Ankara Üniversitesi’nden ihraç edilen Doç. Dr. Mustafa Kemal Coşkun, YÖK'ün ihraçlarla ilgisi olmadığına dair açıklamasını hatırlatarak Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan İbiş hakkında, "Korkuyor. Görevden alınmaktan falan. Siyasal ortamdan kaynaklı bir korkusu vardır. Ama ikinci olarak belki de milletvekili filan olmak istiyor. Rektörlük bitiyor çünkü. Bu dönem son dönemi" görüşünü savundu.
"Çok mimlenmiş SBF, DTCF gibi fakülteleri kapatacaklar ve Ankara’daki Sosyal Bilimler Üniversitesi bünyesine alacaklar" iddiasında bulunan Doç. Dr. Coşkun, "ODTÜ’ye, Boğaziçi’ye de müdahale edecekler. Bu belki birkaç yıl sürecek belki hemen yapacaklar, bilemiyorum, ama yapacaklar. Bütün bunlar siyasal dengeyle ilgili. Artık üniversitelerin iktidara hizmet eden birer kuruma dönüştürmek istiyorlar" ifadesini kullandı.
Anayasa değişikliği referandumana da değinen Doç. Dr. Coşkun, "AKP içindeki yarılmayı net biçimde gösterecek hayır oyları. AKP’nin yarılmasını çok daha hızlandıracak. Gerçekten güçlü bir iktidar değil AKP. Özellikle son 1-2 yıldan beri. Dolayısıyla sonucun hayır olması AKP’deki yarılmaları hızlı bir şekilde artıracaktır" dedi.
Mustafa Kemal Coşkun'un Cumhuriyet'ten Kemal Göktaş'a verdiği söyleşi şöyle:
- Akademisyenlerin görevi bu tür metinlere imza atmak mıdır? Bilim üretmek değil midir? Güneydoğudaki operasyonlar üniversiteyi niye ilgilendiriyor?
Aslında bunun birkaç önemli noktası var. Bugün geldiğimiz noktada üniversitede bilim üretimi ortadan kaldırılıyor. Bir kere buna müdahale etmek lazım. Bu bilim üretiminin ortadan kalkmasının ekonomik siyasal koşullarına bakmak lazım. Güneydoğu’da bir sürü insan ölürken, savaş koşulları varken, üniversitelerde ifade özgürlüğü ve akademik özgürlük yokken biz burada oturup bilim üretemeyiz. İkincisi, şimdikiler akademisyenleri memur gibi algılıyor. Akademisyen memur değildir, toplumsal gündeme müdahale eden, etmesi gereken; gündeme ilişkin yorumlarda bulunan ve düzeltilmesi için uğraşan insandır aslında.
- Niye? Akademisyenleri diğer mesleklerden ayıran ne?
Ben bunu aydın olmak diyorum. Öğretmen de aydındır, doktor da aydındır. Gramsci’nin kullandığı anlamda kullanıyorum. Aydınların işi de toplumsal sorunlarla ilgili tartışmak ve düşünmektir. Bu sadece siyasilere bırakılacak iş değildir. Akademisyenleri de aydın sayacaksak eğer bu ülkede yaşanılanlar üzerinde düşünmek, tartışmak zorunda, bunlarla ilgili çözüm önerileri sunmak zorunda. Bir yerde sorun gördüyse politikacıları uyarmak zorunda. Burada sessiz kalmamak zorundadır. Bu olmadığı zaman bilim üretmek söz konusu olmaz. Sivil toplumu ortadan kaldırırsanız baskıcı faşizan toplumun önünü açarsanız. Bilim üretiminin koşulları ortadan kalkıyor aslına bakarsanız. Sadece üniversitede değil, üniversitede dışında da kalkıyor. O yüzden attığımız imza sadece barış istemek değil, aydınların toplumsal bir soruna müdahalesi anlamında önemliydi.
- Ama akademisyenler ben bildim bileli çokça bu tür bildirileri imzalarlar. Hatta bu bildirilerin bir işe yaramadığı eleştirileri yapılıyordu. Ne oldu da iktidar böyle bir şiddetli tepki gösterdi?
Ben de bir sürü şeye imza attım. Hiç böyle bir şey olmadı. Hatta Tayyip Erdoğan çıkıp konuşmasa yine bir şey olmazdı. Ama asıl şey, Güneydoğu’daki savaş ortamı keskinleşince politikalarını sürdürebilmek açısından biraz problemli oldu aslında bu imza onlar açısından. Her tanrının şeytanı vardır. Şeytanı gösterir tanrıyı kutsar. Her devletin de bir teröristi vardır. ABD, koskoca İran devletini terörist ilan ediyor. Devletin çapına göre değişir bu. Türkiye bu kadar boyutlusunu yapamaz ama ancak işte imza atan akademisyenleri filan terörist ilan edebilir.
- Bir terör sorunu da var ama..
Söylediğimiz şey bu zaten. Bunu savaşarak çözemeyiz. İnsanları öldürerek terörü çözemeyiz. Niye PKK’yi eleştirmiyorsunuz deniliyor ama ben KCK’ya vergi vermiyorum, onun yöneticisini seçmiyorum ki. Bu devlete vergi verip yöneticisini seçtiğim bu devlete sesleniyorum. Bu savaşı böyle sürdürürsen bir sürü asker, polis, PKK’lı ölecek ve sorun çözülmeyecek. 40 senede çözülmedi. Bunu devletten istemek de bizim hakkımız.
- Akademisyenlerin ihracında Ankara Üniversitesi özel bir yer kapladı. İmzacı akademisyenlere yönelik olarak diğer birçok büyük üniversiteden farklı bir performans sergiledi.
Ankara Üniversitesi bir taşra üniversitesi. Bir zihniyet olarak söylüyorum bunu. Daha doğrusu akademisyeni memur sayan, dolayısıyla biat eden, hiçbir şeye itiraz edemeyen, oturup nasıl olacaksa bilim üreteceğini varsayan bir zihniyete sahip. Bakın ODTÜ’ye, Boğaziçi’ne, oradan atılan var mı yok? Belki oraya da gelecek ama şimdi yok. Rektörler belirleyici burada. Bizim rektör ve üniversitenin genel öğretim üyeleri de maalesef böyle bir memur zihniyetine sahip. Yoksa itiraz ederlerdi en azından. Rektör Erkan İbiş’in özel bir yeri de var. YÖK bile açıklama yaptı ‘bizim bir ilgimiz yok bu atılmalarla, rektörlerin denetimleri içinde oldu’ falan diye.
- Erkan İbiş niye böyle davranıyor?
Korkuyor.
- Niye korkuyor, korkması gereken bir şey var mı?
Görevden alınmaktan falan. Siyasal ortamdan kaynaklı bir korkusu vardır. Ama ikinci olarak belki de milletvekili filan olmak istiyor. Rektörlük bitiyor çünkü. Bu dönem son dönemi. Milletvekili olurum ya da bir şeyin başına geçerim diye düşünüyor herhalde. Ya da başka bir korkusu var. AKP’den çok AKP’ci tavırlarını görünce akla başka şeyler geliyor. Ankara Hukuk Fakültesi Dekan Vekili hakkında açılmış FETÖ soruşturması var ve hala görevde. Hakkâri Üniversitesi eski Rektörü, FETÖ’den gözaltına alındı ve serbest bırakıldı. Şimdi Ziraat Fakültesi’nde dekan yardımcısı oldu. Tüm bunlar duruyor, FETÖ’yle, şununla, bununla hiçbir ilgisi olmayan barış için imza atmış insanlar üniversiteden atılıyor.
- Cemaatçi olarak bilinenler tasfiye edilmiyor mu yani?
Bizim Dil Tarih’te FETÖ’cü diye tasfiye edilen kimse yok. Bir iki hoca, bir derneğe üye oldukları için atıldı. Onun dışında tasfiye edilen 12 kişinin tamamı imzacı sadece.
- FETÖ’cüler var ve tasfiye edilmiyor mu?
Olabilir. Erkan İbiş’in sıra dışı bir performansı var bu atılmalar konusunda. Başka üniversitelerin rektörlerini arayıp ‘siz niye atmıyorsunuz?’ dediği iddia ediliyor. Çıkar ilişkisi var iktidarla ya da sahiden çok korkuyor. Korkmasını anlarım insani olarak ama istifa et o zaman. Twitter’a filan yazdıkları tamamen iktidara angaje olan birini görüyorsunuz. Oysa Müslüman biri, insanların ahını almaktan korkması gerekir.
- İktidarın amaçladığı nasıl bir üniversite?
Öncelikle kontrol ettikleri bir üniversite istiyorlar bence. 2002’den 2016’ya kadar, üniversitelere müdahale etmediler dikkat ederseniz. Atılmayı filan geçtim, hani üniversitelerin çok üzerlerine gitmediler ama üniversiteye geldi sıra. Çünkü bütün kurumları kendilerine bağlamak istiyorlar. Yargıyı filan hallettiler. Çok mimlenmiş SBF, DTCF gibi fakülteleri kapatacaklar ve Ankara’daki Sosyal Bilimler Üniversitesi bünyesine alacaklar. O üniversitenin yapısı da tamamen iktidarca belirlenecek. Böylece üniversiteyi de kendilerine bağlı bir kurum haline getirecekler.
- Ciddi ciddi Siyasal’ı Dil Tarihi kapatabilirler mi?
Bana öyle geliyor. Bu uzun erimli bir şey. Bence ODTÜ’ye, Boğaziçi’ye de müdahale edecekler. Bu belki birkaç yıl sürecek belki hemen yapacaklar, bilemiyorum, ama yapacaklar. Bütün bunlar siyasal dengeyle ilgili. Artık üniversitelerin iktidara hizmet eden birer kuruma dönüştürmek istiyorlar. Elbette bunları yapabilmelerini engelleyebiliriz de, bunu ancak mücadele edersek yapabiliriz, bu nedenle yapabilecekleri garanti değil aslında.
- Türkiye toplumunun geniş bir kesiminin, ‘hayır’ verenlerin neredeyse teröristlikle suçlandığı bir manzara var.
15 Temmuz’dan itibaren hukuksuzluk söz konusu. Soruşturma açarsın, ifadesini alırsın, suçlu bulursan atarsın ama KHK’yle kimseyi atamazsın. Sadece burada değil, birçok alanda hukuksuzluk söz konusu. Ama bu böyle gitmez. Anayasalar toplum sözleşmesidir bir yerde. Dolayısıyla herkesi bağlar. O yüzden hukuk devleti ve hukukun üstünlüğünden bahsederiz. Bütün bunları ortadan kaldırırsanız devletin çökmesi dediğimiz şeyi yaşarız. Şimdi tam da bunu yaşıyoruz. Kurumlar yarılmış, ordu yarılmış, devletin bütün kurumları yarılmış. Bir çöküş durumunu yaşıyoruz. Dolayısıyla hukuksuzlukla hukukun olmadığı ortamda nereye kadar gidebiliriz?
- İktidarın yeni bir hukuk yaratma amacı yok mu?
Kendisinin yapacağı anayasa uyacaklarını mı zannediyorsunuz? Toplumda bu iktidarın seçimle gitmeyeceği yönünde bir tartışmaya vardı iş. ‘Bunlar kaybedecekleri seçimi yapmazlar, yaptırmazlar’ deniliyor. Aynı şey referandumda da olabilir. Hayır oyunun çıkacağını anladıklarında ne yaparlar ne ederler bilmiyorum ama yaptırmazlar. Ama bence hayır çıkacak.
- Neye dayanarak söylüyorsunuz bunu?
AKP içindeki yarılmayı net biçimde gösterecek hayır oyları. AKP’nin yarılmasını çok daha hızlandıracak. Gerçekten güçlü bir iktidar değil AKP. Özellikle son 1-2 yıldan beri. Aslında iktidarını kaybetmesi çok zor değil. Dolayısıyla sonucun hayır olması AKP’deki yarılmaları hızlı bir şekilde artıracaktır. O yüzden “hayır” çıkması tüm halkımızın yararına olur diye düşünüyorum.
- AKP seçmeni neden hayır der ki?
AKP yüzde 45 aldı ise bunun en azından yüzde 10’unun hayır diyeceğini düşünüyorum. Çünkü AKP’ye İslamcı bir parti diyemem aslında. İslamcı olma özelliği, özellikleri arasında 10. sırada yer alır. Asıl özelliği neo-liberal parti olmasıdır. Dolayısıyla AKP’ye oy verenlerin hepsi İslamcı diyemeyiz. Belki kiminin çıkar ilişkileri vardır. Ekonomik çıkar ilişkileri dışında İslamcı olanlar evet diyecektir kuşkusuz. Ama bütün seçmen o saiklerle oy vermedi, yani İslamcı saiklerle. Dolayısıyla bu iktidarın yetkilerini tek bir kişiye verilmesinden rahatsız olacak insanlar olacaktır. Belki bunların oranı yüzde 10’un da üzerindedir.
- Bir politik dönüşüm yaşıyoruz. Sermaye bunu istiyor mu? İstemiyorsa niye karşı çıkamıyor? Sermayenin iradesi hilafına mı oluyor bunlar?
Sermayeyi iki farklı kategoride değerlendirmek lazım. Bu ikisi arasında politik bir iç savaş yaşanıyor, yani, muhafazakar burjuvazi ile batıcı laik burjuvazi arasında bir savaş, bu yeni değil. Daha önce de vardı. Bu savaş toplumun hiçbir kesiminin kendisini dışarıda tutamayacağı derecede şiddetlendi son zamanda. Yani bir tarafta tarihsel olarak ve ekonomik güç olarak önde olan Batıcı-laik burjuvazi, Anadolu’dan gelerek iktidarda yer isteyen, toplumun kültürel dokusunda kapladığı yere dayanarak hegemonya kurmaya çalışan muhafazakâr-İslamcı sermaye. AKP gerek özelleştirmeler yoluyla, gerek başka yöntemlerle olsun muhafazakâr sermayeyi güçlendirdi. Dolayısıyla hem ekonomik çıkar çatışması var hem de siyasal iktidarı kim elinde tutacak çatışması var. Hem de ideolojik, kültürel alanda bir çatışma var. Marks ‘bir toplumdaki egemen fikirler, egemen sınıfın fikirleridir’ der. Hangi sermaye kesiminin fikirleri egemen olacak çatışması var. İktidar 2013’e kadar otoriter yanını çok ortaya çıkarmadı. Eskiden demokrattı da şimdi otoriter oldu anlamında söylemiyorum, bu liberallerin savunması. Aslında eskiden de otoriterdi tüm toplum kesimlerine karşı ama 2013’den sonra iktidarda kalmanın yollarını aramaya başladı. Dolayısıyla düne kadar bundan nemalanmış muhafazakâr sermaye de kendi iktidarı için kaygılandı. Yani sermaye bir yandan el değiştiriyor. Bildiğimiz geleneksel batıcı-laik burjuvazinin yanına muhafazakâr bir burjuvazi geliyor ve bu çatışma yaratıyor.
- Batıcı burjuvazi başkanlığı destekliyor mu sizce?
Normalde batıcı laik sermaye faşizan bir rejim istemez. Hiçbir yerde istemez, sadece Türkiye’de değil. Mecbur kaldığı zaman ama destekler, tıpkı Almanya’da Hitler’i desteklediği gibi. Şu an ekonomik bir kriz var. Hali hazırda, burası önemli bence, dünyada, sadece Türkiye’de değil, bu ekonomik krize çözüm bulamadılar. 1974’deki ekonomik krize çözüm bulunmuştu ama şimdiki krize halen çözüm bulunabilmiş değil. Bugünkü krize çözüm benim ekonomik milliyetçi dediğim bir ekonomi politikasıyla olabilir, yani her ülkenin kendi burjuvazisini kalkındırmaya yönelik politikalar uygulaması, bir taraftan da işçi ve emekçi sınıfları hem ücret hem örgütlenme vb. açılardan baskı altına alması. Buradan bir Keynesçilik bekleyenler fazlasıyla yanılır.
- Sermaye ABD’de, Rusya’da, Türkiye’de benzer eğilimler mi gösteriyor?
Şimdi böyle kriz dönemlerinde, ki bu sadece bizim ülkemize özgü değil, toplum hem politikleşir hem kutuplaşır. ABD’deki Trump seçimi örnek olabilir. Ama dikkat edin Trump’ın karşısına Sanders çıktı. Sanders önemli bir isimdi. Aday olamadı, Clinton’u geçemedi ama hatırı sayılır bir oy aldı. Kendisine sosyalistim demesine rağmen bu oyu aldı. ABD’de bu çok zordur. Fransa’da Le Pen yükseliyor ama sol da yükseliyor. İspanyada Podemos, Yunanistan’da Altın Şafak karşısında Syrzia yükseliyor. Hem sol, hem sağ kriz dönemlerinde yükselir. Mücadeledir bu. Korumacılık Keynesçiliği hatırlatıyor. Keynescilik daha sosyal demokrat politikadır ama artık böyle bir politikanın uygulanması mümkün değil. Yukarıda demiştim. Daha baskıcı, otoriter, küreselleşmenin ortadan kalktığı, kendi sınırlarını, kendi sermayesini koruyan, dışarıdan ithal mal getirmeyelim kendimiz üretelim diyen, ulusal kalkınmacı, içerde üretelim ki sermayemiz kazansın diyen, gümrük sınırlarını koruyan bir politika. Bir yandan da geniş halk yığınlarını, işçi sınıfını baskı altına alan. Hem ücret olarak hem de baskıcı ve otoriter bir rejim… Bundan daha iyi faşizm olur mu?
- Yani Trump’a ve diğerlerine oy veren yığınların refahı artmayacak.
Ücretleri ve örgütlenmeleri baskı altına alan bir yönetim.
- Bu durumda destekleri çekmezler mi?
İşçiler de ‘ücretlerimiz düşüyor, hadi yürüyelim’ demeyecekler. Biraz güç dengesi önemli. O yüzden sendikaları bitirmek üzere yasalar çıkarıyorlar. AKP döneminde 5 binin üzerinde yasa çıktı. İşçi ve emekçileri ilgilendiren yasaların hepsi işçi ve emekçilerin çıkarlarına karşı yasalardır, açıp hepsine bakabilirsiniz. Gerek sendikal örgütlenmeye karşı, gerek kiralık işçilik gibi…
- AKP 14 yıldır iktidarda. Sürekli çalışanların, işçilerin çıkarları aleyhine çalışan bir iktidar diyorsunuz. Peki ama toplumsal rıza nasıl üretiliyor?
Geniş bir orta sınıf var. İşadamlarının vs. dahil olduğu. Zaten herhalde hegemonya filan dediğimiz kavramları buradan çıkaracağız. Nasıl oluyor da işadamları sınıfı aynı zamanda geniş halk yığınlarının desteğini alıyor bir taraftan? Çıkarları karşıt aslında. Bir arkadaşım anlatmıştı: ‘Kayseri’de bir araştırma yaparken 2007’de, lokantada oturuyoruz organize sanayide. Televizyon açık. Televizyonda Kılıçdaroğlu konuşuyor. İzleyenlerden bir işçi yanındakine diyor ki: ‘Kılıçdaroğlu gelirse Boydak’lar biter’. Diğer işçi de ‘Boydaklar biterse biz de biteriz’ diyor. Sonuçta Boydak bitti ve muhtemelen gerçekten de o işçiler de bitti. Bu işçilerin, emekçilerin, geniş kitlelerin nasıl kendilerine bağlandığını gösteriyor. Bir sürü ekonomik çıkar ilişkisi var. Cemaatler var, sadece Fetullah Gülen değil. Cemaatler artık insanların sadece manevi ihtiyacını karşılamıyor, aynı zamanda daha da önemlisi maddi ihtiyaçlarını karşılıyor. Herhalde sosyal bilimciler olarak bu hegemonik ilişkileri araştırmamız, bu rızayı nasıl ürettiklerine yönelik çalışmalar yapmamız lazım.
- Din ve milliyetçilik toplumsal rıza üretiminin neresinde duruyor?
Din ve milliyetçilik, maddi çıkarların aracılığıyla rıza üretiyor. Sadece dinle, dindarlıkla bu rıza üretilmiyor. ‘Biz dindarız, gelin hep beraber namaz kılalım’ dediğinizde insanlar gitmiyor sadece. Ekonomik çıkar bağlantısı da var.
- Bu durumda kimlik politikası nedeniyle kilitlenen siyaset manzarasını aşmanın yolu da sınıfsal bir yoldan mı geçiyor?
Sol böyle bir politikayı üretmek zorunda. Bir taraftan sınıf meseleleri var, sınıf hareketleri, sınıf çıkarları var. Bir taraftan kimlikler var. Alevi ve Kürt vs. bence sınıf politikası da sınıf çıkarları ile diğer kimliklerin… İnsanlar sadece işçi oldukları için ezilmezler ya da ezildiklerini düşünmezler. İnsanlar mesela Alevi oldukları için, kadın oldukları için, Kürt oldukları için ya da başka bir şey oldukları için ezilebilirler, ezildiklerini düşünebilirler. Dolayısıyla böyle düşünen insanları bir taraftan da sınıf çıkarları ile bir araya getirecek, etkileşimlerini sağlayacak ve buna yönelik politika üreten bir sola ihtiyaç var. Sadece kimlik politikası ile ya da sadece sınıf politikası ile de olmaz. Bunları birleştirecek bir araya getirecek, işçi sınıfı önderliğinde bir araya getirecek bir sol politikaya ihtiyaç var.
- Bu iktidarın her ne olursa olsun kalıcı olacağı şeklinde bir yargı ve bunun muhalif kesimlerde yarattığı bir umutsuzluk da var. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Vaziyet kötü ama çok umutsuz değilim. Bu iktidardın muhalefete düşmesi çok zor değil. Referandumdan hayır çıkması bunu tetikleyebilir. Bir meşruiyet krizi var bu iktidarın. Ekonomik kriz çıkabilir. Bütün bunlar iktidarın değişmesinin önünü açabilecek olgular. Yalnız bu olurken siyasetin seyrinde gitmesi ve ülkenin çok büyük sıkıntılar yaşamaması için CHP’nin iktidara destek veren kesimlere bir şey olmayacağının garantisini vermesi gerekir. Çünkü iktidara destek verenler, AKP’nin gitmesi halinde, bu iktidarın muhaliflere yaptıklarının bu defa kendi başlarına da gelebileceği korkusu yaşıyor. Bu korku aşıldığında, rövanşizm endişesinden kurtulduklarında iktidara olan desteklerini her an çekebilirler. Bu desteğin bu kadar sürekli olmasının bir nedeni de bu. Ne AKP’yi ne Erdoğan’ı çok sevdikleri için ve her yaptıklarını doğru buldukları için desteklemiyor insanlar. Çok fazla birikmiş konu var ve bunları temizlemek mümkün değil diye düşünüyorlar. Bu kesimler bu konuda ikna edilirse umut daha da artar.