Yıllar önce Almanya'ya, Hollanda'ya, Belçika'ya göçmen işçi anlaşması kapsamında giden ailelerin birbirine çok benziyor hikayeleri...
Siyah beyaz fotoğraflarda evin baş köşesinde olduğu gözüken valizlere eşlik eden misafirlik hali, Türkiye'ye dönme planlarında vurucu rolü oynuyor.
Almanya'ya sadece birkaç yıllığına para biriktirmek amacıyla gelinmesi, memlekete dönülecek günlerin hayaliyle yaşanmasına neden oluyor.
O aşamadan sonra da ailenin verdiği kararlara göre iki farklı ülkede farklı öykülere evriliyor hayatlar.
Benzer bir şekilde o yıllarda Almanya'nın Frankfurt kentine gelen Özkan ailesinin evine konuk olduk göç yolculuklarını konuşmak için.
Şehir merkezine bir saat uzaklıktaki evin zilini çaldığımızda kalabalık bir aile karşılıyor bizi.
"Hoşgeldiniz" cümlesine eşlik eden çekingen gülümsemeler ve sıcak kucaklaşmalarla oturma odasına geçiyoruz.
Odanın ortasındaki sehpanın üstü poğaçalar, kekler ve kurabiyelerle dolu.
Biraz sonra ince belli bardaklarda dumanı tüten çaylar geliyor.
Odanın bir köşesinde siyah bir piyano hemen göze çarpıyor. Piyanonun üstünde ise yaşlı bir çiftin çerçeve içindeki fotoğrafı var.
Fotoğraf, evin sahibesi Zahide Özkan-Rashed'ın 1960'lı yıllarda Türkiye'den Frankfurt'a göçen anne ve babasına ait.
Zahide Hanım'ın kardeşleri, çocukları, eşi ve yeğenleri ile beraber Almanya'ya göç hikayelerini konuşuyoruz.
Sohbetin bir kısmında masanın üzerine yaydığımız o yıllara ait fotoğraflar eşliğinde Özkan ailesinin anılarına dalıyoruz.
Fotoğraflarda baba Ali Özkan'ın tek başında geldiğinde Almanya'da yaşadığı hayatı, ailenin Kocaeli'ndeki evini, Özkan kardeşlerin hem Türkiye'de hem Almanya'da geçen çocukluklarına dair anıları görmek mümkün.
Zahide Hanım'ın babası Ali Özkan, Kocaeli'ndeki Halıdere köyüne yakın bir rafineride kaynakçı ustası olarak çalışırken Amerikalı amiri tarafından Almanya'da çalışma teklifi alıyor.
Bunun üzerine ailenin Almanya yolculuğu başlıyor.
Ali Özkan'ın ilk baştaki niyeti sadece birkaç yıl kalmakken daha sonra yıllar içinde ailenin kalanı da Frankfurt'a göç ediyor.
Zahide Hanım'ın en küçük kardeşi Derya Yılmaz, "Babamın 'İki sene kalmak üzere Almanya'ya geldi' diye hikayesini anlatmamızın sebebi, aslında Türkiye'de yapılacak evin temelini atmak için belirlediği sürenin iki sene olmasından kaynaklanıyor. Memlekette ev yapılana kadar kalacakmış" dedikten sonra ekliyor:
"Ev biteli 40-50 yıl oldu ancak biz dönemedik."
Zahide Hanım, iki yaşındayken Frankfurt'a geldikten sonraki dönemi, ailesinin her an Türkiye'ye dönmeye hazır olarak geçirdiğini anlatıyor. Ortanca kardeşi Salih Özkan ile en küçük kardeşi olan Derya Yılmaz, Almanya doğumlu.
Ancak 1966 doğumlu olan Salih Bey, dokuz aylıkken annesi Ümmühan Özkan'ın Frankfurt'taki fabrikada daha rahat çalışabilmesi için Türkiye'ye gönderiliyor.
Salih Bey, üç yaşındayken Almanya'ya geri geliyor.
Zahide Hanım ve Salih Bey, Türkiye ile Almanya arasında geçen çocukluklarının iki ülke arasında kalmış gibi hissetmelerine yol açtığını söylüyor.
Derya Hanım ise böyle bir ikilem hissetmeden Almanya'da mutlu bir çocukluk geçirdiğini anlatıyor.
Zahide Hanım, küçüklüğünde hissettiği "buraya ait olmama" duygusunu şöyle anlatıyor:
"Küçüklüğümden itibaren buraya ait olmama, yabancı olma, sanki Almanlardan düşük bir seviyeye sahip olma duygusu, aşağılık olma duygusu oluyordu; çünkü dışlanma, tamamen kabul edilmeme vardı.
"Anne ve babamızla bir yere gittiğimizde; ki kısa bir süre sonra onların bize ihtiyacı olmaya başlamıştı, dil sorunları vardı çünkü; bize iyi davranılsaydı bile onlara karşı iyi davranılmazdı. Onların dış görünüşünde tipik bir Türk işçi görünümü vardı. Onlara öyle davranılınca biz etkilenirdik. Bizim canımız yanardı."
Zahide Hanım, altı kişilik bir evde yaşamalarına rağmen azmederek okul hayatında başarılı olduğunu anlatıyor. Derslerinde anlamadığı kısımları Alman komşularına sormaktan çekinmediğini belirtiyor.
Salih Bey, heyecanla bahsediyor ablasının başarılarından:
"İki odalı dar bir evde kalıyorduk ama ablam çok başarılı bir şekilde gittiği okulları kazandı. O'na hakkını teslim etmem gerek."
Salih Bey ise gençlik yıllarında zorlandığını hatırlıyor:
"'Türkler dışarı' yazıları vardı. Kova alıp içine beyaz boya doldurup oturduğumuz evin yanındaki duvarlarda 'Türkler dışarı' yazısının üzerini boyamaya çalıştığımı hatırlıyorum. Bu yaşananlar özgüvene mal oluyor."
Her ne kadar Türkiye anıları minibüsle gittikleri yolculuklara eşlik eden piknikler, yemekler ve oyunlarla dolu olsa da Türkiye'de de tam hissemediklerini söylüyorlar.
Zahide Hanım, Türkiye'de nasıl bocaladıklarını şöyle anlatıyor:
"Türkiye'de de Almancıydık. Oraya ait değildik. Ama orası tabii yine çocuk için bambaşka bir yer. Her şeyin tadını çıkarırdık, her şey canlı, herkes sıcakkanlı. Havalar güzel... Buraya gelince bunalıma girerdik, sakin, soğuk gelirdi. Caddelerde bir ses seda yok. Çok bunalırdık.
"Dil olarak zaten bocalardık, Türkiye'ye gidince orada da bocalıyorduk; çünkü Almanca'dan Türkçe'ye çevirmek biraz zorluk çıkarıyordu. Buraya gelince bu sefer bir müddet Türkçe konuşunca Almanca biraz zor oluyordu. Hep böyle bir tarafa uymamız gerekiyordu tekrar."
Almanya ve Türkiye arasında kalmışlık, tam olarak ikisinden birine ait hissedememe durumu Zahide Hanım'ın üniversitede bir kimlik bunalımına girmesine yol açmış:
"Üniversite döneminde psikolojik bir krize girdim, kimlik sorusu meydana çıktı. O zamana kadar itmiştim o soruyu geriye herhalde. Hatta psikolojik yardım bile aldım bu soruyu yanıtlamak için: Nereye aitim? Gerçekten Türkiye'ye dönecek miyim? Ben sadece Türk müyüm yoksa hem Türk hem Alman mıyım?"
Zahide Hanım, yaşadığı bu bunalıma cevabı "kozmopolit" kavramında bulmuş:
"Her iki tarafı da kabul etmeye karar verdim. Benim için Almanya olsun Türkiye olsun ikisi de önemli. İkisi de memleketim. Burada yaşayarak da Türk dili ve kültürünü besleyebilirim.
"Ben ilk başka kozmopolitim. Dünya çocuğuyum. En önemlisi odur. Sonra Türklük, Almanlık benim özel hikayeme bağlı olarak gelir, ama onlar da o kadar önemli değil. Önemli olan insan olup bu dünyaya ait olmaktır."
Zahide Özkan-Rashed'in "Korkma" adında bu yaşadıklarını anlatan bir anı kitabı var.
Zahide Hanım'ın kitap ismi ise kardeşi Salih'i ilk gördüğü ana dayanıyor.
Doğumunun ardından eve ilk geldiğinde Zahide Hanım'ı gören kardeşi Salih ağlamaya başlamış, bunun üzerine de Zahide Hanım ilk defa gördüğü kardeşine, "Korkma, ben Alman değilim" diyerek seslenmiş.
Kardeşi Salih Özkan da ablasını doğrular nitelikte anlatıyor Alman ve Türk kimliğinin ikisini birden nasıl benimsediğini:
"Ablam kozmopolit kelimesini kullandı, ben de bunu paylaşıyorum. Dünyanın bize ait olduğunu, sınırların kalmadığını düşünüyorum. Alman bir dostum yıllar evvel bana şunu söylemişti, 'Bizler burada, yeryüzünde misafiriz. Gökyüzü evimiz.'
"Doğru insanlarla tanışınca ve zamanın da getirmiş olduğu bir birikimle bu tarz şeyleri aşıyorsunuz. Arılar misali, Almanya'nın en güzel huylarını almak bizim elimizde. Kendimizin hem Türkiye için hem de içinde yaşadığımız toplum için büyük bir şans olduğumuzu düşünüyorum."
Salih Bey, Almanya'ya zenginlik verdiklerini söylerken son yıllarda İslamafobi'nin artmış olmasına da değiniyor.
Salih Bey'e göre bunda iki tarafın da etkisi var: "Burada toplum olarak biraz içimize kapanık olduğumuz ve etrafımızda yaşayan Alman komşularımızı dost edinemediğimiz için bunun olduğunu düşünüyorum. Keşke kabuğumuzdan çıksak... Tabii karşılıklı her şey, Almanya'nın da kendisini göç ülkesi olarak sayması uzun sürdü."
Şimdi Frankfurt'ta üç kardeşin de eşleriyle beraber kurdukları kendi aileleri var.
Babaları Ali Özkan'ı 2010 yılında kaybetmişler.
Anneleri Ümmühan Özkan ise Almanya'ya hiçbir zaman alışamadığı için iki ülke arasında gidip gelerek yaşamaya devam ediyor.
Zahide Hanım, "Babamız hep dönme hevesinde yaşadı. İstedi ki hepimiz dönelim, orada yeni bir hayat başlatalım. Bir şeyler yapalım topluma. Böyle bir hayal içinde yaşadı ama bu hayali maalesef hiçbir zaman gerçek olmadı" diyor.
Goethe Üniversitesi'nde tıp eğitimi alan Zahide Hanım kardiyoloji alanında ihtisas yapmış.
Üniversitede tıp eğitimi alırken Arapça da öğrenen Zahide Hanım, bir el yazmasını Arapça'dan Almanca'ya çevirmiş.
Psikosomatik tıp ile ilgili bir doktora tezi de hazırlayan Zahide Hanım, Arapçasını geliştirmek için ders aldığı Mısırlı öğretmenine aşık olunca evlendiklerini anlatıyor:
"Ailem için çok büyük bir problem oldu yalnız. Onlar isterlerdi ki Türk olsun. Bayağı bir savaş vermem gerekti ama sonradan bana olan sevgileri yendi, seçimimi kabul ettiler."
Zahide Hanım, Frankfurt'ta kurduğu yaşamının içine doğan çocuklarının ilk memleketinin Almanya olduğunu söylüyor:
"Çocuklarımın ilk memleketi Almanya; ama Türkiye'yi de benimsiyorlar. Türk kökenlerini de gittikçe bilinçli olarak kabul ediyorlar. Mesela akrabalarıyla sürekli iletişimde olmak, Türkiye'ye sürekli gitmek istiyorlar.
"Zorlansalar bile Türkçelerini geliştirmek istiyorlar. Onlar da yaş ilerledikçe anlıyorlar ki kök önemlidir. 'Üçüncü jenerasyon olarak burada yaşasak bile, yine de anne-babamızın geldiği yer önemlidir' diyorlar."
Zahide Hanım ile sohbet ederken çevremizdeki koltuklara dizilmiş ailenin gençleri ise gülen yüzleri ile bizi izliyor.
Kimisi evlenmeye hazırlanıyor, kimisi halen üniversite öğrencisi, kimileri de meslek seçme telaşının içinde.
Sohbet çok keyifli bir şekilde ilerlerken tren saatimizin yaklaşması sebebiyle istemeye istemeye vedalaşıyoruz evdekilerle.
Almanca ile Türkçe'nin birbirine karıştığı sohbetlerin tam ortasında farklı kökenlerden yeni bireylerin de katılmasıyla genişleyen aileyi arkamızda bırakıyoruz.
Frankfurt'taki bir evin içine sığmayı becerebilen iki ülkeden yaratılan yeni dünyanın sıcaklığını da yanımıza alarak...