Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkileri, son yıllardaki rotaya paralel olarak, 2020’de de gergin geçti. Bir zamanlar Türkiye’nin balonlarla ve konfetilerle kutlayarak girdiği tam üyelik süreci ilerlemiyor. Ankara-Brüksel hattında ipler, son olarak Doğu Akdeniz nedeniyle iyice gerilmiş durumda. Avrupa Birliği Konseyi, aralık ayında Türkiye’ye yönelik yaptırım listesini genişletme kararı aldı. Önümüzdeki mart ayında Konsey daha ağır yaptırımları görüşecek. Diğer yandan 2020 boyunca sık sık Avrupa’ya karşı sert çıkışlarda bulunan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, kasım ayında bu söylemi esneterek, "Kendimizi başka yerlerde değil Avrupa'da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile kurmayı tasavvur ediyoruz" dedi. Portekiz’de yayın yapan bir gazete için bu hafta bir köşe yazısı kaleme alan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da benzer bir söylemde bulundu. AB’nin yasama organı olan Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raportörü Nacho Sánchez Amor, bu söylemlere yanıt olarak artık “aşk mektupları değil, somut gerçekler istediklerini” dile getirdi.
T24’e yaptığı açıklamalarda Avrupa Birliği’nin artık Ankara’nın kendilerinden yana açıklamalarının sadece lafta kalmamasını görmek istediğini belirten Amor, tam üyelik sürecinin başında taahhüt edilen reform sözlerine dönüş çağrısı yaptı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyulup Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest bırakılmasının Avrupa Konseyi üyesi olan Türkiye için bir zorunluluk olduğuna dikkat çeken Amor, AB rotasına dönüşün demokrasi değerlerine dönüş anlamına geldiğini ifade ederken Türkiye gündemindeki hukuk tartışmalarına, şu ifadelerle vurgu yaptı:
- Her eleştiride bulunan terörist ilan edilmemeli.
- Rektör atamasını protesto eden öğrenciler gözaltına alınmamalı.
- Sivil toplum kuruluşları (STK’lar), devlet müdahalesi olmadan düzgün bir şekilde fonksiyon gösterebilmeli.
- Hâkimlerin kararlarına müdahale edilmemeli. Savcılar siyasi gündemi değil, hukuku korumak için görev yapmalı.
Amor, AB’den gelecek hiçbir teşviğin tek başına Türkiye’yi bir demokrasi yapamayacağını ifade ederek, “Önce Türkiye demokrasi olmayı istemeli” derken, “AB Türkiye’nin tam üyelik alabileceğine dair inancını kaybetti mi?” sorusuna da bir soruyla karşılık verdi:
“Türkiye hâlâ AB üyesi olmak istiyor mu?”
AP Türkiye Raportörü Nacho Sánchez Amor’un T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Biraz kapsamlı bir soru ile başlamak istiyorum. Yeni bir yıla girerken Brüksel-Ankara hattında, gündemde Doğu Akdeniz’in olduğu bir yılı geride bıraktık. 2021 yılında Türkiye-AB ilişkilerinden ne bekliyorsunuz?
Brüksel’de hepimiz Türkiye’den tavır değişikliği bekliyoruz. Geride bıraktığımız yılın ne kadar zorlu geçtiğini biliyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve diğer hükümet yetkililerinin son zamanlarda yaptığı “Avrupa rotasına dönüş” mesajı veriyor gibi duran sözlerinin gerçek olduğu ve sözlerin olgularla desteklenebileceğini umuyoruz. Asıl önemli olan şey şu: Biz, Türkiye’nin Avrupa rotasına dönüş söyleminin olgularla desteklenmesini bekliyoruz.
Hükümet tarafında yapılan açıklamalardan söz ettiniz. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen sene söylediği Türkiye’nin yerinin AB olduğu ve bu rotayı takip etmek istedikleriyle ilgili açıklamalarını tekrarladı. AP’nin Türkiye raportörü olarak bu açıklamaları nasıl buluyorsunuz?
Kafamızdaki soru da bu. Elimizde sadece açıklamalar var. Son aylarda ülkenizdeki üst düzey yetkililerden çok farklı yönlerde açıklamalar yapılıyor. Bizim aslında istediğimiz şey şu; gerçekten bir tavır değişikliği varsa, bu AB karşıtı söylemler son buluyorsa, son açıklamanın yapılacaklarla desteklenmesi. Bu söylemlerin olgu haline gelmesini istiyoruz. Bu yeni tavır ve yaklaşımdan memnunuz, ama olgularla desteklenmesini istiyoruz.
"AB-ABD koordinasyonu Türkiye ile sınırlı olmayacak"
Son AB Konseyi zirvesinde yapılan açıklamada AB’nin Türkiye ve Doğu Akdeniz konusunda ABD ile daha koordineli çalışacağı belirtildi. Bu AB’den pek de duymaya alışık olduğumuz türde bir açıklama değil. Bu koordinasyonun içinde nelerin bulunduğu biraz anlatabilir misiniz?
Son zamanlarda Başkan Trump sebebiyle ABD ile bazı zorluklar yaşadığımızı biliyorsunuz. Yeni iktidarın masaya getirebileceklerinden çok umutluyuz. Son dönemlerde terk ettikleri çoğu uluslararası duruş konusunda ABD ile iş birliği yapmak istiyoruz. Bu nedenle sadece Türkiye değil; belki Çin, hatta Rusya konusunda ABD ile iş birliği yapabiliriz.
Bu yeni iktidarla gelen genel bir duruş. Türkiye, AB’nin dış politikasında önemli bir yerde. ABD’nin dış politikasında da öyle. Dünyada birçok gündem varken ortak alan bulabilmemiz çok kıymetli.
Ama soruyu tersten sormak da mümkün: Türkiye bizim endişelerimize yanıt vermek için bizim gibi çaba sarf ediyor mu? Hem bizim hem de ABD’nin. Bu yanıtlanması gereken bir soru. Üyelik süreci, gümrük birliği, vizesiz seyahat ile ilgili sorunlar var. Türkiye’nin ABD ile de çözmesi gereken sorunlar var. Buna NATO’daki zorlu durum da dahil. Biz bu konuları hem ABD ile hem de Türkiye ile konuşmaya açığız. Dediğim gibi bu genel bir duruş. Sadece Türkiye’ye özel değil ama Türkiye’yi de etkiliyor. Buna Çin gündemi, İran nükleer anlaşması gibi konular da dahil. ABD’deki yönetim ile üzerine konuşmamız gereken birçok konu olacak.
Aynı AB Konseyi açıklamasında geçen yılın sonu ile Mart ayı arasında raporlar hazırlanacağı belirtildi. Mart’ta Konsey oturup daha ağır yaptırımları görüşecek. Peki ABD bu kararın bir parçası olacak mı?
Hayır, tabii ki olmayacak. Resmi olarak olmayacak. Bu bambaşka bir yasal süreç. Bu konuda kendi politikalarımız var. Bu konu çoğunlukla Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de AB üyeleri Yunanistan ve Kıbrıs ile yaşadıklarıyla bağlantılı. Bunun ABD’ye danışılması gerekmiyor. Bu Avrupa’nın politikalarıyla ilgili, bizim mahallemizdeki bir problem. İki üye ülkemizle ilgili. ABD’ye danışılmasına gerek yok.
"Türkiye üyelik sürecinde reform yapacağına dair taahhütlerini yerine getirmedi"
Biraz da İlerleme Raporu üzerine konuşalım istiyorum. Yeni raporda Türkiye’yle alternatif bir ilişki modelinden söz edilmesi burada gündem oldu. Bu, AB’nin Türkiye’nin tam üyelik alabileceğine dair inancını kaybettiğini mi gösteriyor?
Hayır. Bence soru bunun tam tersi; Türkiye hâlâ AB üyesi olmak istiyor mu? Kendimize sorduğumuz soru bu. Üyelik sürecinde yaşanan problem şu: Biz bu süreci reformlar konusunda bir zaman çizelgesi belirleyerek başlattık. Ama reformlar yapılmadı. Biz de Türkiye’ye şunu soruyoruz: Gerçekten AB üyesi olmak istiyor musunuz? Uzun süre önce başlayıp bıraktığınız reformları gerçekten başlatmaya hazır mısınız? Hiçbir sonuç alınmamasına rağmen biz resmi olarak üyelik sürecini açık tutuyoruz. Bence yapmak gereken sadece “üyelik süreci sonuç vermiyor” demek değil. Sormamız gereken soru, “Üyelik süreci neden sonuç vermiyor?” Bu sorunun cevabı da açık; çünkü Türkiye üyelik sürecinde reform yapacağına dair taahhütlerini yerine getirmedi. Bunu açıkça söylemeliyiz.
Bu vizesiz seyahat için de geçerli. Türkiye’de sık sık “AB, mülteci anlaşması konusunda sözünü tutmadı” denildiğini duyuyorum. Bu doğru değil. Biz Türkiye’ye dedik ki; “Eğer vize serbestisi ile ilgili yeterli kritere uyarsanız vize serbestisi alırsınız.” Türkiye bunu yapmadı. Bu kadar basit. Türkiye anti-terör yasasını değiştirmedi, veri koruma yasalarını değiştirmedi. Masaya vize serbestisi için 6-7 sorun yatırıldı. Türkiye talep edilenleri yapmadı. Türkiye’nin neden bunları yapmadığıyla ilgili olarak birçok gerekçelendirme dile getiriliyor. İşte ülkenin durumu, güvenlik, darbe girişimi, OHAL gerekçe olarak gösteriliyor.
Gerçek olan şey şu; biz taahhütlerimize uyuyoruz. Hem üyelik hem de mülteci anlaşması konusunda. Türkiye uymadı. O yüzden Türkiye’nin karar vermesini bekliyoruz; son zamanlarda sıkça dile getirilen söylem gerçek mi ve yapılanlarla desteklenecek mi?
"Türkiye'de 'Avrupa yorgunluğu', Avrupa'da 'Türkiye yorgunluğu"
Söyledikleriniz ve bir süredir AB ile Ankara’dan duyduklarımız bize ilişkilerin durma noktasına geldiğini gösteriyor. Eski raportör Kati Piri’nin raporları da buna işaret ediyordu. Görünüşe göre ilerleme de kaydedilmiyor. Sizce AB Komisyonu, bu sene Türkiye ile üyelik sürecini resmen durdurma yoluna gidebilir mi?
Son raporlarımızda selefim Kati Piri de ben de sürecin resmi olarak askıya alınması çağrısında bulunduk. Taslak raporda görüşmelerin resmen askıya alınmasını talep ettim. Bunu bir kötü davranışa karşılık vermek için yapmadım. Bunu üyelik süreci bir şeye yardımcı oluyor mu tekrar değerlendirebilmemiz için yaptım. Yani iki tarafın da çıkarları için. Bu yüzden ‘üyelik sürecini resmen askıya almalıyız’ demem ‘süreç hâlâ düşüncelerimiz için elverişli mi tekrar değerlendirmek gerekiyor’ anlamına geliyor. Bunun yanında hep Türkiye’nin Avrupa üyelik girişimini tekrar gözden geçirmesini söylüyorum. Çünkü ben “Şu an kötü bir durumdayız, çok güven eksikliği var” gibi şeyler diyemem. Benim görevim, “Neden bu durumdayız” diye sorgulamak. Ben ve meslektaşlarımın çoğu bunun nedeninin Türkiye’nin mutabık kaldığı taahhütleri yerine getirmemesi olduğunu düşünüyor. Bunu açıkça söylemeliyiz.
Eğer Türkiye’de yetkililer son söyleme olgularla, reformlarla, tavır değişikliğiyle, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi üyelik sürecinin merkezinde olan konularda tavır değişiklikleriyle destek verirse biz de başka bir yol izleyebiliriz. Ama gelecekte darbe girişiminden sonra durdurulan reformların tam anlamıyla hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu durum çok yorucu. Türkiye’de “AB yorgunluğundan” bahsediliyor. Bu anlaşılabilir bir durum. Ancak Avrupa’da da “Türkiye yorgunluğundan” söz ediliyor. Bazı güçlü siyasi oyuncular Türkiye ile üyelik sürecinin durdurulmasını talep ediyor. Son olarak EPP, yani Avrupa’nın ana sağ partisi “Türkiye ile işimiz bitti. Yapacak bir şey yok. Türkiye bu durumda hiçbir şekilde AB’nin üyesi olamaz. Üyelik sürecine son vermeliyiz” dedi. Bu benim duruşum değil. Ben bu konuda Liberaller ve Yeşiller’e yakın düşünüyorum. Biz Türkiye’ye taahhütlerine uyması için son bir şans vermekten tarafız. Yani bu sebeple biz süreci dondurmak için değil, “Gelecekten beklentimiz bu mu” diye sorgulamak için sürecin askıya alınmasını istiyoruz.
Bu, temelde AB’nin Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri’ne uymasını istediği anlamına gelir öyle değil mi?
Evet, ama şu konuda çok açık olmalıyız; hiçbir Avrupa teşviği bir demokrasi olmayı istemenin yerine geçemez. Bu, o ülkenin vereceği bir karardır. AB’nin görevi bir ülkeyi zorla demokrasiye yönlendirmek değildir. Tüm dünyanın tanıyacağı olgun bir demokrasi olmak o ülkenin kendi tercihidir. AB’nin sunacağı bir teşviğin demokrasiye dönüşün anahtarı olduğuna inanılamaz. Demokrasi olmak veya olmamak sizin kararınızdır. Ben İspanyolum. AB’ye girmeden önce ülkenin nasıl bir süreçten geçtiğini hatırlıyorum. Biz gerçekten olgun bir demokrasi olmak istiyorduk. Sonra da AB’nin üyesi olmak istiyorduk. Ancak bir demokrasi olmak için herhangi bir teşvik beklemedik. Biz bir demokrasi olmak istedik ve buna uygun davrandık. Hızlıca harekete geçtik ve bazı yönlerden AB’nin üyesi olmaya hazırdık. Ancak kimsenin bizi AB’ye çekmesini istemedik. Tekrar ediyorum, hiçbir teşvik Türkiye’nin demokrasi olmak konusunda siyasi isteğinin yerine geçemez.
Peki mart ayında yaptırım kararı alınırsa bunlar direkt hükûmete yönelik yaptırımlar mı olacak?
Konsey’in duruşunu anlamanın Türkiye kamuoyu için zor olduğunu anlıyorum fakat şunu söylemek önemli; Avrupa Birliği Konseyi’nin bir bakıma Türkiye’ye yönelik fonksiyonel bir yaklaşımı var. İlişkinin getirdikleri, faydaları ve bedelleri inceleniyor.
Avrupa Parlamentosu için önemli olan ise üyelik süreci ve Türkiye’nin buna bağlılığı. Yani farklı rolleri var.
AB Konseyi’nin yaptırım kararı sondaj çalışmaları ve Doğu Akdeniz’le alakalı. AP içinse ana problem üyelik süreci ve Türkiye’de reformların yapılmaması. Farklı problemler var. Yaptırımlar Doğu Akdeniz ve Türkiye’nin haklarını savunmadaki agresif tutumuyla ilgili. Türkiye bu süreçte Avrupalı güçleri “kolonici güçler” olarak nitelendirdi. Buna kıtamızın o tarafındaki kimse anlam veremedi. Ancak durum bununla bağlantılı.
AP’de biz üyelik süreciyle ilgileniyoruz. Üyelik sürecinin kalbinde insan hakları ve hukukun üstünlüğü ile ilgili durumlar var. Türkiye bu konularda ilerleme kaydediyor mu? Bunu Türkiye kamuoyuna soruyorum. Türkiye bize üyelik sürecini hızlandırma umudu verecek kadar insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda iyileşme gösteriyor mu? Darbe girişiminden sonra sadece geri adım atıldığını duyduk. Darbe girişiminden son 15 günde olanlara bakalım; yeni Dernekler Yasası reformu, üniversiteye atanan rektör ve öğrencilerin gözaltına alınması. Türkiye’den duyduğumuz şeyler sadece hukukun üstünlüğü ve insan hakları hakkında kötü haberler. Türkiye’nin değiştirmesi gereken çok şey var. AB’nin güvenini kazanması gerekiyor. İnsan hakları dosyasında durum bu.
Öte yandan Doğu Akdeniz’de bizim analizimize göre Türkiye uluslararası hukuku ihlal etti. Teoride Türkiye haklarını koruyor, ama bunu yapabileceği en iyi şekilde yapmıyor. Orduyu kullanmak sorun yaşanma olasılığını artırıyor. Bu nedenle Konsey, daha çok direkt yaptırım tehdidinde bulundu. Biz de AP’de bu süreçte hukukun üstünlüğü ve insan hakları konusunda değişiklik bekliyoruz.
"Avrupa Konseyi üyesi olan Türkiye, AİHM kararlarına uymak zorunda"
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki (AİHM) Türkiye’yle ilgili davaları sık sık gündeme getirdiğinizi biliyorum. Davaları yakından takip ediyorsunuz. Bu davalar Avrupa Birliği’ne Türkiye’de hukukun üstünlüğünün durumu hakkında ne anlatıyor?
Şunun altını çizelim, Türkiye Avrupa Konseyi’nin üyesi. Türkiye AB’nin üyesi değil, bir aday ülke. Ancak Avrupa Konseyi’nin üyesi. Avrupa Konseyi’nin üyesi olmak, Strazburg’daki AİHM’in verdiği kararlara uymak zorunda olduğunuz anlamına gelir. Bu sebeple Türkiye AİHM kararlarını uygulamazken nasıl tekrar Avrupa yoluna girdiğini söyleyebilir anlayamıyoruz. Bu AİHM’in bütün kararlarına uyulması gerektiği anlamına geliyor; Demirtaş serbest bırakılmalı, Kavala serbest bırakılmalı. Kararlara uymamak için teknik gerekçeler yaratılmamalı. Hukuk değil de hükümet Demirtaş’ı veya Kavala’yı siyasi bedel yaşayacağı gerekçesiyle serbest bırakmıyorsa şu anda elinde bu sonucu yaşamadan yapmak için en iyi gerekçe var. Üyesi olduğunuz Avrupa Konseyi sistemindeki AİHM’in bu insanların serbest bırakılması konusunda kararı var. Yapın bunu. Reformlar konusunda içten olduğunuzu göstermek istiyorsanız Demirtaş ve Kavala’yı serbest bırakın; yaptığınız bazı reformları geri çevirin; rektör atanmasını protesto eden öğrencilere saldırmayın. Bu mesaj böyle verilmez. Eğer Avrupa’ya gerçekten AB’ye dönüş yolunda olduğunuzu göstermek istiyorsanız buna uygun bir şekilde davranmalısınız. Sadece aşk mektubu yazamazsınız. Bize aşk mektubu göndermeyin, bize AİHM’in kararlarına uyduğunuza dair, STK’larla ilgili yasa değişikliğini kaldırdığınıza, sosyal medya platformlarından temsilci istemediğinize, HDP’li belediye başkanlıklarına demokratik olmayan bir biçimde kayyım atamadığınıza dair haberler gönderin. Biz bunların gerçek olduğunu görmek istiyoruz. Bu nedenle Türk meslektaş ve dostlarıma şunu söylüyorum; AB’ye aşk mektupları göndermeyin, kararlar gönderin, somut gerçekler gönderin. Böylece son adımlarınızın içtenliğini değerlendirebiliriz.
Bir önceki soruya verdiğiniz cevaba atfen şunu sormak istiyorum; 2020’de Türkiye-AB ilişkileri üzerine bir kitap yazılacak olsa ana konu Doğu Akdeniz olurdu. Bu konuda birçok karşılıklı açıklama yapıldı. En sonunda Avrupa Birliği Konseyi’nde konu bir aday ülkeye yaptırım uygulanmasına kadar geldi. Sizce Avrupa Birliği ve tüm kurumları Türkiye’ye Doğu Akdeniz konusunda adil davrandı mı?
Adil olmaya çalıştık ve Türkiye’yi masaya getirmeye çalıştık. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, “Her zaman konuşmaya hazırız” dediğini duydum. NATO şemsiyesi altındaki teknik düzeyde görüşmeler ve başka görüşmeler Almanya himayesi altında beklemekte. Biz her zaman, tüm tarafların söyleyeceklerini dinlemeye hazırız. Ama Türkiye’den bize gelenlere bakalım; ‘kolonici güç’ olmakla suçlandık, Yunanistan’a koloni denildi. Böyle konuşmaya gerçekten gerek var mı? Haklarınızı korumak için böyle söylemler kullanmaya gerek var mı? Eğer durum buysa sizin anlattıklarınızı pek fazla insan dinlemeyecektir. Eğer Brüksel’de gerekçelerinizin duyulmasını ve dinlenmesini istiyorsanız ülke olarak sahip olduğunuz mükemmel diplomatik yeteneklerinizi kullanmalısınız. Haklarınızı ve beklentilerinizi açıklamalısınız. Ancak askeri deniz araçlarıyla sondaj veya keşif gemileri göndermek, askeri bir durum çıkması riski oluşturmak iyi bir yol değil. Türkiye’de iç politika ve ülkede yaygın olan milliyetçi söylemi desteklemek için Avrupa karşıtı söylemler kullanıldığını görüyorsunuz. Bu davanıza yardımcı olmuyor.
İlk olarak haklarınızı koruma şeklinizi değiştirmelisiniz. Tabii ki diplomatik bir şekilde karşınızdakini ikna etmeye çalışarak haklarınızı koruyabilirsiniz. Ama sondaj gemileri, keşif gemileri ve askeri gemiler gönderip AB’ye hakaret ederseniz bu durum burada hoş karşılanmayacaktır. Bilmiyorum, belki bu Türkiye kamuoyunda fayda sağlıyordur. Ancak Ege’nin diğer tarafında bu duruma anlam verilemiyor. Müttefik ve komşularınızı haklarınız olduğuna ikna etmeye çalışıyor, ancak böyle bir dil kullanıyorsunuz. İlk olarak haklarınızı koruma şeklinizi değiştirmeli, sonra onları korumalısınız. Mesela büyük bir konferans yapma çağrısında bulunduğumuzda bunu kabul etmelisiniz. Konferansın formatını belirleyelim, durumun diplomatlardan oluşan bir masada nasıl yeniden yürütüleceğini değerlendirelim. Uluslararası hukuka uymadığınız, askeri güç kullandığınız ve hakarete varan bir söylem kullandığınız zaman sesinizin duyulmasını bekleyemezsiniz.
"Aşk mektupları istemiyoruz..."
Son sorum genel bir soru olacak. Bu söyleşide siz, daha önce de açıklamalarıyla AB, Türkiye’nin Avrupa rotasına, kriterlerine ve AB’nin değerlerine dönüşü konusunda sıkça değerlendirmelerde bulundu. Yeni bir yıla girdik. Sizi Türkiye’nin tam üyelik yoluna döndüğüne ne inandırır?
Daha önce de dediğim gibi: somut gerçekler. Bizim ihtiyacımız olan şey somut gerçekler. Kararlar, reformlar. Sadece yasal reformlar da değil; siyasi hayatın düşünme şekli değişmeli. Anti terör yasalarını her türlü ufak eleştiriye karşı kullanmamalısınız. Terör damgası, sanki teröristlermiş gibi, bir şeyleri eleştiren insanlara vurulamaz. Demokrasi eleştiri almaktır. Siyasi eleştiriler devlete bir tehdit olarak algılanmamalıdır. Aksine demokrasilerde eleştiriler oksijen gibi bir ihtiyaçtır. Şu anda Cumhurbaşkanı’ndan dış politikaya herhangi bir şeyi eleştirmek ‘teröristlere yardım’ olarak sayılabiliyor.
Bu yüzden Ankara’dan somut gerçekler ve kararlar istiyoruz. Aşk mektupları istemiyoruz. Tekrar ediyorum; aşk mektupları istemiyoruz. Biz siyasi bir oluşumuz, Türkiye ile evlenmeye çalışmıyoruz. Türkiye’yi bizim değer çemberimize almaya çalışıyoruz. Bu çok önemli. Konu sadece sondaj değil, boru hatları değil, petrol değil. Asıl konu değerler. Çünkü üyelik sürecinin kalbinde değerler var. Bizim gerçekten istediğimiz şey insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda verilecek kararlar. Bu nedenle verilebilecek iyi bir mesaj ne olabilir? AİHM’in verdiği kararlara uymak. Demirtaş ve Kavala’nın serbest bırakılması. HDP’li belediye başkanlarının tekrar göreve getirilmesi. STK’ların devlet müdahalesi olmadan düzgün bir şekilde fonksiyon gösterebilmesi. Hâkimlerin kararlarına müdahale edilmemeye çalışılması. Savcıların siyasi gündemi değil, hukuku korumak için görev yapması. Bizim Brüksel’de beklediğimiz şeyler bunlar.