Gündem

Ankara katliamında yaşamını yitiren Ercan Adsız'ın öyküsü: İşkencelere karşı dik duran bir 'demir leblebi'

Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün Barış Portreleri Seçkin Sağlam'ın yazısıyla devam ediyor

16 Aralık 2015 16:44

Seçkin Sağlam*

Emek Partisi Çanakkale İl Başkanı Ercan Adsız ilk gençlik yıllarından bu yana devrimci mücadele içindeydi; çevresinde gülen yüzü, 1990’ların karanlık dönemlerinde işkencelere karşı dik duruşu ile biliniyordu.

Ercan, 1973 yılında Kars’ın Akdere köyünde doğdu. Dokuz kardeşin beşincisiydi, girişken ve cesur bir duruşu vardı. Büyük ağabeyi Emir, onun çocukluğunu, “Ele avuca sığmazdı” diye anlatıyor. 11 yaşında Adapazarı’na göç eden ailesi ile birlikte büyükşehir girdabında yaşıtlarına göre yaşam mücadelesinin içine daha erken katılır. Ekonomik sıkıntılar, kalabalık bir aile nüfusu, hayat pahalılığı ve ailesinin yoksul oluşu, onun sadece okumasına izin vermez. Ercan, aynı zamanda çalışmalıdır da. Hem okula gider hem de ayakkabı boyacılığı yapar. Ancak bir süre sonra bir karar vermek zorunda kalır, ya okul ya iş! Ercan işi seçer.

On beşinde bir devrimci

Çocuk yaşta para kazanmaya başlayan Ercan, evlenen iki ağabeyi ile birlikte İstanbul’a taşınır. İstanbul’da ağabeyi Emir aracılığı ile daha on beş yaşındayken devrimci mücadele ile tanışır. Günlük ilişkilerin dışında, alternatif bir ilişki olarak devrimci yaşam tarzı ilgisini çeker. Bu yeni yaşam tarzı, onun yoksulluğunu, ezilmişliğini, daha çocuk yaşta başlayan hırpalanmışlığını yorumlamasını ve çözüm üretmesini, başka bir dünyaya özlem duymasını, sınıfsız, sömürüsüz, eşit ve özgür bir yaşamı savunmasını sağlar. Mücadele içinde hızla yerini alan Ercan, askerî darbenin ardındaki karanlık günlerde kendisine verilen sorumlulukları yerine getirir. Onun bu dönemdeki tavrını ve yapısını anlatan ağabeyi Emir, “Devrimci mücadele içinde yaşı küçük olmasına rağmen, kararlılığı, korkusuzluğu ve inancı hemen herkesin dikkatini çekerdi” diyor. Ercan, 1980’de daha on yedi yaşında idam edilen Erdal Eren’in ölüm yıldönümü nedeni ile bir gece afiş asmaya çıkar. Gece saat 01:30’da yağmurda ıslanmış bir halde eve gelir. Ağabeyi Emir onu kapıda karşılar. Karşısında sırılsıklam olmuş Ercan’ı gören Emir, başından geçenleri anlar ve “Neden hemen eve gelmedin” diye sorar. Ercan ise kendinden ve yaptığından emin, “Evi öğrenip operasyon yaparlardı” diye cevabını verir. Emir, “O gece sanki on beşindeki kardeşimi değil, yıllardır mücadelenin içindeki bir insanın bilinci ve kararlılığını gördüm gözlerinin gülüşünde” diye anlatır karşısındaki genç devrimciyi.

Fabrika önlerinde, işçi semtlerinde

Doksanlı yıllar herkes gibi onun için de zor geçer. Ercan, kısa sürede sorumluluklar alır, mücadele içinde daha da aktifleşir. İşçi semtlerinde, fabrika ve atölye önlerinde bildiri dağıtmaya başlar. Ercan’ın mücadeledeki heyecanını, onun ilk gençlik dönemlerine tanıklık eden Şükrü Taş, “Ercan için fabrika dağıtımlarının ayrı bir önemi olmuştur her zaman. O fabrika önlerinde işçi duraklarında, işçi servislerinde dağıtım yapmayı, işçi servislerinde bildirilerden bölümler okuyarak ajitasyon yapmayı çok severdi. Bazı işçiler ondan bildiri alıp fabrikaya götürdüklerinde keyfine diyecek olmaz, anlata anlata bitiremezdi. Güvenlik önlemleri en fazla olan fabrikalara dağıtım yapmakta bir an olsun tereddüt etmezdi” diye anlatıyor.

İşçi semtleri, servisler ve fabrikalardaki faaliyetleri sırasında ilişki kurduğu işçiler de Ercan’ı çok sever. Hatta öyle ki, o cezaevine girdiğinde birçok işçi “O güleç yüzlü kara çocuk nerde” diye sorar. O dönemin tanıklarından Nermin Uludağ, “Bir keresinde Sümerbank’taki bir kadın işçi eşinden şiddet görüyordu ve bu durum canına tak etmişti. Birkaç kez kadın arkadaşın evine gittik, hatta eşi ile de tanıştık. Adam psikopatın tekiydi. Konuşmaya çalıştık ama şiddet yine devam etti. Uyardık yine devam etti. Ercan da ‘o zaman günah bizden gitti’ diyerek adamı bir güzel dövdü” diyerek anlatıyor.

Karanlık yıllar, 1990’lar

İlk cezaevi süreci de böyle gelişir. 17-18 yaşlarında önce Esenyurt’ta partisinin bildirilerini dağıtırken gözaltına alınıp tutuklanan Ercan, kısa bir süre cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakılır. Fakat bu serbestlik de kısa sürer. Zira bu kez Sümerbank fabrikası önünde bildiri dağıtırken yine gözaltına alınıp tutuklanır. Gözaltındaki Ercan, güler yüzlü ifadesini o ağır şartlarda bile eksik etmez. İlk kez cezaevinde tanıştığı Ercan’ı “Koğuşun kapısından giren gözlerinin içi gülen esmer bir delikanlıydı. Her zamanki gibi gülüyordu. Üstelik Emniyet'te günlerce işkence görmemiş de eylemden geliyormuş gibi... Belki de Emniyet sürecini bir eylem alanına çevirmenin edasıydı yüzündeki gülüş” sözleri ile anlatıyor Kürşat Yılmaz.

“Cüz proleteri”

Doksanlar; karanlığı toplumun üzerine çöken, sokaklarda “infaz”, cezaevleri ve Emniyet'ten de “işkence” seslerinin geldiği o meşhur yıllar. O yıllarda cezaevine girenlerden Can Denizci’yi de koğuşta Ercan karşılar. Ercan, Can’a her zamanki gülümsemesi ile "hoş geldiniz" deyip ardından kahkahayı basar. İnsan cezaevine ne kadar hoş gelebilir ki? Tanışma faslında Ercan’ı “cüz proleteri” olarak tanıtırlar. O günleri, “Cüzde onu yenebilen hiç kimse yoktu. İlk fırsatta yanıma yaklaşıp ‘yoldaş cüz oynar mısın’ deyişini herhalde hiç unutmayacağım. Gözlerinin içi gülüyordu bunu derken. Ömrümde ilk kez bir insanı bir oyunu oynarken bu kadar heyecanlı ve istekli görüyordum. Sonraki günlerde bu istek ve heyecanının yaptığı her şeyde olduğunu fark etmiştim. Ama cüz bittikten sonra patlattığı zafer kahkahasına başka bir yerde denk geldiğimi söyleyemem. Çok keyif alıyordu cüz oynamaktan çok” sözleri ile anlatıyor Can Denizci.

“Boya sıkıntısı yok, üstelik silemeyecekler”

Ercan ve arkadaşları, o dönem duvarlara yapılan yazılamaları "duvar gazetemiz" diye tanımlarlar. Boya sıkıntısının olduğu bir gün Ercan, “artık boya sıkıntımız yok yoldaşlar, üstelik silemeyecekler” diyerek o meşhur kahkahasını basarak gelir. Herkes şaşırmıştır. Nasıl bir şeydi bu boya ki silinmiyor, hem de bol bol? Cevabı Ercan verir; “Yanık motoryağı!” Ercan’ın buluşu herkesi hayrete düşürür... Akaryakıt istasyonlarından “parasız” olarak temin edilen yanık motoryağının hikâyesini anlatıyor, Ercan ile o dönem politik faaliyetler sırasında tanışan Zeki Oğurlu; “Yanık motoryağının içine çok az siyah yağlı boya koyarak istediğimizi gerçekleştirmiş oluyorduk. Polis veya jandarma bu yazıları kapatmak için kireç sürüyordu ve kapandığını düşünüyordu, aradan birkaç gün geçiyordu yazılarımızın üzerindeki kireç kabuk bağlıyor dökülüyordu ve yazılar yeniden ortaya çıkıyordu.”

O artık Erol

Doksanlı yıllarda cezaevinden çıkar, bu arada davası sonuçlanan Ercan’ın cezası kesinleşir ve kaçak durumuna düşer. Bir kez daha cezaevine girmek istemez. Bu arada İstanbul’dan ayrılan Ercan, Tekirdağ, Uzunköprü, Çorlu ve Çerkezköy’de faaliyet yürütür. Bir fabrikadan kovulur, öbürüne girer, ondan kovulur diğerine... İşçi mücadelesi içinde faaliyet gösterir ama artık, işsiz kalabilme ihtimaline karşı burada da bir formül geliştirir. Artık, O, Ercan değildir. Erol ismini kullanmaya başlar.

Hem yoldaşı hem hayat arkadaşı

O zor dönemlerde, Tekirdağ’da bulunan Yasemin ile tanışır ve ona ilgi duymaya başlar. Kendisine göre daha sert ve kuralları olan Yasemin’e ilgisini bir türlü söyleyemeyen Ercan, “Hocam” dediği Muhammet Uludağ’a “Ben Yasemin’e ilgi duyuyorum” der. Ercan’ı “utangaç” biri olarak tarif eden Muhammet Uludağ, Ercan ile Yasemin’in ilişkisini “onlar sadece mücadele arkadaşı değil, son nefesine kadar birbirlerinin yanında olan hayat arkadaşıdır” diye tanımlıyor. Ercan’ın yemek yapmadaki ustalığını da anlatan Uludağ, bir gün Ercan'la akşam yemeği için sözleşir. Evi soğuktur Ercan’ın, hastadır. Muhammet Uludağ, “Eve gittiğimizde mutfakta kuru fasulye ve pilav yapıyordu. Ev soğuktu, Ercan meğer üç gündür yatakta hasta olarak yatıyormuş. Bize yemek hazırlamak için yataktan çıkan Ercan süzülmüş, yüzünden soğuk terler akıyordu” diye anlatıyor.

“Beni hayatta güldürebilen tek insandı”

Yasemin için Ercan, sadece bir eş olmadı hiçbir zaman. O, Yasemin için hem bir eş hem bir yoldaş hem bir arkadaştı. Evin işlerini bile çoğu zaman birlikte yaparlardı. Yasemin o günleri, “Çamaşır yıkamayı o öğretti bana. Yemek yapmayı, temizliği, cam silmeye kadar ev işlerini o öğretti ve o genç yaşında tüm bunları yapabiliyor olması beni her zaman şaşırtmıştı” sözleri ile anımsıyor.

Yasemin, Ercan’ın evinde, işinde ve partisinde sevgi dolu bir insan olduğunu, “Devrimci mücadeleye nefesinin son anına kadar bağlı kaldı. Ben onu tanıdığımda devrimci mücadele içindeydi. ‘Demir leblebi’ diye tanıtmışlardı onu bana. İşkencelerde konuşmayacak kadar dayanıklı, çevresine gülüşü ve kahkahaları ile neşe katacak kadar sevgi doluydu” sözleri ile anlatıyor.

Çanakkale sayfası açılıyor

Yasemin’in babası bir keresinde, “Yasemin kristal gibidir, çok kırılgandır, ona dikkat et” diye uyarıyor Ercan’ı. O hiç ses çıkarmıyor. Yasemin, “Ercan o gün babama bir şey demedi, ama ondan sonra son ânına kadar beni sevdi ve incinmemem için her şeyi yaptı” diye anlatıyor. Ercan’ın sık sık işten çıkarıldığı, isminin bütün fabrikalara verildiği ve iş bulamadığı dönemlerden geçiyorlar. Yasemin ise tekstil atölyelerine giderek Ercan’a destek oluyor. Hayat şartlarının zorluğu, ekonomik sıkıntılar Ercan ve Yasemin’in yaşamlarının bir parçası haline gelir. Yıllar geçer ve yirmi yıl sonra aranması sonlanır Ercan'ın, Yasemin’in öğretmen olmasının ardından başka bir şehirde hayatlarına devam etme kararı alırlar. Yasemin’in tayin olabileceği tek yer Çanakkale’dir.

Emek Partisi’ne il başkanı oluyor

Ercan ve Yasemin, İpek ve Çağdaş isimlerindeki çocukları ile Çanakkale’nin yolunu tutarlar. Çanakkale’ye geldiklerinden hemen sonra, ilk il kongresinde başkanlık teklif edilir. Ercan teklifi geri çevirmez ve Çanakkale’de Emek Partisi İl Başkanı olur. Kentte politik mücadelesinin yanı sıra çevre mücadelesinde de aktif rol oynar. Çanakkale’de kısa sürede herkesin sevdiği ve tanıdığı biri haline gelir.

“Bize yol gösteriyordu”

Ercan’ın gençlere önem verdiğini anlatan Çanakkale Emek Gençliği üyesi Deniz Çelebi, “Her zaman güler yüzlü, değişime inanan, bütün yaşadığı olumsuzluklara rağmen yılmadan mücadele eden birisiydi. En son beraber olduğumuz an Ankara yolculuğuydu” diye anlatıyor o günü. Deniz, “Beraber bindik otobüse, yoklamayı kendisi yaptı. Otobüsteki sayımdan sonra Ercan Ağabey yerine geçti, mola yerine kadar konuşamadık. Mola yerinde diğer otobüsteki erzakları alıp yine beraber dağıttık. Giderken türküler söyleniyordu otobüste. Ercan Ağabey de eşlik etmeye başlamıştı, yol boyunca şarkılarla türkülerle eğlendik. O, gençleri çok severdi, hepimizin evine uğramış mutlaka bir eksiğimizi tamamlamamıza yardımcı olmuştur. Ankara’ya vardığımızda en önümüzdeydi. Yolu o gösteriyordu bize. En son o zaman gördüm” diyor.

Ve 10 Ekim 2015

Ankara Tren Garı’nda, 15 yaşında, Erdal Eren afişini asmak için sırılsıklam olan, o “kara çocuk”, şimdi 42 yaşındadır ve partisinin Çanakkale başkanıdır. Sorumluluklarını, heyecanını, en önemlisi de barış isteğini Ankara’dan seslendirmek ister. Ama olmaz. İzin vermezler. Hayatının her döneminde örgütlü mücadele içinde saf tutan, bulunduğu her alanda işçi ve emekçilerin örgütlenmesi için çaba gösteren, kahkahaları, gülüşü çevresindekilere umut olan Ercan, Ankara’da yaşamını yitirir. Geriye ise, zor dönemlerdeki direnci ve her dönemdeki umut dolu gülüşü kalır.


* Bu yazı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü Barış Mitingi'ne giderken katledilenlerin unutulmaması için hayata geçirdiği Barış Portreleri projesi kapsamında hazırlanan 101015ankara.org sitesinden alındı.