Gündem

Ali Bulaç: Müslüman yöneticileri zulme sevk eden sebep iktidar hırslarıdır

'Yöneticinin kendini halk iradesine dayandırması onun gücünü kontrolsüz kullanmasının meşruiyeti değildir'

09 Şubat 2015 17:54

Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı, "Müslüman yöneticileri zulme sevk eden sebep iktidar hırslarıdır" sözleriyle eleştirdi.

Dinin tarih içinde hakiki fonksiyonlarını icra etmesinin önünde siyasetin açık veya gizli olarak engel teşkil ettiğini ifade eden Bulaç şu ifadelere yer verdi:

"Yöneticinin kendini hanedana, aileye, ideolojiye ve demokratik olarak halk iradesine dayandırması onun gücünü kontrolsüz kullanmasının meşruiyeti değildir. Hukuka riayet etmeyen yönetici ister “Ben mülkün sahibiyim” desin ister “Halkın çoğunluğu arkamda, milli iradeyi temsil ediyorum” desin, fark etmez. Bu manada asla halkın desteği ve milli irade meşruiyet temeli olamaz" 

Ali Bulaç’ın Zaman’da 'Neden diyalog ve işbirliği?' başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Neden diyalog ve işbirliği?

İslamiyet, ne tanrısal bir kuruma sahip oldu ne de yorum hakkı üzerinde mutlak otoriteyi elinde tutma iddiasında olan bir din adamları sınıfına.

Yine de müntesipleri dinlerinin maksatlarını tahakkuk etmede tam başarı sağlayamadı. Dinin tarih içinde hakiki fonksiyonlarını icra etmesinin önünde siyaset açık veya gizli olarak engel teşkil etti. O kadar ki, Hilafet’in saltanata dönüşmesinden itibaren, dinin ana sembolleri siyasi iktidarın meşrulaştırıcı ilkelerine dönüştü ve hatta siyasi iktidarlara muhalefet edenler, sanki dinin kendisine karşı bir muhalefet ediyorlarmış gibi ‘’mürted’’ sayılıp öldürüldü. Hâlâ İslam dünyasında ana toplumsal gerilim noktası, siyasetin merkezde yer aldığı Sivil ve Kamusal İslami talepler ile Resmi İslam veya neredeyse dinileştirilmiş Resmi Laik proje ve politikalar arasındaki anlaşmazlık ve çatışmalardan kaynaklanmaktadır. İslam’ın ruhuna aykırı otoriter ve otokrat rejimlerin, monarşi ve diktatörlüklerin İslam’a ilişkin tutumları birbirinden farklı olsa bile, sorun siyasi perspektifin dine ilişkin rolü etrafında toplanmaktadır. Bazı ülkelerde katı laik ve seküler yönetimler, dini bütünüyle siyasi, kamusal ve hatta sivil hayattan arındırıyor; bazı yerlerde dini devletin mutlak kontrolü altında alıyor; bazı yerlerde de din kendi başına monolotik ve totaliter bir devletin resmi dini gibi kullanılıyor.

Pozitivist ve materyalist laik yönetimlerin dışında İslamiyet’i hakiki maksatlarından uzaklaştıran yöneticiler en azından söylem düzeyinde inkârcı kimseler değildir. İslam’a ve Müslümanlara zarar verenler Müslüman yöneticilerdir. Ebu Hanife ve Ahmet ibn Hanbel’e, Ehl-i Beyt imamlarına zulmeden halifeler Müslüman kimselerdi, hatta zulmüyle meşhur Haccac da Müslümandı ama onun zulmü altında yaşayan Müslümanlar inkârcı Nuşirevan’ı ona tercih ediyorlardı. Çünkü Nuşirevan, Haccac’dan daha adildi.

Müslüman yöneticileri zulme sevk eden sebep iktidar hırslarıdır. Hükmetme duygusu yöneticinin ruhunu istila eder. Kendini kudretle özdeşleştirdiği zaman kontrolsüz güce dönüşür. Yöneticinin kendini hanedana, aileye, ideolojiye ve demokratik olarak halk iradesine dayandırması onun gücünü kontrolsüz kullanmasının meşruiyeti değildir. Hukuka riayet etmeyen yönetici ister “Ben mülkün sahibiyim” desin ister “Halkın çoğunluğu arkamda, milli iradeyi temsil ediyorum” desin, fark etmez. Monarşi ile otokrasi arasındaki fark, mutlak gücü elinde bulunduranın hanedana mensup olmasıyla halk tarafından seçilmesidir. Bu manada asla halkın desteği ve milli irade meşruiyet temeli olamaz.

Bu mesele şu veya bu siyasi doktrinden önce dinleri ilgilendirir. Çünkü dinler iktidarı aşkın kaynağa refere ederler. Özellikle İslamiyet, iktidarı hiçbir beşere mutlak olarak devretmez. Tevhid, mutlak iktidarın Allah’a ait olmasını zorunlu kılar, iktidar da çizilen sınırlar içinde kalınarak kullanılır.

İçinden geçmekte olduğumuz kriz karşısında dinler açısından “ortak” sorunlar var: Etnik ve dini çatışmalar; silahlanma ve savaş tehdidi; yoksulluk, açlık; çevre kirliliği; sokak çocukları; uyuşturucu ve alkolizm; terör ve şiddet; mülteciler; cinsel sapmalar; laikliğin politik-otoriter kullanımı; ateizm ve materyalizm; tüketici, boş, anlamdan ve amaçtan yoksun nihilist kültür; hedonizm, bencillik; ailenin parçalanması, yaşlıların yalnızlığı; akıl hastalıkları; kadının cinsel objeye dönüştürülerek istismara tabi tutulması vs...

Bu “ortak sorunlar” karşısında, din müntesipleri “ortak sorumluluklar” üstlenmek durumundadırlar. Diyalog ihtiyacı buradan kaynaklanıyor. Sorunlardan birinci derecede iktidarlar sorumlu. Din, kendini iktidarın tahakkümünden kurtarıp siyaseti ve iktidarı asli mecrasına soktuğu zaman önemli fonksiyonlarından birini yerine getirmiş olacaktır. Bu da siyasetten ve iktidardan kaçarak değil, üstüne üstüne giderek olur ancak.