Kahramanmaraş merkezli depremlerde arama-kurtarma faaliyetlerine katılan İHH mütevelli heyeti üyelerinden Serkan Nergis, "Bu büyüklükteki bir afette şunu kabul etmek lazım, istediğiniz kadar koordineli olun ilk 24 ya da 48 saatte enkaz altındakilerin yüzde 50’sine bile ulaşamazdınız ama daha iyi bir koordinasyon olsaydı daha fazla kişi kurtarılabilirdi. Bu hepimiz için geçerli" değerlendirmesini yaptı.
Nergis, HaberTürk yazarı Nihal Bengisu Karaca'nın sorularını yanıtladı.
"Koordinasyonsuzluk da had safhadaydı"
- Benzersiz bir depremdi, kabul. Ancak ilk 12, dahası ilk 72 saat çok önemli olmasına rağmen doğru zamanda doğru şekilde organize olmayan bir AFAD vardı ve doğal olarak çok sorgulandı. İlk andan itibaren sahadaydın. Ne gördün, süreci nasıl problematize ediyorsun?
Ben 80’in üzerinde ülkeye gittim bunların arasında deprem, tsunami, çığ, kuraklık, sel vardı. Haiti depreminde, Filipinler, Pakistan depremindeydim, 2011 Japonya depreminde vardım, savaş bölgelerinde, bombalanan Halep’te vardım. Çok ölüm gördüm. Ama bunun gibi bir şey görmedim. Dünya üzerinde bunun kadar geniş bir alana yayılmış bir afet ben görmedim. Dünya üzerinde bu büyüklükte bir afete kusursuz ya da kusursuza yakın düzeyde etkin bir müdahale gerçekleştirilebilecek bir ülke yok. Bu gerçeği önce bir kenara koyalım. Yardımların ulaşması konusunda hava şartlarının çok olumsuz etkisi oldu, bunu da kabul edelim. Üçüncüsü koordinasyonsuzluk da had safhadaydı, bunu da hepimiz gördük yaşadık.
- Sizin elinizde ne var o an?
Hilti var, demir kesme makası var, ses dinleme cihazları, hava yastıklarımız var. Ama büyük kolonları tabyaları aşmak için iş makinesi gerekiyor. Akşam altı civarı. AFAD yok henüz. Aslında bu da normal.
"Yapılması gereken her şeyin merkezden koordine edilmesi ama o da olamıyor"
- Neden normal, siz gidebiliyorsunuz o niye gelemiyor?
O şehrin AFAD üyeleri de enkaz altında çünkü. Koordine edebilecek olanlar da enkaz altında. Adana’da afet olursa ilk müdahaleyi AFAD yapar, yapamazsa yakındaki şu il müdahale eder diye bir belirleme var mesela, ama o yakındaki ilde de deprem olmuş oradaki sorumlu da enkaz altında. Ona yakın ilde de deprem olmuş, o da enkaz altında… Zincirleme gidiyor. Yapılması gereken her şeyin merkezden koordine edilmesi ama o da olamıyor.
- Neden olamıyor?
Aslında olması için çalışılıyor. Mesela birinci sınıf arama kurtarma ekipleri için uçak hazırlattılar. O uzmanları uçağa koydular ama onlar saatlerce bekledi. Saatlerce. Çünkü uçağın hangi havaalanına ineceği belli olamadı. Deprem olduktan sonraki beşinci saatte bakın, ekipler var, uçak var ama hangi havalimanı uygun, hangi pist inilebilir durumda, feedback gelmiyor ve bu yüzden uçaklar hareket edemiyor. Bizim ekipler sivil olmanın avantajını yaşadı kimseden talimat beklemiyoruz biz sonuçta ama AFAD özelinde bir de ayrı bir bürokrasi var. Hava muhalefeti var. Arama-kurtarma ekipleri, normalde Hatay’a ve Antep’e indirilecekti o olamayınca Adana’ya indiler. Ancak şehirlerden de bilgi alınamayınca orada da organize olamadılar.
"Hava soğuk olduğu için arama-kurtarma olumsuz etkilendi ama sıcak olsaydı çoktan salgın hastalıklar başlamıştı"
- Havanın aşırı soğuk olmasının eksileri kadar artıları da olmadı mı?
Havanın soğuk olmasının dezavantajları kadar avantajları da oldu. Enkaz altındakiler için susuzluğu dayanılır kıldı. Ölümü geciktiren bir etken oldu. Bu yüzden 9. ya da 10. günde hâlâ canlı kişiler çıkarılabildi. Hava sıcak olsaydı anında salgın hastalık baş gösterirdi, halen bu olmadı ama arama kurtarma çalışmalarını çok olumsuz etkiledi. -20’yi gördük. Yollar kapandı.
- İlk ve ikinci gün İskenderun ve Antakya’daydın. AFAD Antakya’da var mıydı?
Yoktu demek haksızlık olur. İskenderun’da da Antakya’da da gördük.
- Kaç kişi?
Üçlü beşli birlikler halinde ama onlar da ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Koordine halde değillerdi. Ancak bu büyüklükteki bir afette şunu kabul etmek lazım, istediğiniz kadar koordineli olun ilk 24 ya da 48 saatte enkaz altındakilerin yüzde 50’sine bile ulaşamazdınız ama daha iyi bir koordinasyon olsaydı daha fazla kişi kurtarılabilirdi. Bu hepimiz için geçerli.
- İkinci gün ne oldu?
İkinci gün biraz daha toparlandı. İş makinesi tek tük görmeye başladık. Ben hâlâ Antakya’daydım. Ama asıl üçüncü gün yoğunlaşma oldu. Daha sonra Hatay merkez, Reyhanlı ve Kilis’e geçtik, Antep’ geçtik. Antakya’dan sonra her yer nispeten daha iyiydi. Dördüncü gün Maraş’a geçtim. Dördüncü gün pek çok şey oturmuştu artık. Sonra Malatya ve Adıyaman’a gittim.
"Maraş ve Adıyaman’a giden ekiplerimizle gittikleri andan itibaren irtibat kuramadım"
- İHH’dan kaç kişi olarak sahadaydınız?
Türkiye genelinde 1500 kişilik arama kurtarma ekibimiz var. Hepsini çağırdık. Her ilde 100-150 kişi vardık. Deprem 4.30'da oldu biz 5.30'da bütün ekipleri harekete geçirmiştik. Van Adıyaman arası araba ile 7 saat, Van’dan çıkan ekip 11. saatte Adıyaman’da çalışma yapıyordu. Adıyaman ve Maraş’ın en büyük problemi iletişim problemiydi, hiçbir şekilde seslerini duyuramadılar. Ben Maraş ve Adıyaman’a giden ekiplerimizle gittikleri andan itibaren irtibat kuramadım.
"İletişim çöktü, koordinasyon ağır aksak ve yetersiz kaldı"
- Kendi aranızda konuşamadınız yani plan da yapamadınız?
Evet ve böyle bir anda en önemli iki şey vardır: Koordinasyon ve iletişim. İletişim çöktü, koordinasyon ağır aksak ve yetersiz kaldı. GSM şirketlerinin de burada üzerine alması gereken pay var. Seyyar mobil baz istasyonlarını gördüm ama yetersizdi. Özellikle Maraş ,Malatya ve Adıyaman’da iletişim daha düzgün kurulabilseydi kurtarılan kişi sayısı daha fazla olabilirdi.
- Elon Musk’ın Starlink teklifi neden reddedildi o zaman?
Bilmiyorum. Bildiğim Maraş’tan ve Adıyaman’dan kendi ekiplerimizden bile bilgi alamadığım. Üçüncü gün sahada görüşebildim kendileriyle. Cep telefonları çalışmıyordu. Konuşabilmek için telefonun çektiği yere kadar gitmek zorunda kalıyorlardı. O telefonun çektiği yer arabayla iki saat uzakta bile olabiliyordu. Adıyaman’daki "unutulduk" şikayetinin bir nedeni de bu.
- Her ilde 100-150 kişiydik dedin, bu çok sayıda kişi kurtarabildiğiniz anlamına mı geliyor?
Olsak ne olur ki? Bir enkazda 10 kişi çalışıyor. Diyelim ki ikiye böldün beş kişi. O da ekipmanı bölebiliyorsan.
- Yani 100-150 kişi eşittir 10 bina, en iyi ihtimalle 15-20 bina.
Site şeklinde ise kat sayısı fazla ise ve komple çökmüşse, 50 kişinin çalışması gerekiyor. Tünel açman gerekiyor, ilerlerken önüne ceset çıkıyor o cesedi çıkarmazsan devam edemezsin. Çıkarıp devam ederken bir ya da birkaç ceset daha çıkıyor. O yüzden bir şehirde 100 kişi, 150 kişi bina-enkaz başına düşen kişi sayısı ile birlikte düşünüldüğünde komik rakamlar aslında. O yüzden daha fazla ekip daha fazla hazırlık olsaydı keşke diyorum…
- Kaç kişi çıkardınız?
Cenazelerle birlikte 2 bin 500 kişi kadar vardı.
- Canlı olarak kurtarabildiğiniz kişi sayısı kaç?
500-600 kişi.
- Sadece o kadar mı?
Evet. Kötü geliyor kulağa değil mi bu rakam? O kadar koşturma, o kadar telaş, kan ter içinde çaba düşünüldüğünde. Ama öyle işte. Çünkü mesela Antalya ekibimiz İskenderun’da çalışırken ufacık bir delikten ses duydular, konuşmaya başladılar enkaz altındaki iki genç kızla. 20 saat çalıştılar o enkazda ve sadece üç kişi çıkarabildiler. Arama-kurtarma kolay bir iş değil.
- Yardım taşıyan kamyonlara AFAD el koydu iddiasına dair bir gözlemin oldu mu?
Kimseye yalan söylüyorlar diyecek halim yok. Çok geniş bir saha, etkilenen alan çok büyük ve üzerinde çok fazla insan var, dolayısıyla çok farklı olgu da vardır. Ama ben ancak kendi gördüğümü söyleyebilirim. O da şu: AFAD’ın yardımlara el koyacak bir koordinasyonu bile yoktu. Yardım ona yük, ekstra ağırlıktı. Ne yapacağını bilmiyordu. El koyup ne yapacak, deposu mu var, el koyup başkalarına mı dağıtacak, ona bile hali yoktu. Tır şöförleri geldiler beklediler beklediler ve "bizim bunları indirip geri dönmemiz gerekiyor" diyerek, yolların kenarına bıraktılar yardımları.
"Hem kamu olarak hem sivil olarak bu kadar büyük bir afete yetebilecek kapasitemiz yok"
- AFAD sizin gibi sivil toplum kuruluşları ile "büyük bir depremde ne yaparız" konulu simülasyonlar yapıyor muydu?
Devamlı tatbikat yapıyorduk. Bize arama-kurtarma eğitimini en başta AFAD verdi. Daha sonra biz kendimizi geliştirdik ve kendimiz eğitmen olduk. İlk eğitimleri çoğunlukla AFAD’dan bazen de üniversitelerden alıyoruz. Arama-kurtarmanın çeşitli segmentleri var. Alçak irtifa, yüksek irtifa, su altı, alt enkaz, üst enkaz eğitimleri ayrı. Yıl içinde tatbikatlar yapıyoruz. Ama yetersiz. Düşünün STK olarak en büyük olan benim. Çeşitli seviyelerde eğitim almış bin 500 kişiyi bir anda oraya yığabiliyorum. Ama mesela o bin 500’ün tamamı derin enkaza giremez. Yani hem kamu olarak hem sivil olarak bu kadar büyük bir afete yetebilecek kapasitemiz yok. En iyi ihtimalde bile yüzde 50’sine ulaşamazdık. Aynı büyüklükte bir felaket Batılı bir ülkede de olsa onların da ulaşabileceğini sanmıyorum.
- Batılı bir ülkede, birincisi, bu kadar çok bina yıkılmazdı. İmar izni inşaat kalitesi denilen mesele bizdeki kadar kabak değil oralarda. Kurumlar kendiliğinden inisiyatif alıp daha hızlı koordine olurdu.
O başka bir tartışma konusu tabii.
"Dördüncü günde AFAD’la koordine ekiplerin sayısı yüzbinleri bulduysa Yunus Bey’in sayesinde"
- Peki çok basit bir soru, Yunus Sezer neden sahada değildi ve neden pek ortalığa çıkmadı ve birçok spekülasyona neden oldu sence?
O konuda bir şey diyemem ama hem saha ile hem Ankara ile ilişkileri kuran regülasyonları yapan oydu. Dördüncü günde AFAD’la koordine ekiplerin sayısı yüzbinleri bulduysa Yunus Bey’in sayesinde. Yurtiçinden gelenler, yurtdışından gelenler…Hem arama-kurtarmanın içinde hem gıda hem dağıtım hem barınma… Böyle bir bölgede organize olmayan ve kafasına göre hareket eden her yapı kaosu davet eder, o yüzden işlerin AFAD’ın koordinasyonunda yürümesi de doğru mantıken. Sen çünkü istediğin yere çadır kurarsan olmuyor, yer gösterilmesi lazım, o iş için ayrılan yere kurulması lazım.
"Sesi duyduğunu iddia eden yalan söylüyor, çünkü bir umudu var ya da cenazesine ulaşmak istiyor"
- Herkes hasardan bir pay aldı mı demek istiyorsun?
Evet. Bu süreçteki dezenformasyon, söylenen yalanlar bile dokunaklı. En sık söylenen yalan, umut yalanıydı mesela. "Ses duyduk" diyorlar. Gidiyorsun, dakikalarca dinliyorsun, ses yok. Çünkü sesi duyduğunu iddia eden yalan söylüyor, çünkü bir umudu var ya da cenazesine ulaşmak istiyor.
- Çok fena.
Çok acı vardı. Öyle böyle değil. Anlatayım biraz, anlatırsam belki ben de sindiririm. Adıyaman’da çalışan Erzurum ekibimiz yaşadı birini. Saatlerce çalıştılar ve bir kadına ulaştılar. Kadın canlı, ama kucağında bebeği var ve ölmüş. Çıkmak istemiyor. Ona sarılmış. Saatlerdir kucağında. “Benim mavişim burada öldü, ben neden yaşayayım, nereye çıkayım?” diyor. Arkadaşım ne kadar dil döktüyse nafile. En sonunda arkadaş, “Abla ben seni almadan çıkmam, o zaman burada beraber öleceğiz” diyor. Kadın ancak o zaman bizim arkadaşımıza acıyor, “sana da kıyamam ki şimdi” diyor ve o şekilde çıkmayı kabul ediyor. Bir adam vardı mesela, sıkışmış enkazın altında. Tam karşısında oğlu var, depremin ilk anında ölmüş. İç organları dışarı çıkmış çocuğun. Adam tam 35 saat, o görüntüye bakarak beklemiş. Öyle bir sıkışmış ki kafasını da çeviremiyor. 35 saat sadece oğlunun o haline bakmış.
Canlı kurtuldu. Çok fazla acı hikaye var, çok.
Röportajın devamı için tıklayın