2000 ile 2007 yılları arasında 8 Türk, 1 Yunan ve 1 Alman’ı öldürmekle suçlanan aşırı sağcı çetenin sağ kalan tek üyesi Zschaepe (38), dün Münih’te yargıç önüne çıkarıldı. Özel korumalı bir ciple mahkemeye getirilen Beate Zschaepe, salona elleri göğsünde kenetlenmiş ve yüzünde alaycı bir tebessümle girdi. Sanık, sırtını basına ve kurban yakınlarına döndü.
Almanya’da 1.5 yıldır gündemi meşgul eden Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) hücresinin sağ kalan tek üyesi olan Beate Zschaepe (38) dün Münih’teki Yüksek Eyalet Mahkemesi Binası’nın A101 numaralı salonunda yargılanmaya başlandı.
Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi'nde görülmeye başlanan 8 Türk'ü öldüren Neonazi çetesi (NSU) davasına katılmak üzere Münih'e gelen NSU cinayetlerinin kurbanlarının yakınları, Türkiye’den gelen TBMM İnsan Hakları Araştırma Komisyonu milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin Almanya Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu ve Münih Başkonsolosu Hidayet Eriş ile Münih Başkonsolosluğu’nda biraraya geldi.
Sanıklar mahkemeye çıktı
Başsanık ve NSU’nun elebaşısı Beaete Zschaepe saat 07.40’da Stadelheim cezaevinden özel karartmalı bir ciple ve yüzü maskeli güvenlik görevlileri tarafından mahkeme binasına getirildi. Yerel saatle 10.00 civarında sanıklar bir bir içeri alınmaya başlandı. Önce çetenin en yakın dostu olarak bilinen Andrea E. salona girdi. İkinci sıradaki Holger G., görüntüsünün alınmasını engellemek amacıyla yüzünü dosyayla örterek içeri geldi. Onu kapuşonla gizlenen Carsten S. takip etti.
Ardından davanın başsanığı Beate Zschaepe, kollarını göğsünde kavuşturmuş, yüzünde tebessümle boy gösterdi. Yavaş yavaş yerine ilerledikten sonra sanık sandalyesine gelince fotoğrafçı ve kameramanlara sırtını dönerek görüntü alınmasını engellemeye çalıştı. Üzerinde beyaz bluz, siyah ceket ve pantolon vardı. Yeni boyanmış ve katlı kesilmiş saç modeliyle dikkat çeken Nazi gelini, sanki şov yapmaya gelmişti. Zchaepe sanık sandalyesinde yerini aldıktan sonra zaman zaman karşısında oturan kurban aileleri tarafına soğuk bakışlar attı. Kurban yakınları için dayanılacak gibi değildi bu anlar. Zchaepe’den sonra ise seri cinayetlerde kullanılan silahı temin eden azılı neonazi Ralf Wohlleben girdi.
Reddi hâkim talebi
Duruşmanın başında, Zschaepe’nin avukatları Anja Sturm, Wolfgang Stahl ve Wolfgang Heer reddi hakim talebinde bulundu. Savunma ekibi, mahkeme heyetine başkanlık eden yargıç Manfred Götzl’ün tarafsız olmadığını ileri sürerek, davaya başka bir yargıcın bakmasını talep etti. Bu talep üzerine Götzl, mahkemeye ara verdi. Duruşma saat 13.30’da başladı. Reddi hakim dilekçesinin reddedildiği açıklandı. Ancak savunma avukatları talepte diretince duruşmaya sık sık ara verilmek zorunda kalındı. Talebe yanıt verebilmek için duruşma 14 Mayıs’a ertelendi.
Adile Şimşek: Onları öldüresim geldi
NSU cinayetlerine kurban giden Enver Şimşek’in eşi Adile Şimşek, görüşme sonrasında İHA’ya duygularını anlattı. Mahkemede neler hissettiği sorulan Şimşek, “Bugün çok kötü bir gündü. Yani çok acı günümdü. Hiç iyi olmadı, çok heyecanlandım. Onları görünce çok kötü oldum. Bir anda kalkıp onlara bir şey yapasım, onları öldüresim de geldi. Ama çok sabır diledim, dua okudum, Allah’a sığındım, devamlı kendimi sakin tutmaya çalıştım” diyerek mahkemenin kendisi için kötü geçtiğini ifade etti.
Davanın başlamasının kendisini umutlandırdığını belirten Şimşek, “Daha evvel beni suçlamışlardı ama şimdi rahatım. Bir suçlunun mahkemeye çıkması veya davanın başlaması benim için iyi oldu. Şimdi rahatladım. En azından suçsuz olduğum kanıtlandı. Ama şimdi iyiyim” şeklinde konuştu. Şimşek, davadan beklentisinin ise suçluların cezalarını çekmesi yönünde olduğunu belirtti.
Türkiye’den gelen TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün de, İHA’ya yaptığı açıklamada, bu sürecin uzun bir süreç olduğunun bilinciyle Almanya’ya geldiklerini söyleyerek, “Aslında bu meseleyle 2 yıldır ilgileniyoruz. Bundan sonra da ilgilenmeye devam edeceğiz. Çünkü uzun soluklu bir konu ve derin bir konu, kökleri derinde olan bir konu. Dolayısıyla mahkemenin de uzun süreceğinin bilincindeydik” dedi.
Mahkemenin davayı erteleyerek aslında akıllıca bir karar verdiğini belirten Üstün, “Zaten ben hem avukatlık hem de hakimlik yapmış biri olarak, bugün, hatta mahkeme tehir edilmemiş olsaydı yarın ve öbür gün de bu tür usuli konularla gündemini geçireceğini tahmin ediyordum. Dolayısıyla mahkeme de son derece akıllı bir karar verdi ve bütün talepleri toplayarak, bu taleplerin değerlendirilmesini kendi içerisinde yapmaya karar vererek, sanık avukatlarının bir yerde kamuoyuna yönelik şovlarının da aslında önünü kesti. Dolayısıyla bu bir sürpriz değil. Bu tür tarihi davalar bu şekilde başlar. Bu Türkiye’de de böyledir, Avrupa’da da böyledir, Amerika’da da böyledir. Ama bu tür usuli işlemler bitecektir ve en sonunda esasa geçilecek ve esasa geçildiğinde zaten müdahiller de artık kendi acılarını orada anlatacaklar ve ardından savunmalar olacak, tanıklar dinlenecek ve sonunda da inşallah adil bir karar verilecek. Bütün beklentimiz bu yönde” ifadelerini kullandı.
Üstün, mahkemenin Almanya’nın Nazi geçmişini göz önünde bulundurarak karar alabilme durumunun olup olmadığı yönündeki soruya ise şöyle cevap verdi:
"Irkçılık bir hastalık ve maalesef bu hastalık Avrupa’da var. Zaman zaman vücut zayıf düştüğünde bu hastalık depreşiyor. Bu günlerde de Avrupa’daki ekonomik sıkıntılar, sosyal buhran vesaire gibi nedenlerle tekrar depreşti. Sadece Almanya’nın da sorunu değil. İsviçre’de, Avusturya’da, Hollanda’da, hatta Baltık ülkelerinde dahi bir takım kıpırdanmalar var. O bakımdan bu sorunla başta yargı, mahkemeler, hukuk, daha sonra siyasiler, diğer kurumlar, medya, sivil toplum mücadele etmezse bu sorun gelir Almanya’yı ve Avrupa’yı vurur. Bu ciddi bir sorun. Almanya, 1939’daki ırkçı dalgayı ancak savuşturabilmiş bir ülke. Şimdi yeni bir ırkçı dalgayı savuşturup savuşturamayacağı konusunda şüphelerim var. Almanya bu riski görmeli ve buna göre tedbir almalı, kendi geleceğini düşünerek bu tedbirleri almalı. Evet bu işler Türk toplumuna zarar veriyor ama sonuçta bunun zararı gelip Almanya’ya dokunuyor. O bakımdan herkes bu bilinçle hareket etmeli."
'Almanya'da entrikalarla çevrili bir neo-Nazi davası'
BBC'nin Berlin muhabiri Stephen Evans, dava ile ilgili gözlemlerini anlattı. BBCTürkçe'de yer alan izlenimler şöyle:
Almanya'da 2. Dünya Savaşı sonrası en büyük davalardan biri neo-Nazi çetesi iddiası üzerinde yoğunlaşıyor.
Polis dosyası için hazırlanan videoda Beate Zschaepe'nin güzel yüzünde hafif bir gülümseme var.
Teslim olduktan sonra olay yerinde yapılan tatbikata giderken giydiği pembe giysileri ve çocuksu bir masumiyet taşıyan yüzüyle, bir sineği bile incitmeyecek genç bir kadın havası var.
Ama bu gerçekten masum bir yüz mü, yoksa 10 masum insanın ölümündeki sorumluluğunu saklayan bir insanın aldatıcı yüzü mü?
Savcılar Beate Zschaepe'yi Almanya'nın en tehlikeli neo-Nazisi olarak adlandırıyor. Biri hariç hepsi Türk kökenli dokuz erkeğin ve bir kadın polis memurunun öldürülmesine yardımcı olmakla suçlanıyor.
Beate ayrıca 28 cinayete teşebbüs, teröri örgütü üyeliği, soygun ve kundaklama ile de suçlanıyor.
Kundaklama olayı, 8 Kasım 2011'de polise teslim olmadan önce kendisinin başlattığını iddia ettiği olay.
Beate, eski Doğu Almanya'nın Jena bölgesinde Uwe Boehnhardt ve Uwe Mundlos adlı iki erkekle aynı apartman dairesinde kalıyordu.
Kasım başlarında evde silahla vurulmuş halde bulundular. Bu, başarısız bir banka soygununun ardından gelen çifte intihar olarak görülüyordu.
Bu olayın ardından, 10 kişinin öldürülmesinde kullanılan silah bulundu. Böylece esrarengiz bir olay çözülürken bir başkası başlıyordu: Bu kadar uzun süre kaçmayı nasıl başardılar?
Böylece Almanya'da bir tartışma başladı: Acaba polis ve güvenlik görevlilerinin "sağ gözleri kör müydü" de bu sağcı terörizmi görmediler ya da gördüler de sempati duyup harekete geçmediler?
Ailelerin acısı
İlk cinayet 9 Eylül 2000'de Nuremberg yakınlarında bir standda işlendi.
Silahlı iki kişi bir çiçekçinin yüzüne ateş açtı.
Enver Şimşek'e sekiz el ateş açıldı, altısı isabet etti. İki gün sonra hastanede öldü. Kullanılan silahlardan biri Çek yapımı bir silahtı, 11 yıl bir aradan sonra Beate'nin teslim olmasıyla bulunan silah.
Benzer cinayetler altı yıl boyunca devam etti. Biri hariç, kurbanların hepsi Türk'tü.
Theodoros Boulgarides adlı anahtarcının da muhtemelen Türk olduğu düşünülmüştü.
En son cinayet ise 25 Nisan 2007'de kadın polis memurunun vurulması oldu.
Beate hariç kimse bu cinayetin maksadını bilmiyordu. Bu cinayetin belki kişisel bir husumet yüzünden, belki de silah ele geçirmek amacıyla işlenmiş olabileceği düşünülüyordu.
Çifte intihar ve Beate'nin teslim olmasının ardından, cinayetlerle böbürlenen korkunç bir video ortaya çıktı. Kimileri bunu Beate'nin gönderdiğini düşünüyor. Videoda Pembe Panter müziği eşliğinde kurbanların cesetleri gösteriliyor ve cinayetlerin arkasındaki "örgüt" açıklanıyordu: Nasyonal Sosyalist Yeraltı.
Polis daha önce cinayetlerin Türk mafyası tarafından işlendiğini düşünüyordu. Bu nedenle kurbanların aileleri acılarına rağmen sorgulamaya tabi tutuluyor ve potansiyel suçlu görülüyordu. Oğlunun öldürüldüğü alanı temizleyen bir anne bile şüpheleri üzerine çekmişti.
Ailelerden birini temsil eden avukatlardan Mehmet Daimagüler, "Almanya'da yeraltında fazla yaşayamazsınız; destek aldığınız insanlar olması lazım; ben de bu grubu kimlerin desteklediğini bilmek istiyorum" diyor.
Bu avukat aslında Münih'teki dava ile ilgili hoşnutsuzlukları dillendiriyor. Bu davanın bir kadına yöneltilmiş birkaç suçlamadan öte bir şey olduğu düşünülüyor.
'Çok sayıda yetkili kurum'
Güvenlik yetkililerinin başarısızlığı konusu gündeme getiriliyor. Neo-Nazi üçlünün 20 yıl önce Jena'daki radikal sağcı gösterilere katıldıkları biliniyor. Bu üçlü 1998'de, yetkililer tarafından fark edildiklerini anladıkları anda, gözden kaybolarak yeraltına çekilip cinayet hücresini kurdu.
Yetkililer, bu grupla ilgili soruşturmalara yönelik tıklayın bazı belgelerin imha edildiğini kabul etti. O zaman şu sorular sorulmaya başlandı: İhbarcılar bu grubun eylemlerini yetkililere bildirdi mi, bildirdiyse cinayetler neden engellenmedi?
Yetkililer ise Almanya'da güvenlik konusunda ulusal ve yerel çapta, polis ve gizli servis biçiminde olmak üzere çok sayıda kurumun sorumlu olduğunu ifade ediyor.
Ayrıca cinayetler de zaman ve mekân bakımından aralıklı işlenmiş. Bazen katiller birkaç hafta içinde üst üste saldırırken bazen aradan aylar geçmiş.
Bugün bile kurbanların seçimi konusunda bir bilgi yok. Hepsi de Almanya'nın değişik bölgelerinde yaşayan terzi, çiçekçi, internet kafe işletmecisi, kebapçı gibi küçük işletmelerde çalışan erkeklerdi.
'Bir daha asla'
Almanya'nın önde gelen araştırmacı yazarlarından John Goetz bu davayla ilgili bir kitap yazdı. Bu olayların komplodan ziyade karmaşa olduğu sonucuna vardı.
Goetz, "Güvenlik güçlerinin büyük başarısızlığı sözkonusu, ama bunun nedeni Nazi sempatisi değil, tıklayın yeteneksizlik ve beceriksizliktir" diyor.
Soruşturma dosyalarının imhasını ise güvenlik güçlerini bu yeteneksizlik suçlamalarının getireceği utançtan koruma amacıyla yapıldığını düşünüyor.
Almanya'da bir meclis soruşturmasının başında yer alan Sebastian Edathy de aynı yönde düşünüyor. Ama sağın işlediği cinayetlere karşı bir göz yumma olduğunu, sözkonusu olan Türk kurbanlar olunca polisin Türk kriminallerden şüphelendiğini ifade ediyor.
Edathy, Alman meclisi Bundestag'ın, dini ya da etnik azınlıklardan bir kurban sözkonusu olduğunda polisin bu ciddi suçlarda muhtemel bir siyasi bağlantı olup olmadığını araştırmasını zorunlu kılan yeni bir yasa zerinde çalıştığını belirtiyor ve ekliyor:
"Almanya'da sağ radikalizm bir daha asla göz ardı edilmemelidir."