Holger Heimann - DW Türkçe
Özgür Gündem gazetesine yönelik açılan dava kapsamında "silahlı terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla Ağustos 2016’da tutuklanan yazar ve gazeteci Aslı Erdoğan, dört buçuk aya yakın cezaevinde kalmıştı. 2017 yılından bu yana Almanya’da yaşayan ve uluslararası ödüllere sahip yazar, 2009'da yayımlanan “Taş Bina ve Diğerleri” adlı kitabının Almanca olarak basılmasını ve Türkiye’deki gelişmeleri DW’ye değerlendirdi.
Deutsche Welle: "Taş Bina ve Diğerleri" isimli kitabınızda hapishanede işkence gören ve işkence ile korku içerisinde yaşayan insanları anlatıyorsunuz. Kitabınız için tutuklularla görüştünüz mü?
Aslı Erdoğan: Kitabı yazdığımda henüz hapishaneye girmemiştim. Türk polisi ile birkaç deneyimim vardı, ancak hepsi buydu. Konuyla ilgili haberler okumuştum ve tabii hapishanede işkence gören birçok insanla konuştum. Bu insanlarla konuştuğumda hep söylediklerinden daha fazlası vardı. Bu travma etrafında kocaman ve mutlak bir sessizlik bulunuyor. Yazar olarak amacım, söylenmeyenin anlatılabildiği bir dil bulmaktı. Bazı şeyler ifade edilemiyor. İnsan kendisi işkence görmüş olsa bile insanın o yanı ya tamamıyla sessiz kalıyor ya da bağırıyor. İşkence görmüş bir insan iyi bir hikaye anlatıcısı olmuyor. Bir travma hikaye anlatmıyor.
Bir roman bu son derece acı durumu, çaresizliği ifade edebilir mi?
Bu açık bir soru. Auschwitz’ten sonra şiir yazılamayacağına dair ünlü bir söz vardır. Bu ebedi ve cevap verilemeyen bir soru. Soruya sadece geçici yanıtlar veriliyor; yeni denemeler ve başarısızlıklar yaşanıyor. Eski bir tutuklu olarak bu soru ile daha sert bir şekilde karşılaşıyorum. "Sen yazarsın, cezaevi deneyimlerinden bahset” deniyor, önümde duran görev bu. Ancak bu, düşündüğümden çok daha zormuş.
Kitabınızın Almanca baskısının ön sözünde 2016’da yaşadığınız tutukluluk sürecinden bahsediyorsunuz. Hapiste geçirdiğiniz bu korkunç zamana zihinsel olarak geri dönmek nasıl bir deneyimdi?
Bu metni yazana kadar aylar geçmesi gerekti. Bu deneyimi yazma sürecini hep öteledim. Yazmaya başladığımda da egzama oldum. Kalemi zorlukla tutabiliyordum. İki kere psikolojik olarak sinir krizi geçirdim. Yazarken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Sonunda bunun, yaşamam gereken önemli bir adım olduğunu düşündüm. İnsan sadece sessiz kalırsa, hücresinden dışarı çıkamıyor.
Kitabın ön sözünde şöyle yazmışsınız: "Benim, anlattıklarımı ve yazdıklarımı günün birinde yaşamam çok normal.” Bununla ne demek istiyorsunuz?
Ne yazarsam ya benim başıma ya da bir başkasının başına geliyor. Bu kehanetle ilgili his beni korkutuyor, zira kehanet ile olumsuz şeyler bağlantılı. Tutuklandığımda hiç şaşırmadım. Bunun geleceğini biliyordum.
Sizin gazeteci olarak kaleme aldığınız yazılar kadar romanlarınızda da odak noktasını mağdurlar oluşturuyor. Bu noktaya yoğunlaşma nereden geliyor?
Bu bilinçli bir seçim. Mağdurların hikayesi, insanlık ve içinde yaşadığımız dünya için asli bir unsur. Yoksa kocaman bir boşluk olurdu ve manada bir eksiklik yaşanırdı. Ancak diğer taraftan da bu tamamıyla bilinçli bir seçim değil. Ben de diğer insanlar gibi kendi geçmişimin, özellikle de çok zor geçen çocukluğumun ürünüyüm. Muhtemelen hâlâ daha annemi, zorba babamdan korumaya çalışıyorum. Ancak bu seçimimin arkasında duruyorum. Ben mağdurun yanındayım. Ben de bir mağdurum. Neden kazananlarla dayanışma içerisinde olayım ki?
Almanya’ya 2017’de geldiniz. Burada nasıl bir hayatınız var?
Buradaki hayatım benim için bir geçiş, bir köprü. Buraya tam olarak yerleşmedim. Türkiye’deki suçlular acele etmiyor. İki buçuk sene geçmiş olmasına rağmen dava sürecim devam ediyor. Valizimi tekrar toplamam gerekirse diye burada kök salmamaya çalışıyorum. Bu şekilde yaşamak kolay değil.
Türkiye'ye dönmek istiyor musunuz?
Hayır, muhtemelen başka bir yere giderim. Türkiye’ye geri dönme umudum giderek azalıyor. Duruma gerçekçi baktığım zaman önümüzdeki en az 10 seneyi yurt dışında geçirmek üzere plan yapmam gerekiyor. Günümüzde Türkiye’de mahkeme önünde olanlara çok ağır cezalar veriliyor.
Ülkenizdeki durumun değişeceğine dair çok mu az umut taşıyorsunuz?
Şu anda Türkiye’de 300 binden fazla tutuklu bulunuyor. Ben tutuklandığım zaman bu sayı 160 bindi. Türkiye rekor üstüne rekor kırıyor. Ülkede yaklaşık 170 gazeteci hapiste, çok sayıda Halkların Demokratik Partisi (HDP) yöneticisi ve üyesi tutuklu. Türkiye’de yeni cezaevleri inşa ediliyor. 2021 yılına kadar hapishanelerdeki kapasitenin 500 bine çıkması hedefleniyor. Durum çok üzücü; Alman basınında yansıtılandan çok daha üzücü.
1967 doğumlu olan Aslı Erdoğan, üniversitede bilgisayar mühendisliği ve fizik okudu. İş gereği Cenevre ve Rio de Janeiro’da yaşayan Erdoğan, fizik üzerine yaptığı doktora eğitimini yarıda bırakıp yazmayı tercih etti. Erdoğan’ın aldığı ödüller arasında 2010 yılındaki Sait Faik Hikaye Armağanı, 2017’deki Erich Maria Remarque Barış Ödülü ve 2018 Simone De Beauvoir Kadın Hakları Ödülü yer alıyor.
Aslı Erdoğan’ın Türkçe olarak 2009 yılında yayımlanan “Taş Bina ve Diğerleri” kitabı, Almanca olarak Mart 2019’da yayımlandı. Kitabın Almanca baskısındaki ön sözünde Erdoğan, Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda geçirdiği dört aylık süreyi yazdı.