.”
Selanik yolunda eşkıyalarla karşılaşma
“Selanik yolunda eşkıyalara yakalanıp canlarını zor kurtarırlar. Bir çift öküz, tekerlekleri kırık dökük kağnı arabası kalmıştır sadece. Selanik’te bir ev tutarlar. Ancak geçim kolay değildir. Ragıp Bey Tekel’de bir iş bulur fakat ağabeyi Memduh Bey, mevcut sıkıntıya daha fazla katlanamayarak ailesi ile birlikte İstanbul’a göç eder. Aile, 1894 yılında İstanbul’da Akbıyık Mahallesi’ndeki Kazasker Molla’nın konağına yerleşirler. Fikriye henüz 6-7 yaşındadır.”
“Mustafa Kemal, İstanbul’a Harp Okulu’nda okuduğu dönemde sürgüne gönderildiği yerlerden İstanbul’a her geldiğinde fırsat bulur bulmaz arkadaşlarıyla bir araya gelirken, Akbıyık’ta oturan Fikriye’nin ailesini de ziyaret ediyor.”
Araştırmacı Eriş Ülger’e göre, “Fikriye, Mustafa Kemal’e ilk görüşte vuruluyor.” Ülger, o dönemi şu sözlerle anlattı:
“Mustafa Kemal de süzgün ve hüzünle bakan iki çift gözde bir şeyler görmüş olmalı ki, hafta sonları izinlerini Fikriye ve ağabeysi Ali Enver ve kız kardeşi Jülide ile geçirmeye başladı. Mustafa Kemâl’in Akbıyık’taki evi her ziyaretinde Mustafa ile Fikriye birbirine yakınlaşır. Hiç okula gitmeyen Fikriye, özel derslerle iyi derecede piyano ve annesi Vasfiye Hanım’dan da ut çalmayı öğrenir. 10 Ağustos 1898’de tekrar İstanbul’a dönen Mustafa Kemâl’in ilk ziyaret ettiği yer Akbıyık’taki Fikriye’nin oturduğu ev olur. Mustafa Kemal Atatürk’e kapıyı açar. Delice sevinci dışa vurmamak için olağan üstü çaba sarf eder. Salona buyur eder. Vasfiye Hanım, damat adayına eliyle kahvesini pişirir. Fikriye, kahveden sonra Selanik’in meşhur sakız reçelinden ikram etmek ister ama Mustafa Kemal’in acelesi vardır. Ayrılırken Atatürk, önce Vasfiye Hanım’ın elini, sonra da Fikriye’nin de yanaklarını öper. Rüyalarını süsleyen, iç dünyasında şekillendirdiği, hasret ve özlemle beklediği bir buse olmasa da Fikriye’nin içi ürperir.”