675 sayılı kanun hükmünde kararname (KHK) ile kapatılan Özgür Gündem'in Yayın Danışma Kurulu'nda yer aldığı gerekçesiyle 136 gün tutuklu kalan yazar Aslı Erdoğan, "Edebiyatım hakkında biraz daha bir şeyler konuşulsaydı belki hapse girmeyecektim" dedi. Erdoğan, "Hakikaten ne yapsam ne desem her yerden eleştirmek için bekleyen keskin nişancılar var. Yanlış bir laf etse de pasaportunu iptal etsek ya da gene içeri tıksak diyen bir kesim de var" ifadesini kullandı.
Bir süre önce yurt dışına çıkış yasağı kaldırılan Aslı Erdoğan, denemelerinden bir seçkiden oluşan 'Artık Sessizlik Bile Senin Değil' adlı yeni kitabının 'Neppure il silenzio é piu tuo' adıyla İtalyancaya çevrilmesine ilişkin Roma'daki bir etkinliğe katıldı. Hafta başında 'Uluslararası Kurgu' dalında İtalya'da Vincenzo Padula Ödülü de alan Erdoğan, Piu Libri Piu Liberi (Daha Çok Kitap Daha Çok Özgürlük) Yayıncılık Fuarı'nda 'İsyan etmek, direnmek, yazmak' adlı söyleşide konuştu.
Cezaevi deneyimini, savaş deneyimine benzeten Aslı Erdoğan, "Geriye dönmek mümkün değildir. Cezaevinde değişip değişmediğini anlamak dahi kolay değildir. Oradan dışarıya çıktığımda insanlara değişip değişmediğimi sordum. İlk aldığım 'evet' cevabının ardından ağladım" diye konuştu. 'Sizi öldürmeyen şey güçlendirir' cümlesinden nefret ettiğini dile getiren Erdoğan, "Cezaevi bir travmaydı. Her travma senin içinde bir şey öldürüyor, aynı zamanda bir şeyleri de hayatta tutuyor. Aslı'nın içinde de bir şeyler öldü ama bir şeyler de hayatta kaldı" dedi.
'ÖNCE CEZALAR YAĞIYORDU, ŞİMDİ ÖDÜLLER'
Aslı Erdoğan etkinliğin ardından Doğan Haber Ajansı'na konuştu. Cezaevindeyken 3 ödüle layık görülen, Aralık 2016'da serbest kalmasının ardından da yurt dışından ödüller almaya devam eden Erdoğan, "Eylül'de Almanya'da Erich Maria Remarque Barış Ödülü'nü almıştım. İtalya'da da bu hafta ödüllendirildim. Pazar günü Almanya'da bir ödül daha alacağım. Ama asıl önemlisi, ocak ayında Fransa'da Simone de Beauvoir Ödülü'nü alacağım. Önce cezalar yağıyordu. şimdi de ödüller" dedi. Erdoğan, bu ödüllerin bir ayağının, kendisiyle bir tür dayanışma olduğunu zannettiğini belirtti.
'TÜRKİYE SON DERECE CİNSİYET AYRIMCI BİR ÜLKE'
Türkiye'deki sürecin kendisi için aslında epeydir zor olduğunu anlatan Aslı Erdoğan, şunları söyledi: "Kitaplarımın edebiyat dünyasında kabulü çok zor olmadı ama kolay da olmadı. Fakat ne zamanki köşe yazarlığına başladım, kitaplarımın etrafında bir sessizlik halesi belirmeye başladı. Yani aslında cezaevine girmeden önce epeyce unutulmuş hatta dışlanmış bir yazardım. Sözgelimi, 2013'te Norveç'te çok önemli bir ödül (Özgürlük Ödülü) aldım ben. Orada kadınların oy hakkını kazanışlarının 100'üncü yıldönümünde verilen bir ödüldü ve Türkiye'de hiçbir gazete bunu yazmadı. Artık şizofrenik bir durumdu. Yurt dışında 12-13 dile çevrilmişti eserlerim cezaevine girmeden. Türkiye'de bir köşe yazarı olarak yıllardır iş bulamıyordum. Bunun nedenleri çok derin. Mutlaka benim de kusurlarım vardır. Bunun dışında edebiyat dünyasının, benim örneğim üzerinden biraz kendisine bakması gerekiyor. Yani biz kadın yazarlara ayrımcılık yapıyor muyuz yapmıyor muyuz? Ya da kadın yazarların, kendilerine ayrılan köşeye oturmadıklarında, erkeklere tanınan alanda yazmaya başladıklarında acaba nasıl davranıyorum? Sadece Türkiye'de de değil tüm dünyada sorulması gereken soru bu. Bir kadın yazar her yerde ayrımcılıkla baş etmek zorunda. Türkiye'de de bu konuda çok temiz bir sicilimiz yok açıkçası. Son derece cinsiyet ayrımcı bir ülke olduğunu ve ana problemlerinden birinin de bu olduğunu düşünüyorum. Yaşadığım 50 yıl, bu görüşümü zayıflatmak yerine güçlendirdikçe güçlendiriyor.
'SOKAĞA ÇIKAMADIĞIM GÜNLER VARDI'
2004 yılında, geleceğe kalacak 50 yazar arasında seçildiğimde Türkiye'de sosyal bir linç kampanyasının hedefiydim benim hakkımda yazılmış bir kitap üzerinden ve derin yarılmayı ilk o zaman yaşadım. Hakikaten Türkiye'de sokağa çıkamadığım günler vardı. Ve bir yerde seni geleceğe kalacak 50 yazar arasında seçiyorlar. Yani en dengeli insan bile birazcık delirir. Kendisine verilen ödülleri, birer çiçek gibi memnuniyetle kabul ettiğini belirten Erdoğan, "Açıkçası çok zorlandığım zamanlar oldu Türkiye'de. Bu dışlanma, bu yalnızlaştırılma olmasaydı ve edebiyatım hakkında biraz daha bir şeyler konuşulsaydı belki hapse girmeyecektim. Bilmiyorum, belki de girecektim. Ahmet Altan çok daha ünlü bir yazar. O da cezaevine girdi. Belki de hiç aldırmıyorlar böyle şeylere" dedi.
'YARIN KAFALARI KIZAR VERİRLER 10-15 YIL'
Aslı Erdoğan, cezaevine konmasının yaşattığı travmayı halen üzerinden atamadığını ve yeniden yazmaya başlayamadığını şu sözlerle anlattı: "Geçen aralıktan beri baya bir süre geçti ama bu sürenin 5 ayı mahkeme salonunda geçti. Ondan sonra 3 ay pasaport mücadelesi ile geçti. Benim davam henüz bitmedi, yalnızda tahliye oldum. Gelecek endişesi hiç bitmedi. Yani çıktım gittim cezaevinden, gibi bir lüksüm yok. Her an ceza alabilirim. Bu davadan olmayabilir, yarın kafaları kızar, size söylediğim bir cümleye verirler 10-15 yıl. Hani böyle 5 ay, 10 ay da değil, 15 yıldan açılıyor davalar, 3 müebbet falan isteniyor. Tirajı komik bir durum. Sakince yazı yazmaya döneyim, deme lüksüne çok az kişi sahip. Ben bunlardan biri değilim açıkçası. Bir Araf'tayım şu an. Benim yaşımda hiç hazır olmadan cezaevine girmek ağır bir travma. Bir dolu sağlık sorunuyla ve bu haksızlık hissiyle. Ben ne yaptım ki cezaevine girdim? Hep yaptığım işi yapıyorum; 20 yıldır köşe yazıyorum. Aynı şeyleri yazıp duruyorum. Bunlar birden bire niye suç oldu, hâline geliyorsunuz elbette. Bütün bu duygular ve posttravmatik stres sendromu yaşıyorum. Fiziksel hasar da var. Hop, koy kenara, otur yaz henüz olmadı ama içimden yazma isteği geliyor, onun doğduğunu hissediyorum. Çok özledim yazmayı. Bıraktım kendiliğinden olsun, kendiliğinden gelsin."
'CEZAEVİNİ YAZMAYA HAZIR DEĞİLİM'
Cezaevini yazmaya hazır olmadığını söyleyen Aslı Erdoğan, yeni kitabının içeriğinin ne olabileceğine ilişkin soruya da şöyle karşılık verdi: "2 makalemde bahsettiğim bir sanatçı var; Auschwitz'de sürekli atları çizmiş. Adam öyle sağ kalmış. O atlara bakınca toplama kampının korkunçluğunu görüyorsunuz gerçekten. Sanki ben de öyle bir dönemdeyim. Atları mı anlatsam? Cezaevini yazmak istiyorum ama buna hazır olmadığımı hissediyorum. Ruhsal olarak o gücüm yok cezaeviyle hesaplaşacak. Çok sakin, çok edebi, çok sıkıcı şeyler yazarak belki arınabileceğimi düşünüyorum bütün üzerime yapışmış o kirden.. Şu an tek bildiğim, cezaevi eninde sonunda yazılacak ama ne zaman bilmiyorum. Hakikaten koğuş arkadaşlarıma 10 aydır başladığım ve yarıda kalmış o kadar mektup var ki! Belki de kitabım bu olacak: C-9'a (Bakırköy Tutukevi'nde kaldığı koğuş) bir mektup. Yazamıyorum. İnanın hüngür hüngür ağlamaya başlıyorum."
Sadece edebiyat yazmak istediğini, politika yazmak ve konuşmaktan yorulduğunu dile getiren Erdoğan, "Nasıl söyleyeyim, hak etmediğim bir rolü oynuyorum sanki. Politik kahramana, direnişçiye dönüştürüldüm ve ben bu değilim. Elbette politik bir yazarım kuşkusuz ama bir politikacı değilim ya da uzman değilim, kahraman hiç değilim. Açıkçası utanıyorum. Bu politik mücadelenin ön saflarında olan on binlerce insana verilmesi gereken paye bana verildi. Belki onlar adına da taşımalıyım ama bu da büyük bir yük. Hakikaten ne yapsam ne desem her yerden eleştirmek için bekleyen keskin nişancılar var. Yanlış bir laf etse de pasaportunu iptal etsek ya da gene içeri tıksak diyen bir kesim de var. Onun dışında vay bunu niye demedin, niye Cumartesi Anneleri'ne gelemedin diyen de var.
"Okur-yazar olarak şu an hiçbirimizin 'Türkiye ne olacak, ne oluyor' sorusuna da sırtımızı çevirme lüksümüz yok" diyen Erdoğan, "Türkiye'de durum hakikaten vahim. On binlerce insan cezaevinde ve çoğu sudan sebeplerle içeride ve ben bunu bizzat yaşadım. Daha da kötüsü, hukuk sistemi hiç işlemediği, her şey tamamen keyfî olduğu için ne zaman çıkacaklarını bilmiyorlar. Bu, bir insana yapılabilecek en korkunç işkence. Ve bu durumda, biz hepimiz aslında onlarla birlikte ya da ben de bir eski mahkûm olarak bizlerle birlikte, demeliyim, cezaevindeyiz. Yani bu keyfî hapsetmelerde son kişi çıkana kadar biz o cezaevinden çıkamayacağız" şeklinde konuştu.
'İLTİCA ETMEDİM'
Erdoğan, Almanya'ya taşındığına ilişkin haberler için ise şunları söyledi; "Ben bir ödül töreni için gelmiştim Almanya'ya tek valizle. Hâlâ aynı kılıktayım. Frankfurt'un yazarlara verdiği bir burs var. Bir ya da 2 yıllık. Tam tamına onun süresi geldi (ekim ayı). Yani kalsana burada oldu. Yani 1 ya da 2 yıl uzatılabilen gelip geçici bir statü. İltica etmiş değilim. Kapıları kapamadım Türkiye ile. Sadece bir bursu kabul ettim. Hâlâ turist vizesiyleyim. Dönmüyorum, sürgündeyim falan öyle bir psikolojide değilim yani. Taşınmadım. Yarı göçebe halde şimdilik bekliyorum. Mahkemeyi bekliyorum. Türkiye'de ne olacak, onu bekliyorum. Güya geleceği okumaya çalışıyorum ama beceremiyorum."
'HERKES HER AN HER ŞEYDEN TUTUKLANABİLİR'
Aslı Erdoğan, cezaevinde olan meslektaşları ve arkadaşları hakkında da şunları söyledi: "Osman Kavala mesela. Birlikte Diyarbakır Sanat Merkezi'nin kuruluşunda çalışmıştık. Çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir insandır ve tutuklandığını duyunca iki gün kendime gelemedim. İddianameyi de gördüm. Trajikomik mi demeli, Kafkaesk mi demeli. Saygı duyduğum pek çok yazar, pek çok gazeteci hakikaten ipe sapa gelmez iddianamelerle içeride. Cezaevinde tanıdığım pek çok insan, inanılmaz suçlamalarla, inanılmaz bir keyfîlik ve insan nefretiyle içeride tutuluyorlar. Çok ayıp. Hakikaten büyük ayıp yapılıyor bu insanlara. Sayıları sanırım 100 bini buldu bir yılda tutuklanan insanların. Hukuk sisteminin bütünüyle çöktüğü günlerde yaşıyoruz. Herkes her an her şeyden tutuklanabilir. İnsanlar artık sadece tek örgüte değil 3 örgüte üye olmaktan tutuklanıyor. Ne diyebilirim bu durumda? Hâkimler, savcılar herhalde farkındalar karşılarındaki insanların bütünüyle masum olduğunun. Onlara şunu demek isterim: Ben yapmazdım! Dünya üzerinde hiçbir kuvvet beni, suçsuz olduğunu bildiğim insanı hapse yollatmaya yetmez. Ben bunu yapmam, istifa ederim.İçeridekilere tek diye bileceğim şu: İnanın, bitecek. Eninde sonunda haklılığınız görülecek. Sizleri unutmadık, biz de sizlerle hâlâ içerideyiz. Yalnız değilsiniz."