Gündem

Ali Bulaç'tan 'yeni anayasa' için öneriler: Zina ve eşcinsellik hak olmamalı, ölüm cezası geri getirilmeli

"Anayasada laikliğin yer almasına gerek yok"

11 Ocak 2016 13:32

Zaman yazarı Ali Bulaç, yeni anayasa önerileri için eşcinsellik ve zinanın temel özgürlük arasında olmaması gerektiğini söylerken ölüm cezasının geri getirilmesini savundu. Bulaç, bir öncesiki yazısında da “laikliğin anayasada yer almasına gerek olmadığını” ileri sürmüştü.

Ali Bulaç’ın Zaman gazetesinde bugün (11 Ocak 2016) yayımlanan" Yeni anayasa için öneriler (2)" başlıklı yazısı şöyle:

Geçen yazıda “yeni anayasa” için 6 hususun altını çizmiştik, bugün diğer hususların altını çiziyoruz:

7) Hakikat-i halde “hak” olmayıp, bir “özgürlüğün kullanımı (istitae)” olan, ancak “günah ve cürüm olan” zina, eşcinsellik vb. fiiller hak kategorisinde ele alınmamalı. Buna mukabil devlet kendi aralarında ve özgür iradeleriyle (icab ve kabulle) bir şekilde anlaşmış olan çiftlerin medeni hayatlarına, beraberliklerine karışmamalı. İsteyen beraberliğinin hukukunu (üzerinde mutabakata vardığı sözleşme hükümlerini) devlete beyan etmeli, istemeyen kendi özel hayatında özgür bırakılmalı.

8) Aileyi ve toplumu ahlaki ve sosyal bakımdan güçlendirecek tedbirler sarahaten anayasa metninde yer almalı; “pozitif ayrımcılık” uygulamasına son verilmeli, ihtiyacı olup çalışmak zorunda kalan kadınlara “öncelik tanınabileceği” belirtilmeli, ancak iş ve hizmet alımında objektif liyakat ve ehliyet kriteri esas alınmalıdır. Modern toplum ceninin hayat hakkını kürtaj serbestisiyle, çocukların hakkını anneyi evin dışına itmekle ihlal etmektedir.

9) Anayasanın kollaması gereken önemli konulardan biri “ekonomi”dir. “Ekonomi”den kastım bir noktadan sonra fizik kuralları gereği patlaması mukadder olan şişirilmiş balon benzeri “büyüme” değil, gelir adaletsizliğin yol açtığı kitlesel yoksullukların ve mahrumiyetlerin önüne geçmek ve ekonominin ana eksenini finansa dayalı spekülasyon işlemlerinden üretime ve reel olana çevirmek için gerekli yasal tedbirlerin alınmasıdır.

Adalet mülkün temeli ise, ekonomik kaynaklar ile bürokratik ve statülerin dağılımını üstlenen iktidar ancak adaletli davrandığı zaman mülkün temeli sağlam olur.

Anayasada Türkiye Cumhuriyeti'nin “sosyal devlet” olduğu yazılı. Ancak uygulamada sosyal devletin takip ettiği iktisadi politikalar, kamu kaynaklarının nüfusun ilk yüzde 20'sinin devlet eliyle zenginleşmesini hedeflemekte olduğundan, yoksulların sosyal devletten faydaları değil, hükmün maksadına aykırı olarak zararları olmaktadır. Dolaylı vergilerin yaklaşık yüzde 2/3'ü halktan toplanıyorsa, yoksul ve orta sınıflar en büyük zararı görüyor demektir. Halen yürürlükte olan iktisat politikaları bunu düzeltmiyor. Kur'an ve Sünnet'teki hüküm ve tatbikatların ruhuna bakıldığında “infak, sadaka ve zekât”la ilgili hükümlerin asıl maksadının, özünde iktidarın devamını sağlamayı hedefleyen açları her gün bir balıkla beslemek değil, zenginlerden kaynak aktarmak suretiyle zayıf ve yoksul kesimlere satın alma gücü kazandırmak, balık tutar hale getirmek olduğu görülür. Liberallerin iddia ettiklerinin aksine ekonomi, “zorunlu-teknik süreç” değildir; tamamıyla siyasi tercihtir. Tercihiniz hangi zümrelerden ve modelden yana ise takip ettiğiniz politikalar ona göre şekillenir. Yeni anayasada orta sınıflar ve yoksullar lehine, ama somut cümlelerle “sosyal devlet” yeniden tanımlanmalıdır.

10) Ölüm cezası yeniden ceza hukukuna girmeli.

11) Kuvvetler ayrılığı tam manasıyla korunmalı. Yasama sadece parti liderlerinin komutunu bekleyen meclis üyelerine bırakılmamalı; bir yasa tasarısı ilgili grup ve kuruluşların da karar mekanizmaları ve süreçleri üzerinde etkisi olacak şekilde görüşü alındıktan sonra yasalaşmalı. Anayasa hukukun üstünlüğüne aykırı hükümler ihtiva etmemeli.

12) Anayasa ve ona dayalı çıkarılacak yasalar özel-mahrem alanı ve sivil-medeni hayatı merkezden tanzim edecek müdahalelere kapalı olmalıdır.

13) Rüşvet ve yolsuzlukla edinilmiş haksız kazançlar dışında, hangi suçtan olursa olsun hiç kimsenin veya grubun malı mülkü müsadere edilmemeli.

14) MGK sadece dış savunmaya ilişkin teknik konularla sınırlı olmalı, fiili yasa koyucu olmaktan çıkarılmalı. “Kırmızı kitap” lağvedilmeli, bu kitaba göre devlet aygıtını yönetenler suç işlemiş kabul edilmeli.

 

Bulaç’ın 9 Ocak 2016 tarihinde yayımlanan “Yeni anayasa için öneriler (1)” başlıklı yazısı da şöyle:

 Yeni bir anayasa yapılırken, herhangi bir grubu veya kuruluşu bağlamaksızın tamamen şahsî olarak şu hususların dikkate alınmasını öneriyorum:

      1) Liberal bakış açısına göre sorunlar “bireysel haklar” çerçevesinde ele alınmaktadır, hayli etkin bir söylem de olsa, deneysel olarak anlamış bulunuyoruz ki salt bireyi merkeze alan düzenlemeler mevcut sorunları çözemiyor. Bu mülahaza ile anayasada  “grup hakları” da yer almalıdır ki, sivil alanda dini hayatını ciddiye alıp yaşamak isteyenlerin, Kürt sorunu, Alevi talepleri ve gayri müslimlerin hak talepleri karşılanabilsin. “Grup hakkı”nın bireyin hapishanesine dönüşme ihtimali olduğundan, bu yönde de etkin tedbirler alınmalıdır. Prensip olarak grup hakkı bireysel hakları iptal edici amaçla kullanılamaz.

      2) Baskı altında kalmaksızın, tamamen kendi özgür iradeleriyle kişiler –iki veya daha fazla- kendi aralarında herhangi türden ve herhangi bir alanda ve konuda sözleşme (akid, muahede, anlaşma vs.) yapıp ilişkilerini buna göre düzenlemek istiyorlarsa, devlet bu sözleşmeyi tanımalı, onlara merkezden amir hüküm empoze etmeye kalkışmamalı, bu yönde yasa yapma yetkisine sahip olmamalıdır.

      3) Kişiler arası ihtilaflarda sivil hakemlerin çözüm şekilleri ve kararları tanınmalı; yerine göre mahalli örf ve hukuka aykırı olmayan yerleşmiş teamüller referans alınmalı; hakemin gücünü aşması veya taraflardan birinin teamüle itirazı durumunda ihtilaflar mahkemelere taşınmalı. Bu adliyenin yükünü yarı yarıya azaltır.

      4) Yeni anayasada “din ve vicdan özgürlüğü” kuvvetli bir biçimde vurgulanmalı, laikliğin yer almasına gerek olmayan anayasada şu “dört temel hak ve özgürlük” şiddet ve terörü yüceltmeyen bütün dini ve mezhebi grupları kapsayacak şekilde teminat altına alınıp işlerlik ve hayatiyet kazanması için gerekli düzenlemeler yapılmalı:

      a) Din ve mezhep seçiminde bireyler özgür olmalı, kimseye şu veya bu tarzda baskı uygulanmamalı;

      b) Herkes dini inancını açıklama, başkasına anlatma (tebliğ etme) hakkına sahip olmalı; arzu etmiyorsa dini inancını açıklamaya da mecbur edilmemeli;

      c) Herkes dini inancına göre yaşama hak ve özgürlüğüne sahip olmalı. Devlet sadece başkalarının dinine müdahale edenlere veya baskı uygulamaya kalkışanlara müdahale etmeli;

      d) Herkes ve her topluluk dini inancına göre örgütlenme, faaliyet gösterme hak ve özgürlüğüne sahip olmalı.

      5) Yeni yurttaşlık tanımı salt “eşit yurttaşlık” şeklinde ele alınmamalı, “farklılığı koruyan eşit yurttaşlık” ilkesi kabul edilmelidir. Eşitlik “hukuk karşısında insanların tarak dişleri gibi eşit kabul edilmesi” manasında kullanılmalı. Dini, etnik, mezhebi veya başka kültürel kimliğin ifadesi, görünür kılınması önündeki engeller ortadan kaldırılmalı, ancak anayasa bir tek kimliği esas alıp diğerlerini baskı altına almaya ve inkara imkan tanımamalı. Bu, “eşitlik ilkesi”yle çözülebilecek bir sorun değildir. Çünkü kendi başına “eşitlik” farklılığı yok eder; kendi başına “farklılık” grupları diğerlerine göre eşitsiz kılar. “Farklılığa dayalı eşit yurttaşlık ve grup hakkı” olmadıkça, bugünkü liberal demokrasilerin “siyasi çoğulculuğa açık ama sosyo-kültürel çoğulculuğa kapalı” krizlerine çözüm bulunamaz. “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı” anayasada yer almalı; yeni yurttaşlık gayri müslimleri de “azınlık” olmaktan çıkarıp yurttaş saymalı; resmi dil Türkçe olmak üzere diğer dillerin de kamuda veya eğitimde geçerliliği tanınmalı.

       6) Yeni anayasa sadece parti yetkililerin katılımıyla yapılamaz. Partilerin mevcut anayasanın bazı maddelerini değiştirme yetkileri vardır ancak yeni bir anayasa yeni bir toplum sözleşmesidir. Sözleşme verili anayasaya göre iktidar ve yönetim için var olan partilerin işi değil, toplumun tamamının işi ve sorumluluğudur. Dini, mezhebi ve etnik gruplar, STK'lar, cemaatler, dindar veya seküler demokratik kuruluşlar, mesleki gruplar, iş dünyası ve işçi sendikaları, hukukçular, aydınlar ve akademisyenlerin aktif ve sahici katılımı, müzakeresi ve mutabakatı olmadan yapılacak bir anayasa sadece yeni sorunların doğmasına yol açar, sadra şifa olamaz. Bunun da olmazsa olmazı ifade özgürlüğünün tam sağlanmasıdır. Devam edeceğiz.