Gündem

Ahmet Altan: Türkiye'nin 'eli sopalı bir cenaze levazımatçısına' ihtiyacı yok

Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan'da Milliyet Gazetesi yazarı Can Dündar gibi Başbakan Erdoğan'a Margaret Thatcher'ı hatırlattı

13 Kasım 2012 11:39

Ahmet Altan , 'Asalım, asalım" başlığı ile bugün (13 Kasım 2012) yayımlanan yazısında idam tartışmasını ele aldı. Altan'ın yazısı  şöyle;


Maceramız acıklı aslında.

Avrupa Birliği’ne “tam üyelik müzakerelerine” başlanılmasını coşkuyla kutlayan bir başbakana sahip bir memleket olmaktan, Red Kit’teki cenaze levazımatçısı gibi her olayda “asalım, asalım” diye bağıran bir başbakana sahip bir memleket hâline geldik.

Bu “Çankaya ihtirası” ne mene hastalıklı bir ihtirasmış ki bir adamı bir uçtan bir uca böyle fırlatıyor.

Dünyanın saygı duyduğu bir başbakandan, bir çizgi romanın cenaze levazımatçısına döndürüyor.


“Avrupa Birliği”nden “malum yerler” diye bahseden, “Türk usulü bir başkanlık sistemi kurmak” isteyen, Türkiye’ye diktatörlüklerle yönetilen Rusya’yı, Çin’i örnek gösteren Başbakan Erdoğan’ın sözlerinin iler tutar tarafı yok.

Öylesine tuhaf laflar söylüyor ki kendi partisindekiler bile onun ne dediğini, ne yaptığını anlamıyor.

Başbakan, “toplum idamı istiyor, idamı getirebiliriz” derken, Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, bizim Melih Altınok’a “idam cezasını getirmeyiz, Avrupa Birliği’ne üye olmaya hazırlanıyoruz” diyor.

Sadece Erdoğan’ın gördüğü o “idamı isteyen” toplumu hadi biz görmüyoruz, burnunun dibindeki adam da görmüyor o toplumu.

Toplumun öyle bir derdi yok çünkü.

Memleketin her yanından kan damlarken hangi akıl, çare diye gider de “idam sehpasına” sarılır zaten?

Bizim çocukluğumuzda bütün kahvelerde tekrarlanan zavallı bir söz vardı, “bize eli sopalı bir adam lazım”, köleleştirilmiş ve sopaya alıştırılmış bir halkın mazoşist özlemi buydu.

Bu laf herhalde Başbakan’ın çocuk aklının bir yerine takılı kaldı.

Aradan elli yıl geçtiğinin farkında değil.

Şimdi, “o eli sopalı adam benim” diye ortaya çıkıyor.

Hangi sorunu önüne koysan, “öldürelim, dövelim, asalım” diye bağırıyor.

Atatürk’ün, Osmanlı padişahlarıyla ilgili bir sözü vardı, kelime kelime değilse de mealen, “bunlar yapamayacakları işi yapacakmış gibi söyleyip herkesi kızdırırlardı” diyordu.

Tayyip Erdoğan işte tam o padişahlar gibi davranıyor.

Yapamayacağı işleri yapacakmış gibi söyleyip memleketi iyice geriyor, düşmanlıkları, nefreti, bölünmeyi keskinleştiriyor.

Başbakan’ın açlık grevindeki ölüme yaklaşan insanlar için insafsızca ve vicdansızca söylediği sözleri, şimdi ben onun “asalım” kampanyası için insafa ve vicdana uygun biçimde söyleyeceğim.


“Şov yapıyor, blöf yapıyor, şantaj yapıyor.”

İdam cezasını getiremez.

Avrupa Konseyi’nden bizi o gün çıkartırlar, Avrupa Birliği defteri de o gün kapanır.

De ki getirdi.

Bir tek insanı sehpaya çıkarmaya kalkarsa, bu toplum elektrikli sandalyeye oturtulmuş gibi kemiklerine kadar titreyerek alevler içinde kavrulur.

Buna bu toplum da, bugün iyice “kapıkuluna” dönüşen AKP yönetimi de izin veremez.

Erdoğan, “hiç seçim kaybetmemiş” Thatcher’ın iktidardan nasıl düştüğüne bir daha baksın.

Bir siyasi partinin de sabrının bir sınırı vardır.

Bu saçmalıklarla kendi partisini isyana sürükleyecek önce.

Bir adam “başkan olup Çankaya’ya çıkacak” diye koskoca toplum böylesine gözü kapalı felakete sürüklenemez.

Başbakan, “idam cezasını da getiririz” diye palavrayı sıkıyor ama toplum onun “palavrasının” rüzgârıyla yalpalıyor.


“Asalım” dediğinde Kürtler kimi asmak istediğini anlıyorlar, sehpalara çıkartılmak istenenlerin Kürtler olduğunu biliyorlar, bunu bir “düşmanın zorbalığı” olarak görüyorlar, öfkelenip bileniyorlar.

AKP yönetiminin “istihbaratı vereni de, emir vereni de açıklamayacağız” diyerek bütün topluma meydan okumasına neden olan Uludere katliamından bu yana Erdoğan Kürtleri dışlayacak, aşağılayacak, öfkelendirecek bir söylem ve siyaset güdüyor.

Zorbaca bir tavrı bütün topluma kabul ettirmeye çalışıyor.

Bu tuhaflıklarını sürdürürse bugüne dek görmediğimiz belalar açacak başımıza, iki toplumu karşı karşıya getirecek, çatışmaları dağlardan şehirlere, sokaklara taşıyacak.

Zaten şu anda hapishanelerde açlık grevlerine yatanların bir kısmı ölüm sınırına dayandı, bedenlerinden kan sızıyor, bütün Kürt ahali onların acısını yaşarken, vicdansızca “şov yapıyorlar” diyerek, “asacağız” diye babalanarak dayanılması gittikçe zorlaşan gerilimi daha da arttırıyor.

Sorunları çözmek için de, ülkeyi yönetmek için de bu zorba dile, bu vicdan yoksunu yaklaşımlara ihtiyaç olmadığını aklı başındaki herkes görüyor, bu, tamamen Erdoğan’ın kendi “kişisel kariyer planının zorbalık üzerinden yürüyeceğine” olan ufunetli inancından kaynaklanıyor.

Bu ülke, bir adam Çankaya’ya çıksın diye yakacak mı geleceğini?

Buna razı olacak mı?

AKP yönetimi neler olduğunu hâlâ anlamıyor mu?

Başımıza geleceklerin “suç ortağı” olduklarını fark edemiyorlar mı?

Türkiye’nin sorunları demokrasiden uzaklaşarak, idam sehpalarının hayallerini kurarak, “asalım” diye bağırarak çözülebilir mi?

Türkiye’nin “eli sopalı bir cenaze levazımatçısına” ihtiyacı yok.

Akla ihtiyacı var.

Şu anda kaybolduğunu gördüğümüz “sağlıklı” bir akla.