Gündem

"Aslı Erdoğan, dünyada az sayıda olan vicdanlı, zeki, yetenekli, sahici kadın ve yazarlardan biridir"

Buket Uzuner: Nâzım’dan beri yazarlarımıza hâlâ aynı haksızlık ve zulmü reva görmemizin kederi düşer...

26 Ağustos 2016 14:07

Buket Uzuner*

“Annemin sana sürprizi var!” demişti sınıf arkadaşım Tone. Norveç’in küçücük bir kasabası olan Odda’da bir bayram tatilinde evlerine davet edilen ilk yabancı öğrenciydim. O sırada Türkiye’de “Kenan Evren Darbesi” vardı ve benim Türk öğrenci olduğumu duyan hemen herkes bana demokrasi dersi veriyor ve acıyordu. Darbelere ve baskıya karşı birinin yabancılardan demokrasi dersi alması nasıl gönül kırıcıdır, bilenler anlar. Böyle bir ortamda beni ilk kez Tone’nin işçi emeklisi sosyalist annesi farklı karşılamış, daha sokak kapısında sanki bir akrabasına kavuşmuş gibi coşkuyla kucaklayıp, Norveççe bir şiir okumuştu. O sırada henüz Norveççe anlamıyordum sadece şiirdeki “skorpion” (akrep) kelimesi kulağıma takılmıştı. Nâzım’ın “Akrep Gibisin Kardeşim” şiiriydi ezbere okuduğu. Sonra Tone, annesinin sözlerini bana İngilizce anlattı:

“Nâzım Hikmet gibi büyük bir şairi yetiştirmiş kültürünüze saygım büyük. Keşke bu büyük şairi anadilinde okuyabilseydim. Seni bu yüzden kıskanıyorum. Evimize hoş geldin!”

Daha sonra yaşadığım veya seyahat ettiğim Kanada’dan Yeni Zelanda’ya Finlandiya’dan Rusya’ya en zor zamanlarda karşıma başta Nâzım Hikmet olmak üzere Türk Edebiyatı’nın birçok değerli şair ve yazarının eserleri çıktı, kültürümüzün zenginliğini ve çeşitliliğini dosta düşmana ilan etti, yolumu aydınlattı.

Bir ülkenin kültürünü dünyaya anlatmanın ne pahalı reklamlar ne de gösterişli binalar veya saraylarla olduğunu çok genç yaşta öğrenmiştim. Yalnızca dünyaya değil kendi halkınla da en sağlıklı iletişimi yine kendi yazarın, şairin, müzisyenin, ressamın, oyuncunla kuruyordun. On sayfa nutuk atacağına “Benim sadık yârim kara topraktır!” diyen Âşık Veysel’i anmak yetiyor, hatta artıyordu. Bu noktada çok önemli konu daima: kendi kültürünün sembolleri ve geleneğiyle eser üreten gerçekten bağımsız ve onurlu sanatçıların öncelikle düşünce ve ifade özgürlüğüne ihtiyaç duymalarıdır. Duymayanlar propaganda yazarları, şarlatanlardır. Şimdi her siyasi görüşten parti başkanının muhteşem şiirlerinden yararlandığı Nâzım Hikmet, Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğü olmadığı için yıllarını hapiste geçirdi ve sürgünde öldü. Bizlere ve dünyaya kültürümüzü iyi ve kötü yanlarıyla; yani olduğu gibi anlatan diğer yazar ve şairlerimizin çoğu da Nâzım ile aynı acı kaderi paylaştılar. Bunların son derece yurtsever insanlar olduğunu, özyurtlarında demokrasi, eşitlik ve adalet istemek dışında hiçbir kişisel çıkarları bulunmadığını şimdi anlayanlar var. Durum bugün de böyledir.

Geçen yıllarda yapılan “Edebiyat ve Mekân” konulu bir akademik çalışmaya “Türk Edebiyatı’nda Kadın ve Mekân” başlıklı bir makaleyle katıldım. Orada üç farklı kuşaktan üç kadın yazarımız ile onların kadın kahramanları ve mekânlarını inceledim. Bunlardan biri Aslı Erdoğan ve onun “Kırmızı Pelerinli Kent” romanıydı. Bizim kültürel kodlarımızla baktığı Rio’daki olayları evrensel bir dile dönüştürerek anlatabilmek her şeyden önce ciddi birikim işidir ve Aslı bunu hakkıyla başarmıştı. Daha önce yurtiçi ve yurtdışı edebiyat etkinliklerinde karşılaşıp kendi kuşağının bazı yazarlarından farklı, samimi ve tercih edilmiş naifliğiyle son derece sahici ve zeki bu kadınla tanışmaktan mutluluk duymuştum. İki yıl önce Norveç Kralı’na verilen İstanbul yemeğine davetli iki Türk yazar da bizdik. Hep kısa yolculuklara veya iki panel arasına sıkışan konuşmalarımızı hiç tamamlayamadık, buluşup konuşamadık hiç; ama bazen uzun söze de gerek yoktur. Çünkü dünyada vicdanlı, zeki, yetenekli ve sahici insanlar, kadınlar, yazarlar her zaman az sayıdadır ve benim tanıdığım Aslı Erdoğan onlardan biridir.

Tone’nin annesinin -eğer hayattaysa- Aslı’nın Norveççeye de çevrilen romanını okuduğuna eminim. Belki sizi de bir gün onun kitabıyla karşılar ve kucaklar. Size de Nâzım’dan beri yazarlarımıza hâlâ aynı haksızlık ve zulmü reva görmemizin kederi düşer... Sonra Nâzım’ın “Akrep Gibisin Kardeşim” şiirini boşuna yazmadığını hatırlar, bir daha okursunuz... Okursunuz.


Bu yazı ilk olarak Cumhuriyet'te yayımlanmıştır