Salı akşamı İstanbul’da düzenlenen terör saldırılarına ilişkin Neue Osnabrücker Zeitung şu yorumu sunuyor okurlarına:
“Mart ayında Brüksel’deki havalimanına düzenlenen saldırıda 35 kişi öldü. İstanbul’da da benzeri bir şekilde 45’ten fazla insan hayatını kaybetti. Brüksel’deki saldırıdan sonra tüm Avrupa Birliği günlerce durdu, sosyal medya sempati mesajlarıyla doldu taştı, siyasi söylemler neredeyse isteri derecesine vardı ama nedense ölen Türkler Almanların pek umurunda değil. Terörizm ile mücadelede Fransa veya Belçika ile nasıl işbirliği yapılıyorsa, Türkiye ile de aynı şekilde ortaklaşa çalışmak gerek. Cumhurbaşkanının başka alanlardaki siyasi çizgisi hoşa gitmese de, bunun bir rol oynamaması lazım. Ayrıca gizli ırkçı gerekçelerle daha az üzüntü duyulması da söz konusu olmamalı.”
Berlin’de çıkan Junge Welt adlı gazetede ise, saldırıdan sorumlu tutulan IŞİD ile mücadele yorum sütununa taşınmış:
“İstanbul Atatürk Havalimanı’nda düzenlenen korkunç saldırının ardından Türk devletinin IŞİD’de ne kadar parmağı olduğu tartışmaları yeniden alevlendi. Ortadoğu’yu sadece kulaktan dolma bilgilerle tanıyanlara, NATO partneri Türkiye’nin arada sırada havadan vurduğu bir terör örgütüne destek verdiği iddiası tam bir komplo teorisi gibi gelebilir. Ancak ‘Asla’ dememek gerek, zira en azından bir süreliğine işbirliği yapıldığı ve en azından belli bazı noktalarda Türkiye'nin IŞİD militanlarının eylemlerine göz yumduğu yönündeki ipuçları hiç de görmezden gelinebilecek nitelikte değil. Türkiye tabii ki IŞİD'i doğrudan ve tamamıyla ‘yönlendirmiyor'. Ancak Ankara örgütü, gerçek düşmanları olarak kabul ettiği solculara, Kürtlere ve demokratlara yönelik kullanılabilecek bir araç olarak görüyor.”
İngiltere’de Başbakan David Cameron’dan boşalacak koltuğun taliplileri belli olurken, Brexit kampanyasının öncülerinden Londra eski Belediye Başkanı Boris Johnson’ın aday olmayacağını açıklaması epey yankı uyandırdı. Frankfurter Rundschau gazetesinin yorumu şöyle:
“Boris Johnson Brexit referandumundan önce amma ses çıkardı! Ama bir hafta içinde Avrupa Birliği’nden çıkılması yönünde yürütülen kampanyanın en önemli iki ‘argümanı’ aşağı yukarı yok oldu denilebilir. Londra’nın Brüksel’e yaptığı harcamaların kampanyada iddia edilenden çok daha az olduğu ortaya çıktı, bu bir. Ayrıca sınırları Birlik üyelerinin vatandaşlarına da kapama vaadinin sadece insanlık dışı değil, aynı zamanda asılsız olduğu da görüldü, zira Johnson’ın dediği gibi ortak pazarda kalınmak isteniyorsa, bunun Avrupa Birliği vatandaşı çalışanların dolaşım serbestisi olmadan söz konusu olamayacağı kesin. Durum böyleyken Johnson ne yapıyor? Avrupa Birliği'nden çıkış müzakerelerinden sonra verdiği vaatlerden geriye kalanların sorumluluğunu üstlenmek için başbakanlık koltuğuna oynayacağına, ‘Ben bu yarışta yokum' diyor. Yönetmek zorunda olmayınca yalan söylemeye devam etmek kolay çünkü. Fakat bu tavır tek bir kelimeyle korkakça. Evet, sevgili yandaşları, işte sağcı idollerinizin durumu bu.”
Mannheimer Morgen gazetesinin aynı konudaki yorumunda da şu satırları okuyoruz:
“Aniden herkes Johnson'dan cevaplar bekliyor, ancak Johnson bu cevapları vermeye yanaşmıyor. Ya da bu cevapları bilmiyor. İngiltere'nin gelecek başbakanının önünde Avrupa Birliği ile karmaşık müzakereler var. Ülke içinde uzlaşma sağlamak işin daha da zor tarafı. Böyle bir sürecin nadiren siyasi bir galibi olur. Kariyer meraklısı fırsatçı Johnson bunun bilincinde. Birkaç yıl sonra yine sahneye geri dönebilir. Eğer neden olduğu kaosu başka birisi gidermişse ve zor günler geride kalmışsa. Eğer.”