Orta Doğu Uzmanı Roger Hardy
(BBCTürkçe – 12 Temmuz 2013)
Bazı yorumcular, ‘demokrasinin müjdecisi’ olarak görülen Arap Baharı’nın tamamen bir aldanma olduğunu ve kargaşadan başka bir şey getirmediğini söylüyor.
Bazıları ise daha da ileri giderek 'Arapların veya Müslümanların demokrasi konusunda yeteneksiz olduğunu ve mezhepçilik ile hoşgörüsüzlük kapanına kısıldıklarını' dile getiriyor.
Bunların hiçbiri dikkatle yapılan gözlemlerin sonuçları sayılmaz.
Arapların 2011’de sokaklara çıkıp üç diktatörü de devirdikleri günler artık geçmişte kalan hatıralar.
İki yıl önce protestolara katılanların çoğu, derin bir hayal kırıklığı yaşıyor. Hayatları daha iyi olmak bir yana, daha kötü durumda.
Ama neyin yanlış gittiğini sormak ve ders çıkarmak önemli.
1- Hiçbir zaman hızlı ve kolay olmayacaktı
İlk ders, Arap Baharı’nın bir etkinlik olmadığı, bir süreç olduğunun anlaşılmasıdır.
Arap yöneticiler ve elitler hiçbir zaman kolay vazgeçecek gibi değillerdi.
Kendini her iki tarafta da bulan Batı’nın rolü ise sürekli çelişkilerle doluydu… Yeni doğan demokrasileri desteklemeye hevesliydi ama kendini eski otokrasilere de yabancılaştırmayan bir tutum sergiledi.
Uzun zaman baskı altında tutulmuş toplumlarda, hoşgörülü, çoğulcu ve insan haklarına bağlı tam demokratik hareketlerin hiçbir zaman, bir gecede oluşması beklenemez.
Tüm bölgede, bu hareketler uzun yıllar nesillerin mücadeleleri olarak kalacaktır.
2- Belirli bir model yok
İkinci ders, geçmişe de bakınca anlaşılacağı üzere farklı koşulların farklı sonuçlar doğurduğudur.
Tunus’ta silahlı kuvvetler diktatörü bırakıp siyasi sahneden çekildi.
Mısır’da ise tersi oldu. Ordu, iki defa büyük kitlelerin protestolarından sonra müdahale etti ve devlet başkanını indirdi.
Fakat ele geçirdikleri iktidarı acemice kullandılar. Silahlı kuvvetlerin demokrasinin bir aracı olabileceği düşüncesi her zaman şüpheliydi.
Bir istisna olarak Libya’ya Batı askeri müdahalede bulundu ve dengeleri değiştirip diktatörün kaderini belirledi.
Batı, haklı olarak Suriye’ye müdahaleye yanaşmıyor ve belirsiz bir süreliğine, kozlarını paylaşmaları için meseleyi Suriyelilere ve bölgesel güçlere bırakıyor.
Dolayısıyla, tek tip bir sonuç olmadığı için belirli bir model de yok.
3- İslamcılar kavşakta
Üçüncü, tüm bölgede İslamcılar iktidarın tadına baktı ama iktidarı farklı yollardan idare ettiler.
Tunus’ta tek başlarına idare edemeyeceklerini anladılar.
Mısırlı İslamcılar ise aksine, muhalifleri hor görerek hata yaptılar.
Derinden gelen bir paranoyanın köklerini sökemedikleri için tüm muhalefeti komplo teorilerinin bir kanıtı olarak görmeye niyetlendiler.
Kaçınılmaz bir şekilde ordunun gücünü azımsadılar.
Bölgede İslamcıların geri çekildiğini düşünenler yanılıyor. Bozguna uğramadılar, ama savunmaya geçtiler.
Asıl soru, bu son gelişmelerden nasıl bir ders çıkaracakları.
Bazı Mısırlı İslamcılar, başlarına gelenlerden dolayı başkalarını suçlamayı bırakmalı, iktidarda kalma şansları vardı ama bu şansı kullanamadılar.
Mısır’da veya Suriye’de, demokrasinin işlemediğini ve İslami ütopyanın yalnızca şiddet yoluyla gerçekleşebileceğini düşünenler olabilir.
4- Halkın gücü yeterli değil
Son olarak, Arap isyanları kitle protestolarının gücünü ve sınırlarını gösterdi.
Halkı güçlendirme fikrinin kökleri sağlamlaştı, uydudan yayın yapan kanallar ve sosyal medya ile beslendi. Hiçbir ülke dokunulmaz değildir.
Arap Baharı, bölgedeki güç dengesini değil, halkın beklentilerini değiştirdi.
Bu, zihinlerin devrimidir.
Ama alınacak en büyük ders, halkın gücünün yeterli olmadığıdır.
Uzun dönemde karşılaşılacak zorluk, halk protestolarını ve halk öfkesini gerçek ve kalıcı bir değişime dönüştürmekte.
Eğer bu başarısız olursa, Arap Baharı’nın verdiği söz yerine getirilmemiş olacak.
Roger Hardy, London School of Economics ve King's College Üniversitelerinde misafir araştırmacı olarak görev yapıyor. Hardy'nin siyasal İslam konusunu incelediği ve 2010 yılında İngilizce yayımlanan "The Muslim Revolt: A Journey through Political Islam" adlı bir kitabı da bulunuyor.