Özel Dosya

Ankara katliamında hayatını kaybeden Emin Aydemir'in hikâyesi: Çocukların azarlanmasına dayanamazdı

Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün Barış Portreleri Asuman Susam'ın yazısıyla devam ediyor

07 Mart 2016 10:14

*Asuman Susam

10 Ocak… Tam üç ay olmuş. Manisa’yı geçtik, Saruhanlı’yı da; Hacırahmanlı’dan alacak bizi Oktay, patlamanın tanıklarından, Azimli Köyü’ndeki evlerine babası Emin Aydemir’in taziyesi için götürecek. Konuştuğumuz gibi bizi beldenin girişindeki küçük meydanda, kahvelerin önünde bekliyor. Rahat, sıcakkanlı ve içten biri Oktay, hemen başlıyoruz konuşup dertleşmeye; çünkü anlatmak istiyor Oktay hem de çok istiyor o günü, patlamayı, patlamadan nasıl şans eseri sağ kurtulduğunu, o cehennemi çemberin içinde kalan babasının ölü bedenine nasıl kırk beş dakika kapanıp kaldığını anlatmayı. Şimdiyle geçmiş arasında, anla uzak zaman hatıraları arasında bıraksan mekik dokuyacak. Öyle soluk soluğa değil ama ığıl ığıl, unutmamak için kendine notlar gibi, sayıklamayla birine anlatma arasındaki o boşlukta sallanır gibi, hem içini boşaltmak, hem içini sıkı sıkı tıka basa baba hatıralarıyla doldurmak arasında.

‘’Nerelisiniz Oktay’’ diyorum. Başlıyor anlatmaya: “Ağrı Doğubeyazıtlıyız,’’ diyor ‘’Doğubeyazıt’ın Esnemez Köyü’nden. Annemle babam otuz yıl önce kucaklarında ben, iki döşek bir yastık gelmişler buraya.” Lafın gelişi değil iki döşek bir yastık; sonra eve vardığımızda o dağ gibi kadın Yıldız Aydemir de anılara dalıp aydınlanan yüzüyle aynısını söyleyecek. Lafın gelişi değil, somut gerçek.

Oktay bir ara başını camdan yana döndürüp zeytinlere, birkaç ay sonra yeşerecek boz tarlalara bakıyor, “babam” diyor “ilk geldikleri yıllarda bu yolu bir gidiş bir geliş yayan alırmış, köyden Hacırahmanlı’ya- Rahmanlı’dan köye beş kilometre. Çok çok yoksulluk çektiğimiz zamanlar.”

“Babam iyi ustaydı” diyor, “işi hep olurdu ve çalışkandı.” “Sen ne iş yapıyorsun,” diyorum. “Babamın işini” diyor. Baba oğulluk, usta çıraklıkla karışıp harmanlanmış. Emin Aydemir’in inşaat ustalığı şimdi kalabalık ve babasız evin Yıldız Hanım’dan sonraki direği büyük oğul Oktay’a kalmış. “Okumadın mı sen” diyorum. Hayır demek yerine “babamın ilk büyük hayal kırıklığı benim” diyor. “Okumaya çok meraklıydı benim babam, çocukları okusun çok isterdi ama okuyamadık.” Yalnız Oktay değil. Emin Aydemir’in beş çocuğu var, üç erkek iki kız. Erkeklerin ikisi evli, kızlardan biri. Kalan iki evlât, okuyorlar. Babanın vicdan bayrağını aile olarak taşıyacakları belli ama okumaya dair duyduğu merakın bayrağı şimdi arkada kalan bu iki evlâtta gibi. “Babam” diyor kısık sesle bir ara, “yaşasaydı Halkla İlişkiler bölümünde okuyacaktı.” Emin Aydemir yoksulluk, hayat memat derdiyle zorunlu olarak koptuğu okula dönüş yapıp öğrenimini tamamlamak derdindeymiş de. Açık Öğretim Lisesi’ni bitirmek üzereymiş. Evde Yıldız Hanım da ekleyecek sonra “oda boy boy kitap dolu” diyecek. “Kitaba çok merakı vardı Emin’in.”

Köye vardığımızda iki katlı betonarme bir evin önünde duruyoruz. “Babam yaptı bu evi” diyor. “Hepsi babamın emeği.” İyi bir inşaat ustasının evindeyiz. Evin girişinde halı serili geniş bir balkon, balkonda kocaman gözlü, elma yanaklı, üzerlerinden esenlik ve yaşam sevinci fışkıran çocuklar karşılıyor bizi meraklı gözleriyle. Hepsi Emin Aydemir’in torunu. Kapıda bekliyor bizi Yıldız Aydemir Ceylan ve Sevim ile, gelinleri… En küçük torun ayaklarına dolanıyor annesinin, muziplikler yapıyor. “Çok severdi dedesini; çok özlüyorlar, fotoğraflarına sarılıp öpüyorlar” diyor. “Bu en küçüğün adını da dedesi Rojova koydu” diye ekliyor Yıldız Hanım.

Emin Aydemir’i yâd ederken ağır kasvetli bir havadan ziyade gurur ve sevginin, bir insana eş, evlâŌt, torun olarak inanmanın yası iyileştiren rüzgârı eşlik ediyor konuşmalara. Yıldız Hanım’ın da Oktay’ın da boğazının düğümlendiği, gözlerinin ıslandığı anlar çok özlemekten, çok sevmekten. O anların birinde Oktay diyor ki “ben yalnızca babamı değil, en iyi dostumu, arkadaşımı kaybettim.”

Yoldaşlıklarını anlatıyor Yıldız Hanım, “her yere birlikte giderdik” diyor. Sekiz Martlar, Newroz, Parti toplantıları… Ta en başından beri Kürtlerin siyasi mücadelelerinin içinde yer almış Emin Aydemir. Okuyan, tartışan, konuşan, inandığının mücadelesini veren, bildiklerini paylaşan, gelişen, gelişmek isteyene destek olan aydınlık, güçlü bir zihin. Ceylan giriyor bir ara söze. “Kızı gibi görürdü bizi, babamızdı o bizim. Okuluma devam etmem için de beni çok teşvik etti ama olmadı” diyor utangaçça karnını gösterip. “Bir şey dışında bize hiç kızmazdı” diye ekliyor. “Nedir o” diyorum. “Çocuklar… Onları hırpalayıp azarlamamıza dayanamazdı, çok kızardı bize” diyor.

Emin Aydemir, gelecek güzel günlere inancı kuvvetli biriymiş. Iraktaki kamplara, Mahmur’a birkaç kez gidip gelmiş. Elinde kamerasıyla hem de. Bir sürü belge görüntü ile geri dönmüş. ‘’Barışçıydı ve barışa inancı tamdı’’ diyor ev halkı. Kopmaktan değil birlikten yana bir gayretle çalışmış hep. Her işte, benden önce sen demeyi bilmiş. Hayat öğretmiş de diyebilirsiniz, ama öyle değil, o dünyanın kolektif bir güçle güzelleşeceğine sahiden inananlarındanmış.

Altı çocuğun ortancasıymış. On iki yaşında babasız kalmış, on beşine dek çobanlık yapmış. Tek göz odada on kişilik hayat onu çok sevdiği okuldan zorunlu olarak koparmış. Sonrası inşaat işçiliği ve gurbetçilik. 1987’ye kadar İstanbul-Doğubeyazıt arası git geller. Sonra Yıldız Hanım’la evlilik. Sonra iki döşek bir yastıkla Manisa’ya göç. Kardeşlere babalık etmeye devam. Saruhanlı Hadep’te yöneticilik. Hem ekmek hem kimlik ve varoluş mücadelesiyle geçen kısacık bir ömür. Emin Aydemir 1965’liymiş.

Yıldız Hanım diyor ki ölümünden önceki son bir ay başkalaşmış Emin. Daha az konuşan, yüzü az gülen, düşünen, düşünen birine dönmüş. Ölümün ürperten imaları olarak görüyor bunu o. ‘’Ölüm haber vermişti de biz anlamamıştık sanki…’’ Zaman zaman böyle hissettiğini söylüyor.

Barış için köyden beş kişi iyimserlikle, gülümseyerek gidiyorlar Ankara’ya. Hep gittikleri gibi, diğer mitinglerde olduğu gibi diyeceklerini demek, yek avaz barışı dillendirmek için. Sonra gülümseyerek, iyimserlikle, olağan günlerden bir günmüş gibi çıktıkları evlerine bir daha dönemiyorlar o beş kişiden ikisi. Biri uzak akrabası ve köylüsü Resul Yarar, biri kendisi; Emin Aydemir. Yaşasaydı yapacak daha çok işi vardı Emin’in. Şimdi geride kalanlarda mücadelesi.

Ege’nin politik ikliminde kimliğini koruyarak bir mücadelenin içinde yaşamak zor. Doksanlarda, iki binlerin başlarında hele daha da zordu bu. Buraları aşan Emin Aydemir barış için geldiği Ankara’da barışa kurban gitmiş. Bu ülke çoktandır yaşama, yaşayana, yaşatmaya inancını yitirdiği gibi ölüye ve ölüme duyulması gereken ağırbaşlı, saygıdeğer yas tutumunu da unutup gitti. Barış mitinginde onu koruyamayanlar, Emin Aydemir’in Saruhanlı mezarlığındaki cenaze töreninde kalabalık bir kadroyla hazır bulunmuşlar. Hacırahmanlı’dan Emin’in az sayıda dost ve arkadaşı gelebilmiş mezarlıktaki törene de taziyeye evlerine de bu tedirginlikle.

Korku ve nefret geriletici iki kötü duygu. Emin Aydemir’in hayatında bunlar olmamış, onu anlatanların halleri de sözleri de bunu doğrulamaya yetiyor. Arkasında bıraktığı yakınları onu çok özlüyor ve çok seviyor, içte yanan korları hiç sönmeyecek, o belli. ‘’Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak’’ derken Oktay bunun ağırlığını da omuzlarına sözcük sözcük alıyor konuşurken. Ama Emin Aydemir’e duydukları güven ve inanç, birlikte bir hayatı barış içinde kurmaktan yana bir ısrara onlarda çoktan dönüşmüş. Saruhanlı’nın Hacırahmanlı Beldesi Azimli Köyü'nde Emin Aydemir’in evinde iklim hâlâ ve inadına barış.


Son: * Bu yazı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü Barış Mitingi'ne giderken katledilenlerin unutulmaması için hayata geçirdiği Barış Portreleri projesi kapsamında hazırlanan 101015ankara.org sitesinden alındı.