T24 - AKP hükümetinin gerçekleştirmeyi hedeflediği Kürt ve Aklevi meselelerinin çözümü, mevcut askeri vesayet rejiminin tasviye edilmesi, Avrupa Birliği'yle uyumun sağlanması gibi temel işlerle ilgili başlangıca göre şu an bir kafa karışıklığı yaşadığını belirten Hacettepe Üniversitesi öğretim görevlisi Pros. Mustafa Erdoğan, AKP'nin demokrasiyi kendi başına bir değer olarak ele almadığı için demokratikleşmeyi sağlayamadığını ifade ediyor.
Taraf gazetesinden Neşe Düzel'e konuşan Prof. Mustafa Erdoğan, Türkiye'deki sistemin siyasi partilerin iradesini kırdığı, sistemin bunu "büyük davaları" çözmekten vazgeçen partilerin önüne "kadrolaşma" ve "rant dağıtma mekanizması" koyarak gerekleştirdiğini belirtiyor.
AKP'nin tabanında dindarlık ve milliyetçiliğin iç içe geçtiğini ancak milliyetçiliğin dindarlığı kontrol ettiğini ifade eden Erdoğan, AKP tabanının "demokratikleşmeyi kendisini baskıdan kurtardığı ölçüde isteyen" bir taban olduğuna dikkat çekiyor.
Kürt açılımınında AKP'nin bakış açısı sorunu olduğunu, başlangıçta din kardeşliği ile sorunun çözüleceğinin düşünerek adım attıklarının belirten Erdoğan, sonra Kürtleri AKP'leştirerek durumu rahatlatmayı tasarladıklarını belirterek, bu entegrasyon politikasından da hala caymadıklarını söylüyor.
Taraf gazetesinden Neşe Düzel'in "Mustafa Erdoğan:Amaç, Kürtleri AKP’lileştirmek" (1 Şubat 2010) başlıklı söyleşisi şöyle:
Mustafa Erdoğan:Amaç, Kürtleri AKP’lileştirmek
“Aslında AKP, Kürt açılımıyla, Kürtleri AKP’lileştirmeyi kastediyor. Kürtlere bazı rahatlamalar sağlayıp onları AKP kanalıyla sisteme entegre etmeye çalışıyor.”
“AKP’li bürokratların önemli kısmı Cemil Çiçek gibi devletçi-milliyetçi görüşe sahipler. AKP’nin kendi bürokrasisi de açılımlara direniyor.”
“Sistem, büyük davalar gütmekten vazgeçen partiye müthiş kadrolaşma ve rant imkânı sağlıyor. İktidara gelen siyasi parti kendi zenginini yaratıyor. AKP zenginleri de oluştu.”
* * *
NEDEN: MUSTAFA ERDOĞAN
AKP, genellikle kendisinden daha ‘sağda’ olan partilerin ve gazetecilerin eleştirileriyle karşılaşıyor. AKP’nin demokrasi ve sivilleşme yolunda atmaya çalıştığı adımlar büyük tepki topluyor ama AKP’nin demokratikleşmede ‘ayak sürümesi’ ciddi bir biçimde sorgulanmıyor. AKP yedi yıldır tek başına iktidarda ve bu partiyi eleştirileriyle ‘geriye’ doğru çeken çok ama, onu ‘ileriye’ doğru iten çok az. Mustafa Erdoğan, AKP’ye yönelik o ‘çok az’ sayıda olan eleştirileri dile getiren biri. Türkiye’nin önde gelen entelektüellerinden olan anayasa hukukçusu Prof. Mustafa Erdoğan, AKP’nin Kürt açılımındaki hatalarını, partinin tabanındaki ve kısmen yönetimindeki tutuculuğu, kadrolarındaki milliyetçi dindarlığı, askerî vesayet karşısındaki belirsiz tavrını, ülkeyi sivilleştirmedeki ayak sürümelerini, AKP’nin açılımlardan, demokratikleşmeden ne anladığını ciddi bir biçimde eleştirerek, AKP’nin ve Türkiye’nin gerçek sorunlarını çok çarpıcı bir biçimde analiz etti. Liberal Düşünce Derneği’nin kurucularından olan Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Mustafa Erdoğan anayasa teorisinin yanı sıra siyaset teorisi ve insan hakları üzerine dersler veriyor. Erdoğan’ın, ‘Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset’ adlı kitabının yeni baskısı geçenlerde yapıldı.
* * *
NEŞE DÜZEL: Başbakan’ın “Bize gaz vermeyin” demesinden sonra, siz bir yazı yazarak AKP yönetiminde bir kafa karışıklığı olduğunu söylediniz. Ne tür bir kafa karışıklığı var AKP yönetiminde?
MUSTAFA ERDOĞAN: AKP’de hep öyle bir kafa karışıklığı var. AKP önce, bir sorunun üzerine kararlı bir biçimde gidecekmiş gibi yapıyor. Sonra bir bakıyorsunuz, ya geri adım atıyor ya da “Canım beni fazla dolduruşa getirmeyin” diyerek o sorunla ilgili bir bocalama dönemine giriyor. Oysa AKP’nin yapmak istediği bazı temel işler vardı.
Neydi o temel işler?
Mesela... Türkiye’de daha demokratik bir yönetime geçilmesi, Kürt ve Alevi meselelerinin çözümü, Avrupa Birliği’yle uyumun sağlanması, bunun için mevcut askerî vesayet rejiminin tasfiye edilmesi, Silahlı Kuvvetler’in sivil idare tarafından denetlenmesi yönünde bir niyet beyanı vardı AKP yönetiminde. Ama şimdi öyle anlaşılıyor ki, AKP yönetimi bu konuda net değil. AKP, meselelerin büyüklüğü karşısında bocalıyor ve Silahlı Kuvvetler’le ilgili konularda sürekli geri adım atıyor. Ve kendisini eleştirenleri de, “Siz bizim kurumlarla aramızı mı açmaya çalışıyorsunuz” tarzında bir tarizde bulunuyor.
En çok hangi konularda bocalıyor AKP?
En çok, Silahlı Kuvvetler’in sivil otoritenin denetimi altına alınması, askerî vesayetin tasfiye edilmesi konusunda bocalıyor. Türkiye’deki sistemin en kritik konusu da bu zaten. Bu ülkenin, Kürt ve Alevi meseleleri, işsizlik, yoksulluk gibi başka pek çok sorunu var ama... Aciliyeti bakımından en temel sorun, Silahlı Kuvvetler’in, herhangi bir Batı demokrasisinde olduğu gibi, bizde de sivil, demokratik otoritenin kesin ve tam kontrolü altına alınmasıdır. Çünkü Türkiye’nin diğer bütün sorunlarının çözümü, sistemdeki askerî vesayet sorununun çözümüne bağlıdır.
Neden AKP demokratikleşmeyi sağlayamıyor?
Bunları söylerken, bu tesbitleri yaparken AKP’ye de haksızlık yapmamaya çalışıyorum. Çünkü AKP bu ülkede demokratikleşme için en çok çaba harcayan siyasi parti ama... Demokrasi, AKP’nin hedeflerinden biri olsa da, diğer partiler gibi o da, demokrasiyi kendi başına bir değer olarak ele almıyor. Zaten Türkiye’de hiçbir siyasi parti demokrasiyi kendi başına bir değer olarak görmüyor. Demokrasiye böyle araçsal yaklaşılınca, demokratikleşme konusunda bir kararlılık gösterilmiyor ve ortaya bir irade zaafı çıkıyor tabii. Ayrıca Türkiye’deki sistem de siyasi partilerin ‘değişim iradesini’ kırıyor.
Sistem bunu nasıl beceriyor?
Sistem, büyük davalar gütmekten vazgeçen partinin önüne müthiş bir kadrolaşma ve rant dağıtma mekanizması koyuyor. zaten bu ülkede siyaset, neredeyse zenginleşmenin birinci aracı oluyor. İktidara gelen her parti kendi zenginini yaratıyor. Böylece siyasi partiler, ülkeyi demokratikleştirmek, askerî vesayeti kaldırmak, Kürt meselesini çözmek için riskler almak yerine, taraftarlarına, tabanına, kadrolarına devletin imkânlarını dağıtıyor ve hiç risk almadan, başını derde sokmadan durumu idare ediyor. AKP de işte zaman zaman böyle düşünüyormuş ve bu yöne evrilirmiş gibi bir izlenim veriyor. Nitekim AKP de kamu kesiminde epeyce kadrolaştı ve epeyce AKP zenginleri oluştu.
AKP demokratikleşmeyi henüz kendi bünyesine sindiremedi mi?
AKP’nin kendi yapısından ve tabanından kaynaklanan bir sorunu var. Hem tabanda, hem yönetimde ‘statükocu güçler’ gibi düşünenler var. AKP, yüzde 47 oyu sadece demokratlardan almadı. AKP’nin genel tabanı muhafazakâr tabandır. Ve bu dindar taban aynı zamanda milliyetçi bir tabandır.
Dindarlıkla milliyetçilik bağdaşabilir mi?
Ben de dindarlara hep bu ikisini nasıl bağdaştırıyorsunuz diye soruyorum. Dindarlıkla milliyetçilik teorik olarak bağdaşmaz ama, dindarlıkla milliyetçilik bizde iç içe geçmiş durumda. Bu da kültür içinde oluşmuş bir şey. Diyanet modeli Cumhuriyet’le ortaya çıkan bir şey değil. Devletin dini kontrol etmesi, bizim geleneğimizde olan bir model. Bizde toplum, devletle dini iç içe algılamaya alışmış. Dolayısıyla bizde dindarlık, ahlaklı ve dinî olmaktan çıkıp siyasi bir tutum haline de gelmiş. Yani dindarlık, otoriteye ve devlete nasıl baktığınızla ilgili hale gelmiş. Bu yüzden dindarlık milliyetçilikle çok zıtlaşmıyor bizde.
Peki, hangi noktada ayrılıyorlar?
Milliyetçilikte toplumu kontrol eden, yöneten otoriteye, toplumun olduğu varsayılan devlete saygı veya tapınma esastır. Dindar bu işi tapınmaya götüremez ama otorite sahiplerine itaat eder. Bu gelenekte eleştirmek ve muhalefet etmek yerine itaat var. Ayrıca bizim İslami kültür geleneğimizde bir de anarşi korkusu vardır.
Anarşi korkusu nedir?
Bizim hem Anadolu’daki tarihimiz hem de İslam tarihi açısından en temel korkularımızdan biridir anarşi korkusu. Merkezî otoritenin kaybolmasının, toplumu anarşiye sürükleyeceğinden korkulur. Kaosa, fitne ve fesada ve tarihimizdeki fetret dönemine sürüklenmemek için, ‘zalim ve kötü de olsa devlete, otoriteye itaat etmek lazım’ diye düşünülür. Bu zihniyet, halkımızın kültürel kodu haline gelmiştir. AKP’nin işte böyle bir tabana dayandığı unutulmamalı.
Dindarlık mı milliyetçilik mi kuvvetli AKP’nin tabanında?
İkisi iç içe geçmişler ama milliyetçilik dindarlığı kontrol ediyor diyebilirim.
AKP’nin tabanı tam olarak nasıl bir taban?
AKP’nin teşkilat yapısının da, tabanının da demokrat olduğu söylenemez. AKP’nin çekirdek tabanının temel problemi, 28 Şubat’ta gördükleri baskıdan kurtulmaktır. Bu taban, demokratikleşmeyi, kendisini baskıdan kurtardığı ölçüde ister. Bu tabanın önemli bir kısmı, kendisi baskı altında değilse, iktidarın baskıcı olmasına pek karşı çıkmaz. Otoriter yönetime “hayır” diyen bir taban değil bu. AKP’nin çekirdek tabanında böyle bir demokratik sorun var. Ama AKP yönetimi, tabanın bu yanını kontrol altında tutuyor. Çünkü AKP demokrasiye mahkûm!
Anlamadım...
AKP yönetimi, partinin, Türkiye’yi demokratikleştirmeyi hedefleyen imajının canlı kalmasını istiyor.
Bu imaj canlı kalmazsa ne olur?
AKP, 28 Şubat sürecinde baskılardan bunalmış olan kendi tabanına nefes aldıramaz, onların özlemlerinin hiçbirini gerçekleştiremez. AKP, sadece kendi tabanına yönelik bir demokratikleşme ve özgürleştirme yapamaz. Kendi tabanını ferahlatabilmesi, onların ‘türban, katsayı’ gibi haklı sıkıntılarını çözebilmesi için daha genel bir desteğe ihtiyacı var AKP’nin. Bu genel destek ise, daha büyük kitlelere hitap eden işler yapmayı, ülkede daha genel demokratikleşme adımları atmayı gerektiriyor. Yani AKP’nin kendi tabanını özgürleştirebilmek için başkalarını da özgürleştirmesi gerekiyor. Geniş kitlelerin demokratikleşme talepleriyle kendi tabanının taleplerini bağdaştıran bir genel politika izlemesi gerekiyor AKP’nin.
AKP genel bir demokratikleşme adımı olarak Kürt açılımı başlatmıştı ama bu iş durdu. Kürt açılımındaki tıkanma hakkında ne düşünüyorsunuz?
AKP askerî vesayet sorununda olduğu gibi Kürt meselesinde de bocalıyor. Oysa başlangıçta herkeste ‘kimlik meselesi nihayet ciddiye alınıyor. Kürt sorununu sadece güvenlik boyutunda görmeyen bir yaklaşım artık hâkim olacak ve anayasa değişikliği de yapılacak’ beklentisi yaratmıştı. Fakat işin arkası gelmedi, sürecin adı başta Kürt açılımıyken değiştirildi, diğer açılımlar da sürece katılarak, Kürt meselesi temel mesele olmaktan çıkarıldı ve bir kenara itildi. AKP’nin Kürt meselesinde bir handikabı daha var.
Nedir handikabı?
AKP Kürt meselesini, işin rantını, başta Kürt siyasi hareketi olmak üzere başka siyasi partilerle paylaşmadan hale yola koymak istiyor.
Kürt siyasi hareketini yani Barış ve Demokrasi Partisi çizgisini sürece katmadan Kürt sorunu çözülebilir mi?
Çözülemez ama AKP hep bunu denedi. AKP’lileştirerek bu meseleyi çözmek istiyor. Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgeler, belediyeleriyle ve genel seçimlerdeki oy görüntüleriyle AKP’li hale gelirse... Yani Kürtler, AKP’li olurlarsa, kimlik sorunları o kadar önemli olmaz diye düşünüyor AKP. Dile getirmiyor ama arka planda ‘din kardeşliği’nin etkili olacağını hesaplıyor. ‘Kimlik sorunu yokmuş gibi ekonomik tedbirler alırız, Kürtlere biraz da refah dağıtırız ve hepimiz bir oluruz’ diye bir strateji izliyor. ‘Bu yolla Kürt sorununu çözmesek de, sorunu rahatlatırız ve bu rahatlamanın rantını da sadece biz yeriz’ beklentisini taşıyor. AKP bu yüzden Kürt siyasi hareketinin temsilcisi konumundaki partiyi sürekli dışladı ve onu PKK’nın uzantısı olmakla itham etti. AKP, Kürtleri AKP’lileştirme politikasını hâlâ terk etmedi.
AKP’nin stratejisi bu idiyse, Kürt açılımını niye başlattı sizce?
Onun kastettiği açılımla demokratların kastettiği açılım aynı şey değil. AKP, Kürt açılımıyla Kürtleri AKP’lileştirmeyi kastediyor. Kürtlere bazı rahatlamalar sağlayarak onları AKP kanalıyla sisteme entegre etmeye çalışıyor. AKP’nin Kürt meselesine yaklaşımında ikinci çıkmazı da Türkiye’deki statüko!
Biraz daha net söyler misiniz?
Kürtlerin talebi, özünde kimlik talebidir. Bu kimlik talebi de, dildir, kültürel haklardır ve kısmen özerkliktir. Bunlar da anayasa değişikliği gerektirir. AKP’nin muhafazakâr ve kısmen de milliyetçi olan tabanının önemli bir kısmı Kürt kimliğini tanıyan bir çözüme hazır değil. AKP’nin tabanından daha da önemlisi, başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere statüko buna hiç hazır değil. AKP’nin kendi bürokrasisi dahil, ülkedeki idari zihniyet Kürt açılımına var gücüyle direniyor.
AKP’nin kendi atadığı bürokratlar mı direniyor?
AKP’nin kendi bürokrasisi de direniyor. AKP yedi senedir iktidarda... Valileri o atadı. Buna rağmen Kürt meselesinde anlayışsız ve duyarsız tutumlar sürdü. Bakın... Anayasa’da Kürtçe ifade özgürlüğünün üzerindeki yasakları kaldıran değişiklik yapıldı ama Kürtçe ifade özgürlüğü hâlâ engelleniyor. Nasıl engelleniyor diye sorarsanız... Bu anayasal hak, yönetmeliklerle engelleniyor. AKP bürokrasisinin duyarlılıklarıyla devletin duyarlılıkları aynı. Dolayısıyla, anayasanın verdiği hakkı bürokrasi önce kanunla sonra yönetmelikle kısıtlıyor. Böylece haklar kullanılamaz hale getiriliyor.
AKP yönetimi kararlı davranabilseydi, Kürt açılımı sağlıklı bir şekilde yürüyebilir miydi?
Burada sorun kararlı davranıp davranmamakta değil. Burada sorun, bakış açısında. AKP’nin Kürt sorununa bakış açısı yanlış. Başlangıçta din kardeşliğiyle bu işin çözüleceğini düşündüler. Sonra Kürtleri AKP’lileştirerek durumu rahatlatmayı tasarladılar. Kürtleri, AKP kanalıyla sisteme entegre etme politikasından hâlâ caymış değiller.
Kürt açılımının PKK’lıları demokratikleşme yoluyla dağdan indirip sivil hayata entegre etmek yerine, bu açılımın PKK’yı tasfiyeye dönüştüğü yönünde eleştirilerin giderek artması bu yüzden mi?
Bunda doğruluk payı büyük. Hükümetin devletle uyumlu olarak yapmak istediği büyük ölçüde budur. Yani, esas itibarıyla, PKK’yı tasfiye etmektir. PKK’nın uzantısı gibi görünen siyasi hareketi de Kürtlerin temsilcisi konumundan uzaklaştırmak ve AKP kanalıyla Kürtleri devlete entegre etmektir.
Kürt açılımı büyük bir aldatmaca olmuyor mu o zaman?
Bunu, demokratikleşme adı altında yapmak bir aldatmacadır tabii. PKK’nın tasfiye edilmesinin ötesinde, dağdakileri sisteme entegre edecek, Kürt siyasi hareketinin kendisini serbestçe ifade etmesine imkân verecek anayasal ve yasal düzenlemeler konusunda bir hazırlıkları ve istekleri yok gibi görünüyor.
AKP, Kürtleri AKP’lileştirme politikasını hangi söyleme dayandırıyor?
Kardeşlik vurgusunu öne çıkarıyor. El altında din birliğini, din kardeşliğini de öne çıkararak, bu kardeşlikçi söylemi geliştirmek istiyor.
Demokrasilerde ‘kardeşlik’ diye bir ölçü var mıdır?
Büyük ölçekli toplumlarda kimlik sorununu kardeşlikle çözemezsiniz . Aile işi değil bu. Akraba, kabile işi hiç değil. Kürt meselesi büyük bir mesele. AKP ise hâlâ meseleye Türk olarak bakıyor. Oysa PKK’nın Kürtlerle ilişkisini, Türklerin görme biçimiyle Kürtlerin kendilerinin görme biçimi arasında hiçbir paralellik yok. Türkler PKK’ya baktıklarında terörist bir örgüt görüyorlar. Kürtler ise PKK’yı böyle görmüyor. AKP, meseleye Türkler gibi bakıyor ve bu bakışıyla kendi tabanında bile etkili olamıyor.
Yerel seçimlerde bölgede oyu düştü. Peki, Kürtler, PKK’yı nasıl görüyorlar?
‘Şöyle veya böyle, bu hareket olmasaydı, bizim davamızı devletin takacağı yoktu. Bize bugün verilmiş olan haklar bile verilmezdi. Devlet bizi muhatap almazdı’ diye düşünüyorlar. Ayrıca Kürtler, devletin PKK’ya sadece terörist olduğu için değil, Kürt olduğu için de hınçlı olduğunu düşünüyorlar. Dolayısıyla PKK’ya yönelik aşağılayıcı söylemi, kendi Kürt kimliklerine bir aşağılama olarak da algılıyorlar. Erdoğan bunu da fark edemedi ve o da aşağılama söylemini yer yer kullandı ve bölgede oyları düştü. Kürt meselinde, Erdoğan’ın etrafında kendisine doğru dürüst bilgi veren bir çevre yok.
Güneydoğu’da binlerce çocuk ‘taş fırlattı, slogan attı’ diye on yıla, onbeş yıla mahkûm oluyor. AKP neden yasaları değiştirip bu çocukları kurtarmıyor? Hapse giren çocuklar AKP yönetiminin aklında ve vicdanında bir sorun yaratmıyor mu?
Çözümü bu kadar basit ve kolay olan bir meselenin bile çözülememiş olması anlaşılır değil. Başbakan duygusal biri. Bu konularda duyarsız davranacağını sanmıyorum. Benim tahminim şu ki sorun statükoda değil, sorun AKP’nin kendi bürokrasisinde. Adalet ve İçişleri Bakanlıklarındaki kendi tutucu bürokrasisi AKP’yi engelliyor ve yer yer yanlış bilgilendiriyor ve onu yanıltıyor. AKP’li bürokratların önemli bir kısmı Cemil Çiçek’in açıklamalarında ortaya çıkan devletçi ve milliyetçi bir dünya görüşüne sahipler.
AKP Kürt meselesini çözmek için ne yapmalı?
Türkiye bu sorunu bir asayiş sorunu, sadece ekonomik bir sorun, bir refah sorunu gibi görerek işe başlayamaz. Kürtlerin geleneksel olarak Türkiye’de hissettikleri aşağılanma, dışlanma ve baskı gözardı edilerek, onlara sadece ekmek vererek veya bölgeyi terörden kurtararak sorunu çözmek mümkün değildir. Bu meseleyi bir kimlik meselesi olarak görmek gerekiyor.
O zaman ne yapmak gerekiyor?
Kimlik meselesi, Kürtlere, dil ve kültürel haklarının tanınmasını gerektiriyor. Türkiye’de devlet kendisini Türklerin devleti olarak görüyor ve ülkedeki herkesi Türk olarak tanımlıyor. Anayasa’nın başlangıç kısmından vatandaşlık tanımına kadar, sistemin bu milliyetçi tarafgirlikleri kaldırılmalı. Türkiye Cumhuriyeti devleti, bütün halkın devleti olduğunu kabul etmeli. Bunun için anayasa değişikliği lazım. Bir de dil meselesi var.
Dil sorunu nasıl çözülmeli?
Kürtçenin bazı bölgelerde ikinci bir dil olarak kabul edilmesi ve bazı bölgelerde iki dilli bir yapı kurulması gerekebilir. Oysa bugün sivil hayatta bile Kürtçenin kullanımıyla ilgili sorunlar var. Anayasa Türkçe dışındaki bir dille ifade yasağını kaldırdığı halde bu özgürleşme hâlâ hayata geçirilmedi. Çünkü bürokrasi engelliyor.
Siz Başbakan Erdoğan’ın medyayla ilişkilerini ve açıklamalarını da ‘tuhaf’ buluyorsunuz. Erdoğan ne istiyor medyadan?
‘Biz zaten doğru olanı biliyoruz ve bunu da zaten yaparız. Siz doğru yaptıklarımıza aferin deyin ama bizi eleştirmeyin. Çünkü biz iyi niyetliyiz’ diye düşünüyor ve medyadan tek taraflı olarak destek bekliyor. Erdoğan’ın psikolojisiyle ilgili bir şey bu sanırım. Kendisinin meseleleri iyi niyetle çözme çabasının medya tarafından yeterince takdir edilmediğini düşünüyor ve eleştirileri kötü niyetin sonucuymuş gibi görüyor.
Medyanın darbelerle ve askerlerle ilgili haberleri başbakanı rahatsız mı ediyor?
Demokratikleşmeyi destekleyen ama bu arada hataları da söyleme dürüstlüğünü ve cesaretini gösterenleri pek istemiyor başbakan.
Siz Erdoğan’ın kafasında ‘gerçekçi’ bir strateji olduğunu söylüyorsunuz ve bu stratejinin bir işe yaramayacağını belirtiyorsunuz. Nedir bu ‘gerçekçi’ strateji?
Gerçekçi strateji dediğim, denge gözetmektir. Refah geleneğinin öteden beri uyguladığı strateji budur. Askerî vesayeti tasfiye etmek için işin gereğini açıkça yapmak yerine, dik durmak yerine, geri adım atarak başka bazı ‘yumuşak yöntemlerle’ bu işin üstesinden yavaş yavaş, sühunetle gelmeyi düşünüyorlar. Yani sorunun çözümünü, ‘şimdi gücümüz yetmez’ diyerek hep erteliyorlar ve zamana yayıyorlar. Kararlı davranmadıkları için sorun hiç çözülmüyor. 28 Şubat 1997’de de böyle oldu. Ocak ayında asker, Başbakanlık Kriz Yönetmeliği çıkardı. Ben bunu okuyunca, “İş bitti” dedim. Çünkü bu ikinci bir anayasaydı. Başbakan Erbakan bunu imzaladı, onayladı.
AKP, Refah’a benziyor mu askerle ilişkileri açısından?
AKP daha profesyonel davranıyor. Ama gene de bu tutum tamamen terk edilmiş değil. ‘Genelkurmay’ın başına mümkün olduğunca daha uygun kişilerin gelmesini sağlarsak, dengeleri fazla sarsmadan sorunun üstesinden geliriz’ düşüncesi hâlâ var. Bu, kendini kandırmaktır. Biz çok daha köklü bir meseleyle karşı karşıyayız. Dengeleri sarsmadan mevcut sistemi değiştirmek mümkün değil.
AKP’nin sistemi değiştirmek diye bir ana meselesi yok mu aslında?
Olmayabilir. Gerçekten de, Genelkurmay’ın başına hep hükümetle uyumlu çalışacak birini getirebileceklerinden emin olsalar, onlar açısından sorun bitmiş olur. Askerî vesayeti bitirmeyi, devleti demokratikleştirmeyi zamana yayıyorlar. Ve o zaman, hiç gelmiyor. Çünkü ‘ehveni şerleri ürkütmeyelim’ diyerek çözümü ertelemek ve zamana yaymak, askerî vesayetin kanıksanmasına ve kendini sistemde daha pekiştirmesine yarıyor.
Türkiye AKP iktidarında sivilleşemeyecek mi?
Bu mantıkla sivilleşemez. Silahlı Kuvvetler, Türkiye’de özerk bir kurum. Parlamento karşısında bile kendisini bağımsız bir güç olarak görüyor. Adeta ikinci bir devlet gibi duruyor. Hiçbir demokraside silahlı kuvvetler parlamento karşısında kendisini bağımsız bir organ ve güç olarak göremez. Türkiye’de insanlar, bunun ne kadar vahim bir durum olduğunu hâlâ kavrayamadı.
Niye vahim bulmuyorlar sizce?
Çünkü o devletçi, askerci zihniyet bu ülkede herkeste az çok var. Aslında hükümet, anayasa değişikliği yapmadan askerle ilişkilerde bazı basit düzenlemeler yapabilir ve askerî vesayetin azaltılması yolunda çok önemli bir mesafe alabilir.
Mesela ne yapabilir?
Mesela EMASYA protokolünü kaldırabilir. Üstelik bu protokolün süresi bu hükümet döneminde uzatıldı. Bu, akıl almaz bir gaflettir. Hükümet, TSK İç Hizmet Kanunu ve Yöneltmeliği’ni, TSK Personel Kanunu’nu, Askerî Şûra Kanunu’nu, Jandarma Teşkilat Kanunu’nu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Hakkındaki Kanun’u değiştirebilir. Zaten askerî vesayetin bütün dayanakları bunlardır. Üstelik bunlar, anayasa değişikliği gerektirmiyor. Hükümet bu kanunları yeniden yapabilir. Ayrıca harp okullarının müfredatı sivil demokratik yönetim anlayışına uygun değil. Oradan yetişen herkes, kendisini Türkiye’deki sistemin vasisi olarak görüyor. Niye?
Evet, niye?
Çünkü ideolojik eğitim veriliyor. Harp okullarının müfredatını askerler kendileri hazırlıyor. Hükümet bu müfredatın “demokrasiye, insan haklarına, sivil hayata aykırı eğitim yapılamaz” diyerek nasıl Milli Eğitim’de yaptığı gibi temel kurallarını koyabilir. Daha da basit bir şey var. Başbakan, kanuna göre, Yüksek Askerî Şûra’nın başıdır. Milli Savunma Bakanı da Şûra’nın üyesidir. Peki, bunlar ne yaptılar şimdiye kadar?
Kararlara sadece şerh koydular, değil mi?
Evet. Bu gülünç bir şey. Eşitler arasındaki bir kuruldan bahsetmiyoruz ki. Askerî Şûra’nın başkanı başbakan demek, başbakanın istemediği bir karar o Şûra’dan çıkamaz demektir. Şûra, disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle askerî personeli yargı denetimine tâbi olmadan askerlikten çıkarıyor. Şimdiye dek, neden cuntacılık yapanların hiçbiri disiplinsizlik nedeniyle ordudan tasfiye edilmedi? Cuntacılığa karışmış olanların tamamını Şûra’da askerlikten atsınlar.
Sizce niye atmıyorlar?
Bunu yapmaya cesaret edemiyorlar. Atmayı bırakın, tam tersi yapıldı. Son dönemde adı bu tür karanlık işlerde geçenlerin çoğu ya terfi ettirildi ya da bekleme süreleri uzatıldı. Hükümet, ‘Silahlı Kuvvetleri zayıflatmaya, itibarsızlaştırmaya çalışıyorsun’ ithamlarından çok çekiniyor. Biliyorsunuz Baykal, stratejisini bu itham üzerine kurdu.
AKP Silahlı Kuvvetler’in vesayetini kaldırmak istiyor mu peki?
İsteseydi, MGK’yı anayasadan çıkarırdı. Çünkü MGK’yı anayasal kurum haline getirdiğinizde Silahlı Kuvvetler kendisini siyasi karar alma sürecinin olağan bir aktörü, hükümetin ortağı olarak görüyor ve temel esasları belirliyor. Mesela Milli Güvenlik Belgesi... Yenisi bu hükümet döneminde geçti.
Nasıl?
Askerler hazırladı, Başbakanlık onayladı ve yürürlüğe girdi. Bu belge, rejimin temel belirleyicilerinden birisidir. Hükümet bu belgeyi onaylayarak, ipi boynuna kendisi geçirdi. 28 Şubat’ta Başbakan Erbakan’ın Başbakanlık Kriz Yönetmeliği’ni onaylaması gibi bir durum bu da. Hükümet EMASYA protokolü gibi Milli Siyaset Belgesi’ni de kaldırabilir. Bu belge askerlerin hazırladığı ikinci bir anayasadır. Söylemiyorlar ama Meclis bile bu belgeye aykırı davranamıyor. Belgeye aykırı olan herhangi bir yasal değişiklik Meclis komisyonlarında hemen düzeltiliyor. AKP’nin gündeminde bunu kaldırmak yok.
Anayasa değişikliği olarak AKP’nin gündeminde ne var peki?
Mevcut sistemi özgür ve demokratik hale getirecek kapsamlı bir değişiklikten ziyade, Anayasa Mahkemesi’nin ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üye oluşumunu değiştirmek, parti kapatmayı zorlaştırmak gibi, karşılaştığı bürokratik kilitleri açacak bazı değişiklikleri içeren bir anayasa değişikliği istiyor olabilir ve Anayasa’da kendi ihtiyaçlarını karşılayan kısmi değişiklikler yapılabilir. Ama bu anayasa değişikliklerinin istikbali hakkında da emin olamayız.
Niye?
Anayasa Mahkemesi, başörtüsüyle ilgili anayasa değişikliğini iptal ettikten sonra, artık her konuda karar verebilir ve yapılan bütün anayasa değişikliklerini yetkisi olmadığı halde veto edebilir. Çünkü böyle bir yetkisi olduğuna çok dolambaçlı bir yoldan bir karar verdi.
AKP, anayasa konusunda sizce ne yapmalı bu durumda?
Başta AKP olmak üzere sivil toplum kuruluşları ve medyanın demokratik kesimi önümüzdeki genel seçimleri bir anayasa kampanyasına dönüştürmeli. AKP muhalefet partilerini kendi tutumlarını açıklamaya zorlamalı. Böylece herkes anayasayla ilgili kendi esaslarını ortaya koymalı. Böylece yeni meclisin yeni anayasayı yapacak bir tür kurucu meclis gibi oluşması sağlanır.
Anayasayı değiştirmek için mutlaka bir kurucu meclis mi oluşturmak gerekir?
Kolaylık olsun diye adına kurucu meclis diyorum. Seçmenlerin partilere verdikleri olağan vekâlet ile anayasa yapmaları için verdikleri vekâlet farklıdır. Bu, şu demek... Herhangi bir kampanyada tartışılan sorunlarla sınırlı bir seçimden sonra kampanyada konu edilmemiş, halkın o konudaki düşünceleri gözetilmeksizin oluşturulmuş bir meclisin tümüyle yeni bir anayasa yapması temsil açısından sorunlu olabilir. Onun için önümüzdeki genel seçimin kampanyası, bu meselelerin de tartışıldığı ve herkesin görüşünü ortaya koyduğu ve seçmenin de partilerin projesini bilerek oy verdiği bir seçim olmalı ki, oluşan yeni meclis bu ülke için tümüyle yeni bir anayasa yapabilsin.