*Jinda Zekioğlu
Oturduğumuz masadan yükselen gülüşmeleri izleyen birileri, bu masa etrafında toplanan yaşları yirmi beş ila elli arasında değişen insanların çok keyifli, her hâlinden memnun, derdi tasası olmayan bir sahil kasabası sakinleri olduğu yanılgısına kapılabilirdi.
Nuriye Abla, “Nasıl? Güzel olmuş mu balık” diye sorduğunda bunları düşünüyordum. “Çok lezzetli eline sağlık” diye cevap verdim, Nuriye Abla’nın boncuk gözlerinden parlayan gülücüklerine. Saat geç olmuştu. “Artık yavaştan yola çıkma zamanı geldi” diyerek kalktım. Bu masanın etrafında buluştuğumuz herkes; Emine ve Nuriye, Sabri, Mehmet, İsmail, Yüksel öğretmen son dileklerini paylaştılar bizimle. Ardından havaalanına doğru yola çıktık, bizi İstanbul’a döndürecek uçağa atladık.
Alanya’ya, İstanbul’da kar ve fırtınadan iptal olan uçuşlar arasından yırtarak varabilmiştik. İstanbul’un soğuğundan eser yoktu, adeta bir yaz günü gibiydi. Çarşıda eliyle koymuş gibi buldu bizi Sabri Batur.
10 Ekim 2015’e kadar sevdiği bir karısı, çok güzel dostları olan, şimdi ise onların yokluğuyla mücadele eden nice insandan biri Sabri arkadaş. Akşamüstü güneş batarken, Alanya’yı tepeden gören kaleye çıktık. Sessizliğine karışmadım, zamanı gelince sigarasını yakıp aldı sözü:
''Ben Eruh’un bir köyünde doğdum. 1987 yılıydı, on yaşında ya varım ya yokum. Kan davasından köyümüzden çıktık. Biz köyden çıkınca, devlet de bir daha dönmeyelim diye bütün köyü yaktı. Önce Van’a göç ettik fakat kış şartları zor olduğu için babam ve amcalarım başka bir yer aramaya gittiler. Bir kaç hafta sonra geri geldiler. Çoğunluğu kadın ve çocuk, en az yüz kişiydik.
''Hep birlikte kamyonlara binip, Alanya’ya geldik bir gece yarısı. Her işi yaptım, hayata tutunmak için. On dokuz yaşına gelmiştim artık. Bir akrabamızın düğünü için Antep’e gittik. Gelinle damat pistte dans ederken onları izliyordum. Arka masalardan birinde oturan bir kız gördüm. Öyle sakin, gelinle damadı izliyordu o da. Arada inceden bir tebessüm yayılıyordu yüzüne. Çok asil bir duruşu vardı. Daha sonra halaylar başladı. Ben de girdim eline... Hiç bitmesin istiyordum o düğün. Ellerim heyecandan terliyordu, onunkiler de. Yüzüme bakamıyordu heyecandan, anladım o da ilgileniyordu benimle. Düğün boyunca sohbet ettik, birbirimize kendimizi anlattık. Daha sonra annesi seslendi, gitti. Ertesi gün babama Filiz’den bahsettim. Pervari’liydi fakat onlar da bizim gibi göçle köylerinden çıkıp Antep’e gitmişlerdi. Uzaktan da akraba olduğumuz için ‘Hemen gidip isteyelim’ dedi babam.
Alanya’da Kürt olmak?
''1992’de gelen asker cenazeleri nedeniyle çok saldırılar yaşadık. Evlerimiz kurşunlandı, kundaklandı. Dükkânlarımız yağmalandı, işten atıldık. Yalnız gezemezdik. Kaçırıp dövüyor sonra bir köşeye atıyorlardı. Buna öfkelenen onlarca gencimiz gerillaya katılım yaptı. O asker cenazeleri Alanya’ya geldikçe, bizim gençler de dağa çıktı.
''Alanya’ya göç eden Kürtlerin hemen hemen yüzde yüzü belini bir kaç senede doğrulttu. Sebebi işe muhtaç olmamızdı. Kimse bize kiralamak için bile ev vermiyordu. Nedir işte? Kürde ev vermeyin, pisletir, çok çocuklar, akrabaları gelir, zaten teröristler...
“Filiz’in aklını babam çeldi”
''Filiz asıl dönüşümü benim babamla, yani kayınpederi ile yaşadı. Babam yıllarca Kürt özgürlük mücadelesi için çabalamış, işkencelere, şiddete göğüs germiş, asimile olmamış bir insandı. Filiz’i çok severdi. Nerede bir eylem, toplantı var Filiz’i alıp giderdi. Ankara’da kongrelere birlikte katılırlardı. Miting oluyor, bir bakıyorum ki babam halay başı, yanında Filiz...
''Sekiz yıl önceydi, kâğıt üzerinde bir örgütlenme vardı burada. Gizli gizli toplanıyorduk. Antalya’dan yönetici bir arkadaş geldi. Bizde misafir oldu. Toplantılar yaptık. Bize o zaman dedi ki; ‘Burada yönetimi kuracağız, başkanı da senin olman lazım.’ Ben ‘Okumam yazmam iyi değil. Bir emekli öğretmen falan olsun. Ben partiye karşı utanırım. Olamam’ dedim. O sırada babam hemen ayağa fırladı, dedi ‘Filiz bu işi çok iyi yapar!’ O arkadaş da şaşırıp kaldı. ‘Bir de Kürtlere feodal derler, yeni çocuk yapmış gelinini siyasete yüreklendiriyor’ dedi, keyifle güldük, haklıydı. Nereden, nereye... Babamın öyle demesi beni çok gururlandırdı, Filiz’i de. İlk çocuğumuz Rojin yeni doğmuştu.
''Kısa bir süre sonra babam vefat etti. Filiz, öz babasını kaybetmiş gibi yıkıldı. Onun ardından, daha çok bağlandı siyasete. Ne kadar proje üretir, çalışmalara katılırsa o kadar babamı yattığı yerde huzurla uyutacağına inanıyordu.
''Filiz ev ev dolaşır, kadınlara haklarını anlatırdı. Bazı geceler şiddet gören kadınları bizim eve getirir, kocalarından onları korur, davalarını takip ederdi. Şiddet gören, boşanmak isteyen kadınlara avukat yardımı yapıyordu. Boşanmış ve işe ihtiyacı olan kadınları bir şekilde istihdam etmeleri için işe yerleştiriyordu. Çeşitli iş konularında kurslar, eğitimler almalarını sağlıyordu. Bunların hepsini partinin eşbaşkanı olduğu için yapıyordu.
''Bazen uzaktan Filiz’e bakardım. Projelerini, hitabetini izlerdim. Sanki benim karım Filiz değil de, yıllardır siyaset yapan bambaşka biri gibi hayran olurdum kendisine.
10 Ekim’in karanlığı
''Alanya’daki bütün sivil toplum örgütleri Ankara’daki barış mitingine katılma kararı aldı. Filiz’e, ‘Polis her şekilde kitleye saldıracak, sen kal ben gideyim’ dedim. Kızdı bana. ‘Ne demek’ dedi, ‘Kaçacak mıyım?’
''Sonuçta bir eşbaşkan. Orada olması, ilçe yönetiminin başında olması gerekiyordu. Haklıydı. Ama endişeleniyordum. Tahmin ettiğim, gaz sıkmaları, coplamaları falandı. Daha kötüsünü düşünemedim ki!
Ben de anneleri yok diye çocuklara ‘Hazırlanın bu haftasonu geziyoruz’ dedim, hani alırım çocukları, pikniğe gideriz, biraz dolaşırız, keyifleri yerine gelsin. Pazar sabahı döneceği için Filiz’i de yoldan alır kahvaltıya gideriz diye kendimce plan yapıyordum.
''Cuma akşamı, Alanya’dan mitinge gitmek üzere bütün herkes toplanmıştı. Davullar zurnalar, ziller... Barışa gidiyorlardı, eminim yol boyu şarkılar söyleyeceklerdi, eğleneceklerdi. Aslında gitmek istiyordum onlarla ama Filiz’le iş bölümü yapmıştık. Benim görevim çocukların başında olmaktı. Nereden bileyim tümden bırakıp gidecek.
''Herkes bindi otobüse. Eksik kimse kalıp kalmadığını kontrol için indi Filiz. 'Sen gitmedin mi hâlâ' dedi. 'Siz yola çıkın, ben de dönerim' dedim. Sarıldım ona bir daha. O sırada, 'Hakkını helal et' dedi. 'Ne biçim konuşuyorsun' dedim, 'yarın akşam döneceksiniz' Bir tuhaf oldum. 'Belli olmaz, sen helal et' dedi. 'Helal olsun' dedim gülerek.
''Şimdi bazen diyorum, keşke öyle bir konuşma hiç olmasaydı aramızda, ben otobüsün kalkışını beklemeseydim. Sıradan bir şekilde gitselerdi. Bana ‘helal et hakkını’ demeseydi, ben de ‘helal olsun’ diye cevap vermeseydim. Her şeyi usulüyle yapmamış olsaydık. Belki olmazdı, belki ölmezdi.
''Sabah oldu. Çarşıda yürürken baktım bizim esnafların hepsi televizyona bakıyor. Herkes kapısının önünde konuşuyor. Gittim dedim, ‘Ne oldu? Niye bakıyorsunuz televizyona?’ Orada öğrendim, Ankara’da patlama olmuş.
''Hemen atladım arabaya, birkaç arkadaş daha geldi Ankara’ya gittik. Yol boyunca sürekli arıyorum herkesi ama açmıyorlar. Gelen haberler kötü, ben de bizimkilerden birine ulaşıp, iyi olduklarını öğrenmek istiyorum. En sonunda Nuriye abla açtı telefonu, açar açmaz çığlık çığlığa bağırdı:'Hemî mirine, ez tené mame. Ez nizanim çi bi hevalé me hatiye.' (Herkes öldü, ben tek kaldım, arkadaşlara ne oldu bilmiyorum)
''O sırada durdurdum arabayı. Anladım Filiz’e de bir şey olmuş, ya ağır yaralı ya da kaybettik. Bari cenazemizi alalım diye sürüyordum artık. Akşam beşe doğru Ankara’ya vardık. HDP genel merkeze gittik. Tıklım tıklım dolu, herkes isim soruyor. Oradan bir arkadaş başını kaldırıp 'Siz hangi şehirden' diye sordu. 'Alanya' deyince, hemen listeyi aldı elimden. 'Saruhan Bey’in yanına çıkın' dedi. Milletvekiliydi o zaman kendisi. Çıktık yanına. Çıkar çıkmaz, bize sarıldı.
''Cenazelerimizi almak istiyorduk artık sadece. Arkadaşlarla hastane hastane dolaştık. Hiçbir yerde yoktu. Ne bir isim ne bir iz. Kimse bilmiyordu. Birinci günü öyle geçirdik. Sabah yeniden hastane dolaşıyoruz, şu yaşta şu boy, şu kiloda, fotoğraf gösteriyoruz. Bedriye, Filiz, Sevim, Ebru ve Niyazi öğretmen. Hiçbiri bulunamayınca dedik ki, ‘Demek ki bunlar yan yanaydı.’
''Artık Adlî Tıp’ta bekliyorduk. DNA’lar verdik, milletvekillerini aradık, araya soktuk ama yok bir türlü belli olmuyor. Sağ kurtulan arkadaşlar da kendilerini toparlayınca yanımıza geldi. Olay yerinden son fotoğrafları bize gösterdiler. Patlama alanına gittik, partiden arkadaşlar gidip incelemeler yaptı. Nihayetinde anladığımız şuydu; canlı bombanın en yakınındaki insanlar Filiz, Bedriye, Hasan, Sevim ve Ebru’ydu.
''Beşinci gündeydik. Hemen hemen hiç cenaze kalmamıştı. Osman Baydemir gelip yetkililerle görüştü. O sırada hastane koridorunda yerlerde oturmuş bekliyorduk. Önümüzden bir sedye üzerinde çöp poşetleri geçiyordu. Ayağa kalktım. Beş tane, ufacık çöp poşeti. Hepimiz anladık ki, o sedyede canlarımız vardı.
''Filiz’in bedenine dair hiçbir şeyi yoktu. Hatta belinden aşağısı hiç yoktu. Diğer parçaları da birbirine dikmişler işte. Hiçbir şeyi kalmamış, birbirine dikilmiş paramparça halde. Bir tek bacağını bulduğumuza şükrettik arkadaşlarımızın. Hani insan kaybettiğini son bir kez kefenini açıp öpmek ister ya, bizim sevdiklerimizin öpecek bir yerleri kalmamıştı. Filiz’in saçını gördüm, ‘Benimdir’ dedim.''
Son söz
Uzun ve sessiz oturmalara ihtiyacı olduğu her hâlinden belli olan bir adam Sabri. Filiz Batur’un hikâyesinin en acı kısmını dinlemenin dışında sık sık daha umutlu şeyler konuşmaya çabalamamız ya da hesap sormayan sessizlikleri kucaklamamız bundan.
Son akşam hep birlikte yemek yemek için Nuriye arkadaşın evinde bir araya geldik. Bombalardan kurtulmuş, yaşam enerjisi fışkıran bir kadın. Yemekte,
''Affeder misin'' diye sordum Sabri arkadaşa. ''Peşlerini bırakmayacağız. Ben görmesem de çocuklarım, Rojin ve Halil, annelerinin katillerinin itibarlarını nasıl yitirdiğini er ya da geç görecek. Affetmeyeceğiz, yargılayacağız'' dedi Sabri. Birlikte geçirdiğimiz yetmiş iki saatin en sert dakikalarını Nuriye Abla'nın sevimli sesi böldü: ''Nasıl olmuş balık, biraz daha ister misiniz?''
Son: * Bu yazı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü Barış Mitingi'ne giderken katledilenlerin unutulmaması için hayata geçirdiği Barış Portreleri projesi kapsamında hazırlanan 101015ankara.org sitesinden alındı.